Türkiye'den katılan Gazetecilerin Görüşleri - Dış ve Güvenlik Politikası

Görsel kaldırıldı.

DEMET BİLGE ERGÜN Radikal Gazetesi

İlk şaşkınlığı Erivan’ı gündüz gözüyle gördüğümde yaşadım. Yazılıp çizilenlere bakılırsa, renksiz, soluk, kuru bir şehir bekliyordum. Daha gelmeden, gezinin bir hafta süreceğini öğrenenler “Bir hafta ne yapacaksınız orada” diyordu. Oysa hiç de öyle değildi Erivan. Binaları, sokakları, iş hanları, okul binaları, her biri ayrı ayrı tarihti. Ermenistan, tarihi dokuyu korumasını bilmişti. Tarihi kahverengiliğin arasından yükselen yeşil ağaçlar Erivan’a bambaşka bir hava katıyordu. Canlı, renkli ve leziz bir şehirdi Erivan. ‘Leziz’ diyerek konuyu yemeklere getirmek istedim, çünkü Ermeni yemekleri ağız tadımıza yakın, etleri de oldukça lezzetliydi. Konyak ve şarabın tadı da ününe yaraşır şekildeydi.
Ermenistan’da dikkat çeken bir başka özellik, kültüre ve müziğe olan düşkünlüktü. Erivan Çocuk Kütüphanesi’ndeki bir görevlinin “Aileler eve tabak almadan önce piyano alır” sözü de bunu kanıtlar nitelikteydi.
İnsanlar sıcakkanlı ve misafirperverdi. Ermenistan’da kiminle konuşsan, kökü Anadolu’ya uzanan bir hikâye çıkıyordu. Acılarını, kızgınlıklarını garip bir hüzünle birleştirerek anlatıyor, türkülerinde, hikâyelerinde, bakışlarında ve sözlerinde hasreti dile getiriyorlardı. Yıllarca istedikleri gibi yaşayamadıkları kültürlerine, dillerine, müziklerine sıkı sıkı sarılarak yaşıyorlardı.
Ermenistan, her ne kadar hareketli ve renkli görünse de, efil efil esen bir hüznü hissettiriyordu. Hem de, oradan ayrıldıktan sonra insana gözlerini kapattırıp uzun uzun düşündüren bir hüzün…

ERGÜN ÇOLAKOĞLU Yeni Şafak Gazetesi

Erivan’a vardığımızda önce saatimin durduğunu sandım. Ama aradaki zaman farkının bana yaptığı muzip şakayı hemen fark ettim. Ermenistan’daki ilk dakikalarımda çevreye meraklı bakışlar savururken, Daniel’in sıcak gülümsemesi karşıladı bizi. Agos gazetesinin haber koordinatörü Aris’in tercümanlık yapmasını beklerken, İstanbul’dan Erivan’a tıp okumaya geldiğini sonradan öğrendiğim Daniel Türkçe konuşmaya başladı ve ‘merhaba’larla başladı 7 günde devr-i Ermenistan.
Toplanıp bir çırpıda ulaştığımız şirin otelimiz sanki BBG evi gibiydi. Bize tahsis edilmiş, antikalarla dolu küçük ve bir o kadar da muntazam işleyen Aygedzor Residence’ta, Erivan’da daha sonra hiç bitmesini istemeyeceğimiz günlerin ilk sabahını karşıladık.
Herkesin gazeteci olmasından kaynaklanan ‘sivri akıllılar’ grubu, kısa bir uyku sonrasında hemen toparlandı ve çalışmaya koyuldu. Erivan’daki ilk günümüzde, temaslarımıza ülke nüfusunun üçte birini oluşturan kadınlarla ilgili en etkin sivil toplum kuruluşlarından biri olan Kadın Kaynakları Merkezi’ni ziyaretle başladık. Merkezin başkanı Emma Mirzabekyan’ın anlattıklarını ilgiyle dinledik, sorular sorduk, fotoğraflar çektik ve ilk haberimiz ‘Ermenistan’da Kadınlar’ oldu. Ardından, ‘Şahin Tepesi’ diyebileceğimiz, Erivan Devlet Üniversitesi Doğu Bilimleri Fakültesi Türkoloji Bölümü’nü ziyaret ettik. Fakültenin öğretim üyelerinden Doç. Dr. Ruben Melkonyan ve öğrencileriyle ‘Türkçe’ geçen 2 saat boyunca, devlet politikalarının iki halkı birbirinden ne kadar uzaklaştırdığını ve bunun sonuçlarını derinlemesine hissettik. Bazen gazeteci, bazen Türk olduk, ama sonunda yan yana verdiğimiz pozlarla ve güzel anılarla ayrıldık fakülteden. Sonraki günlerde Erivan sokaklarında ve çevre şehirlerde deli gibi dolandık durduk. Televizyonda izlediği bir programda avukat Fethiye Çetin’in kuzeni olduğunu fark eden Hrant Gadarikyan’ın, babasının 1918 yılında Erzurum’dan nasıl kaçarak geldiğini gözleri dolarak anlatan müzisyen Aram Arakelyan’ın, Ermenistan’ın azınlığı Yezidi Kürt kasapların ve masasında Can Yücel’in şiirine rastladığımız Başepiskopos Sebuh Çulciyan’ın hikâyelerini dinledik.
Yoğun programımızı aksatmadan uygularken, bize yardımcı olmak için çırpınan yepyeni dostlarımız oldu. Boğos, Jack, Kevork… Bizi bir an olsun yalnız bırakmayan yeni dostlarımız, aynı toprağın çocukları olduğumuzu, aynı heyecanla çarpan yüreklerden çıkan seslerin aslında kardeşliğe methiyeler düzdüğünü gösterdi. Onları çok sevdik, onlar da bizi çok sevdiler. Düşman çatlatırcasına sarıldık birbirimize. İhtiyacımız olan şey hayat buldu onlarla. Çok anlattık, çok dinledik ve anlaştık. Arada kimseler yoktu…
Velhasıl sevgili okurlar, çok şey oldu Ermenistan’da. Daha da fazlası için gözümüz yollarda, İstanbul’a bekliyoruz kardeşlerimizi…

