Türkiye doğal ve insan yapımı felaketlerden etkilenenlere
verilen insanî yardımı da içeren resmî kalkınma yardımının önemli bağışçılarından
biri haline geldi. 2011’de 1,3 milyar ABD dolarıyla Türkiye dünya genelinde
yedinci en büyük bağışçı olurken, 2012’de ise esas olarak Türkiye›ye kaçan
Suriyeli mültecilere verilen yardımla dördüncü en büyük bağışçıydı.1
Türkiye’nin 2011 resmî
kalkınma yardımının yaklaşık beşte biri insanî yardım olarak kullanıldı. Bu
kalemin çoğu Türkiye’nin tarihî ya da dinî bağları olan bölge ülkelerine
gidiyor. Bunlar arasında Pakistan, Irak ve Lübnan’ın yanı sıra Orta Asya ve
Balkan ülkeleri de var. Türkiye’nin insanî yardım ve kalkınma desteği Somali
örneğinde özellikle belirgindi. Türkiye’nin bu ülkeye sağladığı destek tüm
diğer destekçilerin bağışlarının toplamından yüksekti. Bölgesel aktör olmaya
yönelik hamleleri de Türkiye’ye insanî yardım ve teknik destek konusunda
küresel aktör olma özgüveni aşılıyor.2
Mevcut büyük
bağışçılarla karşılaştırıldığında, Türkiye’nin kalkınma yardımlarının iki ülke
arasında gerçekleştiği göze çarpıyor. Türkiye kalkınma ve destek yardımlarının
çok küçük bir kısmını Birleşmiş Milletler ve benzeri çokuluslu kurumlara
yönlendiriyor. Ülke tarafından verilen çokuluslu yardım 2010’da 1 milyar doların
yüzde 5’i iken, 2011’de bu miktar 1.3 milyar doların yüzde 3,5’ine indi.
Bu konuyla
bağlantılı önemli bir nokta ise fonların alıcı tarafından ne şeffaflıkta kullanıldığı.
Türkiye hem aldığı hem de bağışladığı fonlar söz konusu olduğunda, diğer büyük
donörlerin hesap verme mekanizmaları ve kültüründen yoksun.
Türkiye ile
ABD ve AB gibi diğer büyük donörler arasındaki üçüncü büyük fark ise
Türkiye’nin evrensel değerler üzerine kurulu insanî prensipler ve insanî yardımın
aktarılma şekline vurgu yapmaması.3
Konuyla ilgili devlet dairelerinde kilit konumlara sahip bireyler dahi
insanî yardım prensipleri ve uluslararası sistemin işleyişi konusunda çok az
bilgiye sahip. Bu nedenle, sivil toplum kuruluşları (STK) gibi diğer aktörlere
açık alan çok kısıtlı.
Türkiye’de sivil toplum
Türkiye Cumhuriyeti
Osmanlı İmparatorluğu’nun güçlü devlet geleneğini miras aldı.4 Yeni cumhuriyetin genç bürokratları “devletin
sivil toplum üzerindeki hükümranlığını varsayan ve meşruiyet tekeli ile
otoriteyi sosyal ve ekonomik elitlerin pahasına devlet elitine teslim eden eski
babaerkil geleneğin varisi” oldular.5 Devlet inşasının köklü bir siyasî kültür
teşkil ettiği ülkelerde STKlar devlet otoritesi ve toprak bütünlüğünü zayıflatan
kaynaklar olarak algılandı.6 Türkiye devleti de toprakları
içerisindeki devlet dışı aktivitelerin varlığı ve işleyişini kontrol edegeldi.
