Türkiye’de Tutuklama Dalgası

Image removed.
Başbakan Erdoğan yasa yolu ile yakın çalışanları ve istihbarat yetkililerinin kendiinin izni olmadan savcılar tarafından ifadeye çağrılmasını engellemek istiyor.(Bild: World Economic Forum/flickr; Lizenz: CC BY-SA 2.0)

Ulrike Dufner

Türkiye’deki tutuklama dalgası devam ediyor. İnsanların Terörle Mücadele Yasası nedeniyle hapishaneye konması artık ülkede gündelik bir olay haline geldi. Bu tür olaylar, ancak resmi makamlar çok sayıda yerde birden operasyon düzenleyip birçok kişiyi tutukladıkları zaman haber değeri taşıyor.

Geçen hafta tutuklama önlemlerinin sendikacılara ve kadın hakları savunucularına yöneldiğine tanık olduk. Terörle Mücadele Yasası’ndan hüküm giyen şahısların sayısının artık altı - yedi bini bulduğu tahmin ediliyor. Hiç kimse tam bir rakam veremiyor. İddianameler genellikle KCK’ya üyelik veya yardım ve yataklık suçlamasını içeriyor; KCK’nın yasadışı PKK örgütüne veya hükümeti devirmeyi amaçlayan Ergenekon suç örgütüne bağlı çalıştığı öne sürülüyor.

Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan’ın ve MİT’in başka bazı önde gelen isimlerinin İstanbul’da KCK davasına bakan özel yetkili mahkeme tarafından ifadeye çağrılması, kamuoyunda şaşkınlık yarattı. Çağrının nedeni şuydu: Savcılık makamı, istihbarat başkanı Fidan’ın KCK’nın suç teşkil eden eylemlerine karıştığı yolunda bazı ipuçlarına sahip olduğunu belirtiyordu.

Hükümetin bundan haberdar olmaması şaşkınlığı daha da artırdı. Oysa ki Hakan Fidan, Başbakan Erdoğan’ın güvendiği, yakın bir çalışma arkadaşıydı ve medya onu, “Kürt açılımı” adı verilen politikaların ve PKK ile görüşmelerin mimarı olarak niteliyordu. Özel yetkili mahkemenin savcısı Sarıkaya’ya, niyeti açığa çıkar çıkmaz KCK davasından el çektirildi. Hükümet böylece meseleyi halletmeyi ummuştu. Ancak savcılık makamı, el çektirilen savcısına desteğini açıkladı ve Fidan ile diğer gizli servis yetkililerinin ifade vermesi gerektiği görüşünü tekrarladı. Bunun üzerine hükümet, istihbarat teşkilatının veya Başbakan Erdoğan’ın özel olarak görevlendirdiği şahısların Başbakan’ın izni olmadan soruşturulmasını ve ifadelerinin alınmasını yasaklayan bir kanun teklifi hazırladı. Teklif Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edildi ve akabinde hemen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylandı.

Muhalefet bu yasaya, Başbakanlık makamını güçlendirdiği ve ona, ikinci bir “derin devlet”i güvence altına almayı kolayaştırdığı gerekçesiyle karşı çıkıyor. Muhalefetin düşüncesine göre kanun, yasadışı pratiklerin örtülmesine hizmet etmektedir ve demokrasiyle bağdaşmamaktadır. Muhalefet, hükümetin geçmişte istihbarat elemanlarının ifadeye çağrıldığı hallerde herhangi bir karşı tasarrufta bulunmadığına dikkat çekiyor. Peki bu adıma neden şimdi gerek duymuştur? Muhalefet, bunun yerine özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasını önermektedir. Hükümetin geçmişteki benzer durumlarda Başbakan’ın iznini talep etmediğine dikkat çekmektedir. Şimdi kamuoyu bu olayın kime yaradığı üzerine kafa yorarak bu inanılması güç hadisenin arka planını anlamaya çalışmaktadır.

Şu anda medyada iki yorum ağır basmaktadır:

İlk yoruma göre Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması ancak Kürt meselesi bağlamında anlaşılabilir. Bunun “şahinler”le “güvercinler” arasında bir çatışma olduğu söylenmektedir. “Erdoğan’ın adamı” ifadeye çağrılarak hükümetin ikinci bir Kürt Açılımı planları boşa çıkartılmak istenmiştir buna göre, çünkü hükümetin kendisi de KCK davası bağlamında “çığrından çıkan” tutuklama dalgalarından rahatsızdır.