BEDİA CEYLAN GÜZELCE Haber Türk Gazetesi

Gomidas, hayatının son 20 yılını akıl hastanesinde geçirmiş ve bir keresinde, bir kuyuya, 1915’te kaybettiği arkadaşlarının isimlerini haykırmıştı. Tam 235 isim vardı. Sayması bitene kadar, muhtemelen sesi çatlamış, güçsüzleşmişti. Her zaman siyahlar içinde görünen Gomidas’ın arkadaşları, farklı disiplinlerden aydınlardı. Osmanlı Devleti’nde en önemli görevleri üstlenen, şayet yaşamalarına izin verilseydi Türkiye’de de bulundukları mevkileri güçlendirecek olan, öncü isimlerdi. Ben her zaman sınırın diğer tarafından, Ağrı’nın doğu yakasından Türkiye’nin neye benzediğini merak ediyordum. Öncelikle, Türkiye’den geldiğimi ve hatta Ermeni olmadığımı rahatça söyleyemem gibi varsayımlarım vardı. Gün geçtikçe, sohbetlerimize, haberlerimize takılan her hikâyenin içinden, istisnasız bir şekilde Anadolu toprakları geçtiğini gördüm. Şimdilerde, akademisyenler, sanatçılar, aydınlar, gazeteciler yıllardır kapalı tutulan sınırı aşıp işbirliği sağlayabiliyor, ortak projeler yürütüyorsa, bu sınır neden ve kime kapalıŞ Ortak bir paydada buluşup konuşabildiğimize, Taşnak Partisi’inden gençlerle aynı mekânda oturup, kahkahaların yükseldiği sohbetler edebildiğimize ya da Erivan’da tanıştığımız Ermeni dostlarımızla vedalaşırken hepimizin gözleri dolduğuna göre, sınır orada mühürlenmiş paslı bir kapıdan ibaret. Sınır artık açılmalı ki, bir sonraki adım atılsın. Bir sonraki adım atılmalı ki, Gomidas’ın fısıldadığı kuyudaki sesler, bu topraklardaki bir başka Ermeni ya da Türk müzisyenin kulağına notalar, başyapıtlar halinde ulaşabilsin. Üstelik, tetanos aşılarımız daha çocuk yaşlardayken hepimize yapılıyor. Bu topraklarda her birimiz acıya, kesiklere, paslı yaralara yatkın, alışkınız. Erivan’a gelince... Vernisaj’da, İstanbul’dan Ermenistan’a gitmiş Stepan Amca şöyle söyledi: “NasılŞ Burası Doğu’da bir Avrupa şehri gibi değil miŞ” Gerçekten de öyle. Erivan’ı bir daha görmeden ölmek istemezdim. Bir de, kimse korkmasın. Sınırın öte tarafında bizi bir canavar değil, iki çocuklu, işçi tulumuyla arıcılık yaparak vakit geçiren Agop Abi bekliyor.

