Türkiye’de sanatta ifade özgürlüğü ve sansürün bugünkü hali

PDF

Bu yazıda, Türkiye’de farklı aktörler tarafından farklı yöntemlerle sanata uygulanan sansür vakalarının araştırıldığı, web sitesi aracılığıyla belgelendiği ve tartışıldığı Siyah Bant projesinin1 yöneticisi olarak, AKP’nin kültür politikalarının sanatta ifade özgürlüğüne etkisine dair bir analiz yapmayı amaçlıyorum.

Siyah Bant’ta sansür kavramı geniş anlamıyla kullanılmaktadır. Sadece yasalarla değil, farklı aktörlerle uygulanan çeşitli sansür yöntemlerinin tümünü kapsar. Cezalandırma, yasaklama, hedef gösterme, tehdit etme, korkutma, aşağılama, engelleme, saldırı, gayrimeşrulaştırma, ötekileştirme sansür vakalarında kullanılan yöntemlerdendir. Sansürü uygulayanlar arasında devlet kurumları, politik gruplar, partiler, devletin çıkarını gözeten bireyler, mahalle örgütlenmeleri, kültür-sanat kurumları, küratörler, meslek örgütleri, sektör temsilcileri, fon veren kuruluşlar sayılabilir.

Sanatta sansürün her ülke ve yönetimde var olduğunu, sadece aktörlerinin, yöntemlerinin farklılaştığını göz önünde bulundurursak, belirli bir siyasi döneme dair analiz yapmanın ancak sansür vakalarının bir araya getirilmesi, yakından incelenmesi, başka sansür vakaları ile karşılaştırılması, söz konusu siyasi dönemin söylemi ve pratikleriyle ilişkilendirilmesi ile mümkün olabileceğini söyleyebiliriz.

İlk olarak, daha kapsamlı düşünülmesi gereken, 2009 yılından beri süregelen KCK tutuklamalarına paralel olarak, Batmanlı bir insan hakları aktivistinin tarif ettiği üzere, devletin Kürt bölgesindeki sanatçılara karşı krimanilize, marjinalize ve terörize etme amacıyla yürüttüğü sistematik baskı politikasıdır.

Yeni Özgür Politika gazetesinde 10 Nisan 2010 tarihinde çıkan habere göre2, Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi Bahar Kültür Merkezi’ne (BKM) bağlı, Batman’ın ilk Kürtçe müzik grubu ile tek Kürtçe tiyatro grubunun 13 üyesine Batman’daki Kültür Sanat Festivali, Newroz kutlaması ve basın açıklamalarına katılarak gösteri yaptığı, şarkı söylediği erbane ile halkı coşturduğu için haklarında ‘2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüş Kanunu’na muhalefet etmek’ten dava açıldı ve sanatçılar ‘sanat yapmama’ cezasına çarptırıldı. Sanatçıların beş yıl boyunca herhangi bir sosyal etkinlikte tiyatro yapması, def çalıp, şarkı söylemesi yasaklandı. Siyah Bant Projesi kapsamında bu sanatçılarla yaptığım görüşmede, bu cezanın münferit olmadığını, kültür merkezindeki sanatçıların neredeyse hepsine, basın toplantısına katılma, slogan atma, şarkı söyleme, Newroz kutlamalarında sunuculuk yapma gibi gerekçelerle ‘terör örgütünün propagandasını yapmak’, ‘örgüt üyeliği’ gibi suçlamalarla birçok sayıda dava açıldığını, iki sanatçının tutuklu olduğunu, bir kısmının ise ‘Denetimli Serbestlik Yasası’ sayesinde serbest bırakıldığını öğrendim. Denetimli serbestlik, sanatçıların belli bir süre tüm sosyal hayattan men edildiği, karara uymadıkları takdirde haklarında verilmiş cezayı çekmesi için tutuklanacağı anlamına geliyor. Sanatçılar üzerindeki baskıya ek olarak, kültür merkezinin halk üzerindeki olumlu etkisini kırmak ve meşruiyetini zedelemek için eğitim programına katılan gençler tehdit ediliyor ve engelleniyor.