Ancak Erdoğan hükümeti, geçtiğimiz yıl Kürt muhalefeti kriminalize eden önlemleri kınadığı işaretini hiç vermedi. Tersine, Erdoğan sürekli olarak bu yolu sonuna kadar götürmek istediğini açıkladı. Ragıp Zarakolu veya Büşra Ersanlı gibi aydınların tutuklanması dahi hükümette görünür bir rahatsızlık yaratmadı.

Adalet Bakanı Ergin, şu sıralarda meclis komisyonlarında görüşülmekte olan bir reform paketi hazırlamıştır. Kapsamlı reformlarla tutukluluk sürelerinin kısaltılacağı anlaşılıyor. Ancak muğlak terör tanımına dokunulmayacağı sanılmaktadır. Bu yapılmadığı sürece özel yetkili mahkemeler varlığını sürdürecektir. Bu reformlar doğru yönde atılmış adımlar olmakla beraber, yetersiz kalmaktadır.

İkinci yorum ise Başbakan Erdoğan ile Fethullah Gülen hareketi arasında uzun süredir alttan alta süren ve şimdi gün yüzüne çıkan bir çatışmadan yola çıkıyor. Bu da yargıya ve polis teşkilatına yayılarak tutuklama dalgalarından sorumludur. Ayrıca Gülen hareketi Kürt sorununda sertlikten, AKP ise daha faklı bir yol izlemekten yanadır. Gülen cemaatinin artık hükümetin denetiminden çıktığı ve gücünü yaygınlaştırmaya çalıştğı iddia edilmektedir.

Hatta bazı yorumcular, AKP’nin Erdoğan’ın yeni yasa tasarısı mecliste oylanırken Gülen’e yakın milletvekillerinin buna destek vermeyeceğini iddia etmiştir. İktidar kavgasının bu boyutlara taşınacağına dair bugüne kadar herhangi bir işareti yoksa da ve benim görüşüme göre Erdoğan’ın mecliste kendi politik çizgisini kabul ettirme kudretinden şüphe duymaya bir neden olmasa da, somut konularda AKP içindeki farklı akımlar veya AKP ile Fethullah Gülen cemaati arasında görüş farklarının ortaya çıkabileceği göz önünde bulundurulması gereken bir notadır. Ancak Fethullah Gülen cemaatinin gerçekte ne kadar kuvvetli bir politik aktör olduğu ve AKP’den hangi noktalarda ayrıldığını söylemek, belirgin değildir.

İstihbarat teşkilatının başkanını, hükümeti önceden haberdar etmeksizin KCK’nın suç oluşturan eylemleriyle ilişkilndiren bazı ipuçlarına dayanarak ifadeye çağırmak , hükümeti zor durumda bırakmıştır. Siyasi yorumcuların hiç biri bu olayı bugüne kadar ikna edici bir şekilde açıklayamamıştır. Hükümet savcıyı geri çekerek ve böyle bir olayın yasa yoluyla tekrarlanmasının önüne geçerek en azından somut bir durumda hareket kabiliyeti ve politik irade sahibi olduğunu kanıtlamıştır. Bu hareket kabiliyetini geçmişte başka konularda da gösterebilirdi.

Nekahat devresini geride bırakarak görevine dönen Başbakan Erdoğan medyayı, ülkede kriz varmış gibi göstermeye karşı uyarmakta ve olağan gündeme devam etmeye çağırmaktadır. Başbakan artık yeni yetkilerle de donatılmıştır. Bunun, muhalefetin korktuğu gibi, ülkede bir otoriteryanizmi mi daha ileri götüreceği, yoksa başka bir yoruma göre, denetimden çıkmış bir yargının bu şekilde yeniden kontrol altına mı alındığı, önümüzdeki aylarda anlaşılacaktır.

Ahmet Altan bu günlerde bir yazısında, bu çözümün neden kalıcı olmayacağını anlattı: Altan’a göre bu, bir eve devamlı yeni odalar ekleyerek onun statiğini bozmaya benzeyebilir. Statiği bozulan ev ise bir gün zorunlu olarak yıkılabilir.