YONCA POYRAZ DOĞAN Today's Zaman

Ermenistan’a ilk olarak geçtiğimiz Kasım’da gitmiştim. Hava soğuk ve kasvetli, yürekler hüzünlü, ancak gözler epey umutluydu. Konumuz hep sınırın açılmasıydı ve artık ‘Nasıl?’ değil, ‘Ne zaman?’ konuşuluyordu. Aydınlar, halkın ve ülkedeki tüm kuvvetlerin sınırın açılmasına hazır olduğunu söylüyor, halk da bunu doğruluyordu. Peki, bu defa ne ile karşılaşacaktımŞ Hava sıcak ve cıvıltılı, ama gözlerde bir yığın hayal kırıklığı. Artık aydınlar kısa vadede sınırın açılacağını düşünmüyor. Halk ise istekli olsa da kırılmış, şaşkın ve temkinli. Türkiye gerçekten sınırın açılmasını istiyor mu, yoksa konuyu uluslararası alanda kazanımlar sağlamak için mi kullanıyor? “Ne zaman açılacak?” sorusunun yerini, işte bu türden yaklaşımlar almış... Ve yine hüznün gölgesinde sohbetler. Yine koyu koyu; ortak kahvemiz, süzme yoğurdumuz gibi... Ne kadar çok Ermeni’nin kökeni Anadolu’da böyle... Demek geçen gelişimde duyduklarım tesadüf değilmiş. Ne kadar çok Ermeni, Anadolu’daki dede evini, köyünü, kentini gidip görmek istiyormuş… Hepsini yeniden, yeniden dinledim. Sınırın en kısa zamanda açılmasını, onlara geldiklerinde yol göstermeyi, “Aslında biz hiç ayrı kalmamalıydık kardeşim” demeyi, o koyu hüznü biraz olsun hafifletmeyi şimdi daha da çok istiyorum.

NAMIK DURUKAN Milliyet Gazetesi

1999’da da gitmiştim. Ama orayı ilk kez fark ettim desem yeridir. Aris’in sabırlı ve özverili çabası, Boğos’un harika sesi ve her an yanımızda kendini hissettirmesi, arkadaşlarının mekânlarını da bizlere açıp büyük özveride bulunması unutulmaz. Erivan için rüyalarımın ülkesi demek belki abartı olur ama, her anın dolu olması, her konuda yardım görmemiz, güzel mekânlarında ağırlanmamız, cennet gibi yerlerini gezmemiz, heyecan ve maceralı günler ve saatler yaşamamız, tek kelime ile harikaydı. Bu arada, Erivan, Avrupa’yı aratmadı, hatta daha güzeldi. Unuttuğum bir şeyi söylemeden geçemeyeceğim: Soykırım Müzesi gerçekten insanı düşündürüyor, duygulandırıyor, insanın içini acıtıyor. Söylenecek bir şey bırakmıyor. Erivan sokaklarında bir kadının söyledikleri hâlâ hafızamda: “O zaman yaşananlar orda kaldı. Dedelerimiz savaştı. Ama bugün biz düşman değiliz. Bugünkü neslin suçu yok...” Gerçekten de ortak kültürümüz var, bizi bir araya getiren geçmiş... Aynı topraktan mayalanmışız. Sevinçte birlikte olduk. Aynı şeye üzüldük, aynı sıkıntılara ortak olduk. Kısacası, biz bize benzeriz. Düşman olamayız biz. Önce insanı seveceksin.... Biz bunu başardık sanırım. Umarım sistemler de başarır.