Zira, sadece Kürt bölgesiyle sınırlı olmayan baskı ve engellemelerin arka planı İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in ‘terörü besleyen arka bahçedeki otların iyi teşhis edilmesi gerektiği’ni ifade ettiği konuşmada görülebilir:

‘...ancak terör örgütünün yürüttüğü çalışma sadece dağda, bayırda, şehirde, sokakta, gece arka sokaklarda haince pusu kurarak yaptığı saldırılardan ibaret değil, sadece silahlı terör değil. Bunun bir başka ayağı daha var. Psikolojik terör var, bilimsel terör var. Terörü besleyen arka bahçe var. Bir başka ifadeyle propaganda var, terör propagandası var. Terörü masum ve haklı gösterme gayreti var. Bir kısmı bu yapıyı görmüyor, göremiyor. Birileri de bildiği halde saptırma yaparak, kendine göre gerekçeler göstererek, makulleştirerek destek veriyor. Neyiyle veriyor, belki resim yaparak tuvale yansıtıyor. Şiir yazarak şiirine yansıtıyor, günlük makale, fıkra yazarak oralarda bir şeyler yazıp çiziyor. Hızını alamıyor terörle mücadelede görev almış askeri, polisi doğrudan çalışmasına, sanatına konu yaparak demoralize etmeye çalışıyor. Terörle mücadele edenle bir şekilde mücadele ediliyor, uğraşılıyor. Terörün arkadan dolanarak arka bahçede yürüttüğü faaliyetler ki arka bahçe İstanbul’dur, İzmir’dir, Bursa’dır, Viyana’dır, Almanya’dır, Londra’dır, her neyse, üniversitede kürsüdür, dernektir, sivil toplum kuruluşudur’.3

İçişleri Bakanı’nın bu konuşması, ifade özgürlüğü hakkını koruyan yasaların uygulanmasıyla ilgili devletin taşıdığı sorumluluktan vazgeçilmesi anlamına gelmekte, hatta devletin demokratik kurumları, eğitim kurumlarını ve sanatçıları hedef göstererek gerek bizzat devlet kurumları gerekse devletin çıkarlarını gözeten bireyler tarafından sansürün yaygınlaştırılmasını teşvik etmektedir.

Diğer bir nokta, devletin, en son tiyatroların özelleştirilmesi tartışmasında da görüldüğü üzere4, keyfi hareket etmesi ve kararlarını çeşitli stratejilerle meşrulaştırmasıdır. Devlet, kendine bağlı çalışan tiyatroların içerik, organizasyon sorunlarının tespiti ve iyileştirilmesi yerine, çözüm sürecine ana aktörleri dahil etmeden aniden yürürlüğe koyduğu bir yönetmelikle organizasyon yapısını değiştirmiş, repertuvar oluşturma görevini sanat yönetmeninden alıp, kendi atadığı bir bürokrata vermiştir. Bu süreç, tiyatroların halkla ilişkisinin kopuk olması ve izleyici sayısının düşüklüğü gibi spekülatif nedenlerle meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Benzer bir şekilde, sansür birçok aktör tarafından keyfi bir şekilde uygulanmakta, her zaman sansür olarak adlandırılmamakta ve ‘toplumun hassasiyetleri’ gibi gerekçelerle meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Bunun bir örneğini, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kars’taki İnsanlık Anıtı5 hakında verdiği yıkım kararında görebiliriz. Başbakan’ın Kars gezisinde ‘ucube’ diye nitelendirdiği İnsanlık Anıtı’nın, türbeye yakın olduğu gerekçesiyle toplumsal değerleri zedelediği öne sürülmüş ve Erdoğan’ın anıtın yıkılmasına yönelik beyanından kısa bir süre sonra anıt yıkılmıştı. MHP tarafından anıtın yıkılması için birkaç yıldır yürütülen kampanya ve davaya rağmen bu kadar kısa sürede yıkılmasının asıl sebebi, Başbakan’ın genel seçimlerden önce Ermenistan sınırında yer alan ve bir şekilde Ermenistan ile Türkiye arasında barışa işaret eden bu anıtı kaldırarak kendi gücünü pekiştirmekti.

