Editörden
KAPAK FOTOĞRAFI: İstanbul-Kadıköylü Kesmeşeker grubunun şarkı sözlerinden alınan ve Gezi boyunca popüler olan bir duvar yazısı.
Seçimler öncesinde ortaya atılan bunca sorunun özünü süzersek, kilit mevzunun şu olduğunu söyleyebiliriz: Türkiye’de demokrasinin ne kadar şansı var?
Son aylarda, önceki senelerde elde edilen demokratik kazanımların inanılmaz bir biçimde geriletildiğine tanık olduk. Artan otoritarizmin şimdiden özel hayatın pek çok alanına girdiğini gözlemliyoruz. Siyasî tartışmanın giderek kaba ve saldırgan dil ve biçimlere büründüğünü, bunun da sürekli yeni düşmanlar yaratıp toplumdaki çelişkileri derinleştirdiğini görüyoruz. Yerel seçimlere sadece birkaç gün kala, insanlar bitap düşmüş ve yönünü kaybetmiş görünüyor: Depresif, umutsuz ve geleceklerine dair korku içindeler. Bu kirli seçim kampanyasının sonundaki halet-i ruhiye şöyle: Geçsin artık şu seçimler—sonuç ne olursa olsun, toplumsal barış geri gelsin.
Ancak, yerel seçimlerden kısa süre sonra gerçekleşecek siyaseten çok daha önemli iki seçim daha olduğu düşünülürse, bu toplumsal barış arzusu pek de gerçekçi olmayabilir. Demokratik reformların gerçekleşme ihtimali de yüksek görünmüyor. En gerçekçi olasılık toplumdaki kutuplaşmanın daha da derinleşmesi.
Bazı seçmenler oy kullanırken, Kürt meselesinin barışçı çözümüne dair adımları esas alacak. Kimine göre, AKP hâlâ barış görüşmeleri ve barış sürecinin ilerlemesinin yegâne garantörü. Kimine göre ise barış sürecinin ilerleme kaydetmesinin tek yolu demokratikleşmeden geçiyor ve AKP’nin bu yönde adımlar atmasını beklemek gerçekçi değil. Bazıları da, uzun soluklu barış görüşmeleri için hukuk devleti ve hesap verilebilirlik ilkelerinin yeniden tesisinin şart olduğunu savunuyor. Söz konusu hesap verilebilirlik, sadece yolsuzluk vakalarını değil, son yıllardaki davaları da kapsamalı. Eğer, Başbakan’ın iddia ettiği gibi, yargının içinde bir paralel devlet varsa veya eskiden vardıysa, geçmişin ve bugünün siyasî davaları açısından bu ne anlama geliyor? Giderek liyakat yerine siyasî sadakat tarafından şekillendirilen bir devlet aygıtına insanlar nasıl güvenebilir? Sivil toplum ve bireyler nasıl devlet yetkililerine güvenebilir – hele hele Cumhurbaşkanı dahi hem twitter’ın kapatılmasını savunup hem de bunun yasalara aykırı olduğunu iddia ederken?
Dürüst olmak gerekirse, bu ülkenin kaderi seçimler tarafından belirlenmeyecek. Seçimler, bu ülkenin içinden geçmek zorunda olduğu uzun bir toplumsal çelişkiler sürecinde bir kilometre taşı sadece. Söz konusu sancılı sürecin ucu hâlâ açık. İnsanların umutlarını büsbütün kaybedip kedere kapılmasını engelleyen yegâne unsur da bu.
Perspectives ekibi adına
Ulrike Dufner
- Perspectives dergisi ücretsizdir. Dergi aboneliği için info@tr.boell.org adresine başvurabilir ve posta adresinizi bildirebilirsiniz.
Perspectives – Türkiye'den siyasi analiz ve yorum (#8/2014) -
Türkiye'de Sermaye ve Sermayedarlar
Editör Heinrich Böll Stiftung Derneği
Yayım yeri İstanbul
Yayım Tarihi Nisan 2014
Sayfa Sayısı 56
ISBN -
Ücretsizdir
Perspectives Dergisinin daha önceki sayılarına buradan ulaşabilirsiniz
Perspectives 8. sayının tamamını PDF olarak buradan indirebilirsiniz.