TUĞBA TEKEREK Taraf Gazetesi

Geçen hafta boyunca hep Ermenistan’ın Ardahan’dan bildirdim; kaldığımız otelde benim odamın adı Ardahan’dı. Anadolu’nun  Ermenistan’daki yaşamın bu kadar göbeğinde olduğunu, Anadolu’da yaşanan acıların, oradaki kültürün, kimliğin bu kadar merkezinde olduğunu yaşayarak gördüm. Bizim ‘Türkiye’nin doğusu’ diye bildiğiniz yerin, orada Batı Ermenistan olduğunu öğrendim. Bu iki halkın ne kadar birbirinin içine geçmiş olduğunu, ama böyle bir iç içe geçmişliğe Türkiye’de ne kadar kör olduğumuzu gördüm. Sokakta elimi sallasam bir Erzurumluya, bir Muşluya çarpıyordu ve bütün hikâyeler bir büyük felakete çıkıyordu. Bunların böyle olduğunu az çok biliyordum da, sadece söz olarak biliyordum. Orada bunları yaşamak, hissetmek bambaşka bir şeydi. Şimdi dönüşte, oradakilerle paylaşarak daha derinden hissettiğim bir hüzün, biraz utanç, biraz suçluluk, bir de diyalog projesinin içinde olmaktan dolayı duyduğum mutluluk var.

KEMAL GÖKTAŞ Vatan Gazetesi

Diyalog projesini hayata geçirenlerin büyük düşlere küçük adımlarla ulaşılabileceğini bize gösterdiklerini düşünüyorum. Ermenistan, gerçekten masalsı, Batıcıl gösterişten, şaşadan uzak, sanatın, estetiğin insanı sardığı bir güzel ülke.  “Soykırımı tanımayanla konuşmam” diyenden “Yaşananlar geçmişte kaldı, şimdi geleceğe bakma vakti” diyene kadar, acısını, atalarından aldığı mirasa kıskançlıkla sahip çıkar gibi yaşayan güzel insanların ülkesi. Ermenistan, yaşlı bir teyzenin sokakta “Türkiye” denilince ağlamaya başlamasıyla, bir “turna” türküsüyle, sokakta akardiyon çalan amcanın “Ben Türkiye’nin şehidiyim” dedikten sonra bize candan sarılmasıyla, hep uzaktan anlamaya çalıştığımız acılarını bize gösterdi. Ve tabii, bize ne kadar bizden olduğunu ve onlarsız kalan biz’in neler kaybettirdiğini gösterdi. Diyalog, geleceğe dair umutlarımızın büyük bir çabayla gerçekleşeceğini ve en önemlisi bu çabaya değer olduğunu gösterdi.

ASLI SÖZBİLİR Hürriyet Gazetesi

İlk defa, ‘yabancı’ bir ülkeye gittiğimde kendimi yabancı hissetmedim. Sokaklarında turist gibi değil, benim de olan, ama daha önce hiç görmediğim bir yerdeymişim gibi yürüdüm. Her şeye mesafe koyan şüpheci aklımın direncine rağmen, yemekleri, acı ve özlem dolu şarkıları, heykelleri, resimleri, en önemlisi de insanları çok sevdim. Hikâyeleri hikâyem oldu, hemen başkalarına anlatmak istedim. Tartışmada, kavgada dahi aslında ‘bir millet, iki devlet’ olduğumuzu gördüm. Önceden aklımın fısıldadığını, duygumla kavradım. Onbinlerce sigara içmemi mümkün kılan o müthiş kuru havayı geride bırakırken, ilk defa ‘yabancı olduğu söylenen bir ülkeden’ eve dönmek istemedim. Şimdi, sınırın kapalı olmasını, hiçbir rasyonel sebep bana açıklayamıyor. Çünkü benim artık Ermenistan’da özlediğim ve buraya gelmelerini sabırsızlıkla beklediğim arkadaşlarım var.