2010 yılında Özel Yula’nın metnini yazdığı, Biriken Grubu’nun yönettiği ‘Yala ama Yutma’ adlı oyunda6 gördüğümüz üzere, iktidarın bu söylemini içselleştiren çeşitli cemaatler ve yayın organları, toplumsal hassasiyetlerini öne sürerek tehdit etme, engelleme, hedef gösterme gibi yöntemlerle sansür uygulamaktadır. Bir meleğin kendini Türkiye’de porno film setinde oyuncunun bedeninde bulmasını anlatan oyun hakkında Vakit gazetesi ‘Ahlaksız Oyun’dan tahrik dolu mesajlar’ başlığıyla ‘Sağduyulu müslümanlar, ahlaksız tiyatronun oynanmadan kaldırılmasını istiyor’ diye haber yaptı. Gazetenin art arda yaptığı haberlerin etkisiyle oyun ekibi, Emniyet’ten koruma talep etti. Emniyet’e gittikleri gün Beyoğlu Belediyesi görevlileri Kumbaracı 50’ye geldi ve ‘yangın merdiveni olmadığı’ gerekçesiyle tiyatroyu mühürledi. Sanatçılar ile tiyatroya elektronik posta ve telefon yoluyla yapılan tehditler artınca ekip oyunu oynamamaya karar verdi. Kumbaracı 50 mekanda gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra ruhsat verildi ve tiyatro yeniden halka açıldı. Biriken Grubu, oyunu sadece İDANS kapsamında ‘yeni eser’ başlığıyla, çok fazla duyurmadan bir gün içinde iki kez ve yurtdışında bir kez oynayabildi.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın bu vakalarda yaptığı açıklamalara bakıldığında, sanatta ifade özgürlüğünü destekleyen sözlerinin yanında, sanatın da toplumsal hassasiyetlere saygı göstermesi gerektiğinin altını çizdiği, bu bakış açısıyla bakanlığın anayasa ile garanti altına alınmış sanatı ve sanatçıyı koruma görevini gerçekleştirmediği görülebilir.

Burada sorulması gereken, toplumsal hassasiyetlerin varlığından çok, hangi toplumsal hassasiyetlerin sansürü meşrulaştırmak için kullanıldığı ve hangi değerlerin yeniden üretildiğidir7. Bu soruları, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekteteri Mustafa İsen’in ‘muhafazakar sanat’ın yapısını oluşturmaya yönelik yükümlülüğünü belirten 25 Mart tarihli açıklaması8 çerçevesinde değerlendirirsek, iktidarın gelecekteki kültür politikalarını nasıl şekillendireceğine ve hangi stratejilerle bu politikaları meşrulaştıracağına dair bir ipucumuz olabilir.

Dipnot

  1. Daha fazla bilgi için www.siyahbant.org sitesini ziyaret edebilirsiniz.
  2. Site şu anda erişime kapalıdır. Bkn. http://www.yeniozgurpolitika.org/
  3. CnnTurk, 26.11.2011, http://www.cnnturk.com/2011/turkiye/12/26/icisleri.bakanindan.yeni.teror.tarifleri/642042.0/index.html
  4. Arşiv için Bkn. http://www.siyahbant.org/?p=990
  5. Arşiv için Bkn. http://www.siyahbant.org/?p=670
  6. Arşiv için Bkn. http://www.siyahbant.org/?p=630
  7. Karaca, Banu (2011): When Duty Calls...: Questions of Sensitivity and Responsibility in Light of the Tophane Events’, Red Thread, No:3, p 40.
  8. GazeteVatan, 25 Marts 2012, http://haber.gazetevatan.com/muhafazakar-sanatin-yapisini-olusturmaliyiz/439012/1/Haber