Türkiye’nin
siyasî tarihi boyunca ordu ve bürokrasi güçlü devletin ana taşıyıcıları oldu,
ekonomik ve sosyal kalkınma girişimlerini kontrol ettiler. Devletin ulus inşa
etme stratejileri geleneksel olarak aşağıdan gelen sosyal ve siyasî katılımın
meşru derecelerini belirledi. Aşağıdan gelen hareketlilikler 1995’e kadar
devletin sıkı kontrolü altında kaldı, 1995’te sivil toplum kuruluşlarının
işleyişini düzenleyen yasa değiştirildi. Bu tarihten itibaren, ülkedeki
demokratikleşme dalgalarıyla paralel olarak devlet ve askerî elit sivil toplum
üzerindeki kontrollerini gevşetmeye başladı.7
Devlet dışı
faaliyetlerin ilk türü olan vakıf faaliyetleri tarihî olarak camiler etrafında
şekilleniyor ve “inananların ruhanî ve maddî refahı”na hizmet ediyordu.8
Osmanlı İmparatorluğu’nun reformlarıyla vakıfların dinî temeli çözülmeye başladı.
Laikleşme Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla üst noktasına ulaştı. Ancak, din
ve akrabalık değerleri Türkiye toplumu için önemli bağ kaynakları teşkil etmeye
ve resmî derneklerin yanı sıra gayri-resmî ağların kurulmasında kilit rol
oynamaya devam ediyor. Türkiye›deki sivil toplum kuruluşlarının çoğu hâlâ bu
tür bağlar ve ağlar üzerine kurulu.9
Muhafazakâr
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) demokratikleşme paketleri çerçevesinde vakıfların
dinî temelli faaliyetleri de toplumsal alana geri dönüş yaptı. Buna insanî yardım
faaliyetleriyle meşgul hayır kurumları ve dinî temelli kurumlar da dahil.
Özellikle son on yılda Türkiye›deki dinî temelli vakıflar felaket ve
yoksulluktan etkilenenlere yardım götüren bölgesel ve küresel aktörler haline
geldi.10
Bu gelişmenin
kaynağı son yıllarda Türkiye’de dinî temelli ekonomik faaliyetlerin yükselişte
olması.11 İslamî elitin ekonomik refahının artmasıyla birlikte, bu
gelirin bir kısmının hayır işlerine harcanması, özellikle de sıkıntı içindeki
Müslüman toplumların acılarını azaltmak sadaka vermenin yollarından biri haline
geldi. Müslüman iş dünyası elitleri yerel, bölgesel ve küresel ölçekteki çoğu
inanç kaynaklı insanî faaliyetin motorunu teşkil ediyor.12
Bir diğer
gelişme ise AKP’nin dünyanın çeşitli yerlerindeki Müslüman toplumlara erişme
isteği oldu. Başbakan Erdoğan’ın kelimeleriyle söyleyecek olursak “yalnızca
Türkiye’nin değil, dünyanın partisi; Mogadişu’dan Saraybosna’ya, Şam’dan
Skopye’ye, Sena’dan Bişkek’e, Abu Dabi’den İslamabad’a, Gazze’den Bingazi’ye,
(…) dünyanın neresinde biri mağdur ise, AKP onun yanındadır.”13
Suriye mülteci krizine tepki
AKP’nin dünyanın çeşitli
yerlerindeki Müslüman mağdurlara yardım etme eğiliminin, hükümet fonlarının
cömertçe ve tek elden Esad rejiminin mağduru olan Sünni çoğunluğa verilmesinde
etkili olduğu anlaşılıyor. Suriye’deki çatışmanın başlamasından bu yana,
Türkiye çok sayıda Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor. Türkiye’deki
Suriyeli mültecilerin sayısı resmî tahminlere göre 700 bin. 612 bin 826 mülteci
Başbakanlığa bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’na (AFAD) kayıtlı.