Yerel Seçimler
Yerel Seçimler
Otoriterlik ve yönetim krizi
Dosya
TÜRKİYE’DE SERMAYE VE SERMAYEDARLAR
Gülen cemaati: Devlet niyet, sermaye kısmet
devamı»
TÜRKİYE’DE SERMAYE VE SERMAYEDARLAR
Kamu-özel ortaklıkları: Yolsuzluğun faunası
- Süreli bir ilişki olduğu ve bütünüyle sermayeye devri söz konusu olmadığı için, yalnızca bu kritere bakarak KÖO’nun özelleştirme olmadığını söylemek, başta mülkiyet hakkının el değiştirmesinin siyasî pozisyon alışlara fazlasıyla bağlı olduğu ülkelerde pek geçerli olmayabilir. Özelleştirmeye mülkiyetin el değiştirmesi değil de daha geniş bir kapsamda bakar ve “iktisadî işleyişe sosyal ve iktisadî ihtiyaçlar kıstası yerine serbest piyasa mekanizmasının kıstaslarını farklı derecelerde de olsa hakim kılacak her çeşit politika devlet hizmetlerinin özelleştirilmesi kapsamına girmektedir”6 dersek, devlet hizmetlerinin finansmanı, üretimi, mülkiyet ve yönetimi, tekel ayrıcalığı benzeri çeşitli yönlerinin kısmen ya da tamamen özelleştirilebileceğini kabul edebiliriz.
-
TÜRKİYE’DE SERMAYE VE SERMAYEDARLAR
Medya sermayesi ve ultra-çapraz bütünleşmeler
- AKP dönemi, medya şirketleri üzerinde kamu ilanları gibi desteklerden mahrum bırakma, ya da devasa vergi cezalarıyla uygulanan ekonomik şiddetin ağırlığının arttığı bir dönem olmuştur. 2010’da Doğan Grubu’na kesilen 3,7 milyar TL vergi cezası8 ve Taraf gazetesinin eleştirel tutumuna karşılık yaşadığı ekonomik açmaz, iki önemli örnektir.9 İktidar bloğu içerisinde başgösteren ve çoğu kez üzeri örtülen bu tür çatışmalar olağandır, nihayetinde hiçbir çıkar ilişkisi “mezara kadar” sorunsuzca sürmemektedir…
TÜRKİYE’DE SERMAYE VE SERMAYEDARLAR
Söyleşi Ayşe Seda Yüksel"Kürt sermayesinin siyasî yönelimi"
- Şunu teslim edelim, Türkiye’de devlet hakkında bu kadar eleştirel olan başka bir sermayedar kesim hayal edemezsiniz. Görüştüğüm işadamlarının çoğu konuşmaya 1915’ten söz ederek başlıyor. Şeyh Said İsyanı’ndan 1980’lere, köy boşaltmalara, işkencelere değiniliyor. Diyarbakır Sanayici ve İşadamları Derneği’nin kuruluşu bile bize çok şey anlatıyor. 1995’te, derneği kurmak için yaptıkları toplantılarından biri basılıyor ve işadamları “izinsiz toplantı” yapmaktan gözaltına alınıyor. 1993’te Çiller’in “Kürt işadamları listesi” ortaya çıkınca çoğu takip ediliyor, tehditler alıyor. Devletin karanlık yüzünü öyle veya böyle deneyimlemiş insanlardan bahsediyoruz.
Ekoloji
Bir kalkınma modeli olarak Kavar
Demokrasi
DEMOKRASİ: İNTERNET SANSÜRÜ
Katılımcı demokrasiyle mücadele
Burada her şey genel
- Siyasî alanda sürdürülen kaset savaşları, mahremiyete duyulan toplumsal merakın politikasıdır. Bir toplum başkalarının özel hayatlarını merak edip didik didik kurcalamayı sevmese, ahlakçı olmasa, kötü niyetle ortaya sürülen seks kasetleri üzerinden siyaset yapanlara karşı dik durup cezalandırılmalarını istemez mi? Bu tarz siyaseti reddetmez mi? Elinde ahlak sopası hayatlarımızın koridorlarında dolaşan bu “kasetçi ahlakçıları” siyasî arenadan süpürüp atmaz mı?
Dış Politika
Türkiye ve insanî yardım
Kültür
Sanatsal ifade ve yaratıcılık özgürlüğü
Sanatın özelleştirilmesi ya da sermayenin meşruiyet alanı
- Bugün, neoliberal sanat kurumları kendi alanına giren her unsuru soğurabilecek kültürel/sembolik sermaye birikimini arttırmaya devam ediyor. Fakat zorunlu yayılmacı mantığı nedeniyle kamusal alana ve yoksullaştırılmış kent mekânına sözde demokratik bir tavırla açıldığı her anda, toplumsal hakikate çarpmaya mahkûm. Çünkü bizzat sanat kurumları kent yoksulluğunun ve kamusallığın zayıflatılmasının sorumlusu olan neoliberal ekonomi-politiğin “meşru” ve “naif” bir parçasıdır. Dolayısıyla, çağdaş sanat ve ona maddî bir evren kuran yatırımcı şirketleri her an hayatı tehdit eden bu ağın içinde düşünmek gerek.
Portre
Türkiye'den İnsan manzaraları
Kürt işadamı Raif Türk
devamı»