GÜLŞEN İŞERİ Birgün Gazetesi

Beni en çok şaşırtan sabah uyanıp pencereden dışarıya baktığımda oldu. ‘Ağrı’yan yan Ararat karşımdaydı. Beni hep sarsan o dağa baktıkça ve bize tarih boyunca o dağın yüksekliği öğretildiğini hatırladıkça içimin yandığını gördüm. ‘Ağrı’nın yüksekliği, Ararat’ın derinliğiydi oysa. Bizim yükseklik diye baktığımıza onlar derinlikte diye bakıyordu. Çünkü o dağın derinliğinde gizliydi bütün hayatlar. Ve ben her sabah uyanıp baktığımda bu bir hafta nasıl geçer dedim. Bu kadar içselleştirdiğim bu hayatı ve anladığımı sandığım bu insanları Ararat kadar derin anlayabilir miydim?  Hiç sanmıyorum...
Ararat’a bakarken geçen yıl gittiğim Doğubeyazıt’ı anımsadım. Ağrı’nın eteklerinde bir köye gitmiştim. Yanlış hatırlamıyorsam Topçatan köyüydü. Adını hiç unutamadığım13 yaşındaki Tamer yanıma yaklaşıp, eliyle bana “bak orası Ermenistan, ne kadar yakın değil mi?” demişti… Evet, çok yakın gitmek ister misin demiştim ben de… Gülerek, “tabii ki, ne kadar yakınız bak sana…”  Erivan’da gece dolaşırken de; “karşıda ışıklar yanıyor ya, işte orası Türkiye” denilmişti. İki halk birbirlerine bakıp iç geçiriyordu, birbirlerini tanımak ve görmek istiyorlardı belli ki. Birbirlerinin ışıklarına bakıp orası Ermenistan, orası Türkiye diyorlardı her akşam…
Şarkılara, yüzlere işlenmiş bu acıyı çocukluğunu bir Ermeni köyünde geçiren de ne kadar anlardı ki? Ermenistan’a yola çıktığım da bu duygularla yola çıkmıştım. Çocukluğumun geçtiği o Ermeni köyünü düşündükçe daha da derinleşti Ararat… Acının kanatları yoktu bu ülkede ve bu yüzden derinleşiyordu. Derinleştikçe kanayan bir yara oluyordu. Ben bu derinliğe gömüldüğümde Ermensitan’nın fiziki yapısını inceleyemedim. Ruhumu örseleyen yüzlerdeki ayrılık çizgileri ve sokaktaki heykellerin sessiz çığlıydı duymak isteyenlere. 

ERDİNÇ ERGENÇ Sabah Gazetesi

Yabancı olmadığımız bir yer Ermenistan. Anadolu’nun herhangi bir kentinde ya da köyünde karşılaşacağınız insan, kültür, sofra ya binaları burada da görebilirsiniz. Aynı aşları tenceresinde kaynatıp, aynı dilde üzülüp karalar bağlayan, aynı tonda kahkahalar atan aynı toprağın insanlarını şimdi bir sınır ve geçmişin büyük ortak acıları birbirinden ayırıyor. Birbiriyle bu kadar iç içe olan iki halkın bugün birbiri hakkındaki korkulara teslim olmuş ruh hali, diyalogsuzluktan ve karşılıklı bilgisizlikten besleniyor. Ermenistan, henüz milliyetçilik mikrobunun topluma tam nüfuz etmemiş olduğu bir ülke. Ancak tıpkı Türkiye’de olduğu gibi hızla bünyeye nüfuz ettiğini hissediyorsunuz. Acıların nefrete dönüşmesini engellemek ise karşılıklı diyalogu desteklemekten geçtiğini görüyorsunuz. Diyalog, karşılıklı tabuları ve korkuları yıkarak, iki toplumun da travmasını atlatmasına yardımcı olabilir.
Erivan sokaklarında dolaşırken karşılaştığımız istisnasız herkesin Anadolu ile bir bağı var. Kendisi doğmamış ise, annesi ya da babası, onlar da değilse büyük ailesinden mutlaka birisinin bağı var. İki tarafta da diasporaya endekslenmiş büyük tabu soykırım ise sokaklarda geçmişin bir sorunu. Sokaktaki Ermenilerin sorunu geleceğe güvenle bakabilmek. Soykırım, siyasetin ve büyük oranda milliyetçilerin tek malzemesi. Geçim ve güvenli bir gelecek ise sokaktaki insanların. Geçmişten kin ve nefret ekinlerini biçmek yerine geleceğin dostluk tohumlarını atmak isteyen gençler yüzünü Türkiye’ye dönmüş durumda. Erivan’dan bakınca Türkiye’nin sınırları açmak gibi çok küçük şeyler yaparak, Kafkasya’da barış gibi çok büyük işler yapabileceği görülüyor. Yine benzer bir şekilde, siyasetin bu kadar birbirinden uzak olmasına karşın, insanlarının bu kadar yakın olması bizi nedense hiç şaşırtmadı. Sınırlar ülkeleri ayırıyor ama insanları değil…