Kayıtlı mültecilerden 218 bin 530’u güneydeki on ilde 22 kampta ikamet ediyor.14
Gayrı resmî
rakamlar ise Türkiye’de yaklaşık bir milyon Suriyeli mültecinin yaşadığına
işaret ediyor. Mültecilerin ikamet alanları artık yalnızca güney illeriyle sınırlı
değil; İstanbul, İzmir, Ankara ve Mersin gibi büyük şehirlerde gittikçe artan
sayıda Suriyeli görülüyor. Ancak, ülkedeki Suriyelilerin büyük ölçüde sabit
olmaması kesin rakamlara ulaşmayı zorlaştırıyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler
Yüksek Komisyonu (BMMYK) AFAD’a Suriyeli mültecilerin kayıt işlemlerinde destek
olmak üzere 23 mobil kayıt birimi oluşturdu.
Türkiye’deki
mülteci kamplarına yerleştirilen Suriyelilerin kalacak yer, yemek, su, hijyen
ve tıbbî ihtiyaçları ile psiko-sosyal faaliyetler devlet yetkilileri tarafından
temin ediliyor. Kampların dışında yaşayan ya da sınır bölgelerinde
bekleyenlerle karşılaştırılınca, bu grubun ihtiyaçları iyi koşullarda sağlanıyor.
Devlet dışındaki
aktörlerin kamplara erişimi kısıtlı. Kampları ziyaret etmek ve koşulları görmek
isteyenlere bazen özel izin veriliyor, ancak bu durumda mültecilerle iletişim sınırlı
kalıyor. Dolayısıyla, kampları denetlemek zor. Hükümetlere teknik destek
sağlamakla görevli Birleşmiş Milletler birimleri için de aynı durum geçerli.
BMMYK kayıt ve gönüllü geri dönüşleri konusunda teknik destek veriyor ve asıl
olarak non-refoulement (geri göndermeme) ilkesinin ihlal edilip edilmediğini
denetliyor. Birimin kamplara erişimi ve buradaki koşullar ve faaliyetleri
denetleme imkânı kontrol altında. UNICEF de yalnızca dolaylı destek ve Türkiye
Kızılayı ve AFAD görevlilerine kapasite eğitimi verilmesi gibi faaliyetler
gerçekleştirebiliyor.
Kamu
yetkilileri açısından ideal durum Türkiye’ye sığınan tüm Suriyeli mültecilerin
tamamen hükümetin kontrolü altındaki kamplara yerleşmesi olurdu. Ancak,
kamplardaki yüksek standartlara rağmen, mülteciler – özellikle de Suriye›de barış
ve evlerine geri dönme umudu gittikçe uzaklaşırken – hareket edebilme
özgürlüğüne ve yeni hayatlar kurma fırsatına sahip olmayı tercih ediyor.
Türkiye Nisan
2012’de açık kapı politikası ve mültecilerin istekleri dışında geri
gönderilmemesi prensipleri çerçevesinde Suriyeliler için “geçici koruma”
mekanizması oluşturdu. Mekanizma kamplarda yaşayanlara tüm hizmetlerin
verilmesi anlamına geliyor. Ancak, kampların dışında yaşayan nüfusun haklarına
ilişkin belirsizlikler mevcut. Kampların dışında yardım talebinde bulunan
Suriyelilere “kamplara gitmeleri” söyleniyor. Bu duruma rağmen, Suriyeliler enformel
işlere erişimin yollarını buluyor, mevsimsel tarım işi ve fabrikalarda gündelik
iş gibi düşük ücretli işler yapıyorlar.
Mülteci
kampları kurulurken Suriyelilerin kısa bir sürede ülkelerine döneceği varsayılıyordu.
Suriye’deki çatışmanın uzamasıyla birlikte Türkiye mülteci krizine parça parça
çözüm üretiyor. Kamplar dışında yaşayan Suriyeli mültecilerin kaydedilmesi de
bu yaklaşımın bir parçasıydı. Kayıt süreci ücretsiz tıbbî hizmet hakkı olanların
tanımlanması için başlatıldı. Hükümet bu hakkı Ocak 2013’te sınır illerindeki
valilere ilettiği bir genelgeyle duyurdu.
Benzer bir
genelge Eylül 2013’te yayınlandı. Bu genelgeyle mültecilerin yoğun olduğu
bölgelerde Suriye yurttaşları için okulların kurulması ve faaliyet göstermesine
izin verildi. Ancak, Suriyeli mülteci nüfusunun ihtiyaçlarının korunmasına
yönelik siyasa ve mekanizmalarda eksikler halen mevcut. Milli Eğitim Bakanlığı
ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Suriyeli mültecilere insanî yardım
sağlanmasında bütüncül bir plan oluşturulmasına dahil değil. Nisan 2013’te
Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun kabul edilmesiyle bu eksik kısmen
giderildi. Kanun İçişleri Bakanlığı bünyesinde Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün
kurulmasını öngörüyor. Genel müdürlüğün ana görevi kamplarda yaşamayan göçmenlerin
ihtiyaçlarının karşılanması olacak, kamplardaki hizmetlerden AFAD sorumlu
olmaya devam edecek.
Kendisini
insanî yardımın asıl ve tek sağlayıcısı olarak gören hükümet Suriye mülteci
kriziyle ilişkili olarak yerel, ulusal ve uluslararası yardım örgütleri ve
diğer aktörlerin varlığını kabul etmek zorunda kaldı. Hükümetin felaket yardımı
alanındaki STK’ları “akredite” etme konusunda gösterdiği sınırlı ilerleye
rağmen, Suriyeli mültecilerin sayısındaki sürekli artış diğer aktörleri meşru
kabul etme ve tanıma konusunda esnekliğe yol açıyor.
Sınır alanlarında
(çoğu sınır ötesi yardım sağlayan) uluslararası yardım örgütlerinin çoğalmasıyla
birlikte, 2013’ün yaz aylarında hükümet etkin bir rol aldı ve tüm örgütlerin
kayıt sürecini tamamlamasını talep etti. Hangi örgütlerin kaydedildiğine dair
tutarsızlıklara rağmen, Türkiye hükümeti Türkiye’de ve Türkiye üzerinden
Suriyeli mültecilere yardım sağlayan bir düzineyi aşkın uluslararası STK’yı
resmî olarak tanıyor. AFAD ulusal ve uluslararası kayıtlı STK’lar tarafından
sağlanan yardımı takip etmek için uluslararası bir veri tabanı oluşturdu, ancak
sistemin başarısız olması nedeniyle hükümet bu aktörlerin faaliyetlerini tam
olarak kontrol edemiyor.
Hükümetin
diğer aktörleri kabulüne dair bir diğer önemli gelişme Gaziantep’te gerçekleşen
BM koordinasyon toplantıları. Aralık 2013’ten bu yana BM birimleri çeşitli
bölgelerde yaptıkları toplantılarda Suriyeli mültecilere Türkiye ve Suriye’nin
kuzeyinde yapılan yardıma dair bilgi paylaşımında bulundu. Bu gelişme
Türkiye’deki Suriyeli mülteci krizine dair çok-aktörlü bir yaklaşımın yolunu
açma imkânına sahip.
İlerlemeler ve eksikler
Suriye krizinin başlamasından
üç sene sonra bugünlerde, Türkiye hükümeti Suriyeli mültecilerin ihtiyaçları ve
hakları konusundaki sorumluluğunu paylaşmanın yollarını arıyor. İnsanî yardım
alanını yavaş ve dikkatli bir biçimde diğer aktörlere, özellikle de insanî yardım
kuruluşları ve BM birimlerine açarak Türkiye iyi yönetişim konusunda ilerleme
kaydetti. Bunun yanı sıra, hükümet böyle bir krize hazırlıklı olmadığı için
kriz sırasında gerekli yapı ve siyasaları üretmeye çalışıyor. İdeal olmamakla
birlikte, bu durum Türkiye›nin bir yandan göçmenlerin ihtiyaç ve haklarına
yaklaşımını düzeltmeye çalıştığını, bir yandan da diğer aktörlerin önemini fark
ettiğini ima ediyor.
Bu olumlu
gelişmelere rağmen, Türkiye hükümeti insanî yardım ve resmî kalkınma yardımı
konusunda attığı adımlara dair bilgiye erişimi mümkün kılma ve hesap
verilebilirlik kültürünü benimseme konusunda ilerleme kat etmeli. Bilgiye
erişimin açık olmaması ulusal ve uluslararası aktörlerin insanî faaliyetlerinin
önünde engel teşkil ediyor. Türkiye ayrımcılık karşıtlığı, tarafsızlık ve hesap
verebilirlik gibi insancıl prensipleri benimsemeli; uluslararası insanî sistemi
ve bu sistemin işleyişini, sorumluklarını ve bu sorumlulukların diğer büyük
aktörlere ilişkin ima ettiklerini kabul etmeli. Bu gereklilik, Türkiye›nin
bilgi paylaşımı ve resmî kalkınma yardımının koordinasyonunda, özellikle de
yardım alıcılarla ikili ilişkilendiği için, daha etkin olması gerektiğini bir
kez daha hatırlatıyor.
1 Directorate of Turkish Cooperation and Coordination Agency (2011): Report on Turkey’s Official Development
Aid
2 Binder,
Andrea, Meier, Claudia, and Steets, Julia (Aug 2010): Humanitarian Assistance:
Truly
Universal? A Mapping Study of
Non-Western Donors, GPPi Research Paper No. 12
3 http://www.goodhumanitariandonorship.org
4 Mardin,
Şerif (1991): Türk Modernleşmesi [Turkish Modernization], Istanbul: İletişim Yayınları, p. 65-66.
5 Kazancigil,
Ali (1997): The Ottoman-Turkish State and Kemalism in Kazancigil A. and Ozbudun
E. (ed.): Ataturk, Founder of a Modern State, London: Hurst, p. 48.
6 Wapner,
Paul (1995): Politics Beyond the State: Environmental Activism and World Civic
Politics. World Politics. 47, p. 335.
7 Hazama,
Yasushi (1999): Civil Society in Turkey in Aspects of Democratization in
Turkey, Tokyo: Institute of Developing Economies, p. 70.
8 Van
Leeuwen, Richard (1999): Waqfs and Urban Structures: The Case of Ottoman
Damascus, Leiden: Brill, p. 67.
9 White,
Jenny B. (1996): Civic Culture and Islam in Urban Turkey in Civil Society:
Challenging Western Models, eds. Chris Hann and Elizabeth Dunn, London:
Routledge.
10 Atalay, Zeynep (2013):
Civil Society as Soft Power. Islamic NGOs and Turkish foreign policy. Turkey
between Nationalism and Globalization. R. Kastoryano, Routledge.
11 Demir,
Ömer, Acar, Mustafa and Toprak, Metin (Nov. 2004): Middle Eastern Studies, Vol.
40, No. 6, p. 166-188.
12 Binder,
Andrea and Erten, Ceyda (Oct. 2013): From dwarf to giant – Turkey’s
contemporary humanitarian assistance, GPPi Research Paper, p. 1.
13 http://www.thenational.ae/news/world/europe/turkey-moves-ahead-with-new…
14 http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.php?id=224
--------------------------------------------------------------------------
Sema
Genel
Hindistan,
Afganistan, İran ve Pakistan’da yapılan insanî yardım ve uluslararası kalkınma
projelerinde yer aldı. 2005’te Hayata Destek adlı İstanbul merkezli tarafsız
insanî yardım örgütünün kurucu üyesi ve direktörü oldu. Doktorasını siyaset bilimi
ve kamu idaresi dalında yapan Genel, çeşitli üniversitelerde kültürel
antropoloji ve “İnsanî Sistemde Sivil Toplum Örgütlerinin Rolü” konusunda
dersler verdi.