Suriyeliler kendi kendilerini yönetmeye yelken açtı

PDF

17 ayı aşkın süren Suriye İsyanı, kan ve gözyaşı dökmeye devam ederken Halep’te yoğunlaşan çatışmalar beni de bu yıl içinde ikinci kez bu ülkeye çekip, götürdü. Suriye’ye ilk ziyaretim 2012 yılının Ocak ayının son iki haftasında gerçekleşmiş, isyanın giderek yayıldığı ama bugün Şam ve Halep gibi bu ülkenin en büyük iki şehrine henüz sıçramadığı o dönemde, başkentin Harasta, Sakba, Kabun ve Duma gibi çevre semtlerinde devrimci kesimin hem silahlı hem de silahsız üyelerini bizzat izleme imkânını yakalamıştım.

O dönemki ziyaretim tam da Arap Ligi misyonunun Suriye’den çekilme kararını aldığı zamana denk gelmişti. İki hafta süren ziyaretimde, Suriye rejiminin özellikle Sünni Araplar’ın yaşadığı bu kesimlerde yaşattığı sistemik baskıya ve o dönemde oldukça yaygın hale gelen protesto gösterilerine yaptığı ölümcül müdahalelere de bizzat şahit olmuştum. Biri Şam’a yarım saat uzaklıktaki ve isyancıların sıkı bir şekilde desteklendiği Duma’daki cenaze töreni ve diğeri de başkente sadece 10 dakikalık araba seyahati uzaklığındaki Kabun semtindeki silahsız gösteriye, rejim güçlerinin yaptığı silahlı saldırılarının arasında kalmış, Kabun’da bir kişinin, Duma’da ise yedi kişinin öldürülüp, onlarcasının yaralandığı olaylarda, ben de canhıraş bir şekilde kendime saklanacak yer aramıştım. Rejimin güvenlik güçlerinin ellerindeki tüm imkânları kullanarak bastırmaya çalıştığı isyan dalgası, nihayet beni de yakalamış, Şam merkeze 15 km uzaklıktaki Harasta semtinde 26 Ocak gününün gecesinde yaşanan çatışmalar sonucunda, rejim güçleri galip gelerek, semtteki birçok eve baskınlar düzenlemiş, bu esnada benim silahsız bir muhalifle bulunduğum ev de basılmış ve ardından tutuklanarak, Suriye’den gönderilmiştim.

Suriye’deki bu tutuklanma olayından sonra, ismim yasaklılar listesine girmiş olduğu için, resmî yollardan ülkeye girişim mümkün değildi. Böyle olsa da, Halep’in merkezinden başlayarak, Kuzey tarafı isyancıların elinde bulunduğundan dolayı, bu kez, yanımda bir İngiliz düşünce kuruluşunda çalışan Michael Weiss ve bize rehberlik de yapan Mahmoud Elzour ve ayrıca Suriye rejimini geçen Şubat ayında terkederek isyancılara katılan Yüzbaşı Yusuf (Yüzbaşı Yusuf, 15 Ağustos günü, Halep’in Selahattin mahallesinde Suriye rejimi ile girişilen çatışmalarda, bir tank ateşi ile hayatını kaybetti) ile Suriye’ye Kilis’den ve illegal yolla geçiş yaptık. 50 yaşlarının başlangıcında olan Mahmoud’un, son yirmi yıldır ABD’nin Atlanta kentinde bir inşaat sektörüne araç yedek parçaları satan başarılı işini devrederek Antakya’ya geldiğini, buradan kendi ve bulabildiği diğer finansal kaynaklarla hayatını Halep’in kuzeyindeki el Bab şehrinde bir bölüğü finanse etmeye adadığını öğrenmiştim.

2 Ağustos 2012 tarihinde kendisi de aslen Antakyalı ve Suriye üzerinden taşımacılık işi yapan ama bu ülkedeki olaylardan dolayı işleri duran Cuma’nın Volkswagen markalı minibüsü ile Antakya’dan Gaziantep’in Kilis ilçesine doğru yola çıktık. Cuma, taşımacılık işi sekteye uğradıktan sonraki dönemde, bölgeye gelen yabancı gazetecilere arabaları ile rehberlik yapmaya başlamış. Kendisinin isyan başladığından beri bu bölgelerde mekik dokuması, başkalarından daha önce hiç duymadığım bazı bilgilere de sahip olmasına imkân sağlamış olduğunu fark ettim.

Suriye’ye bu şekildeki ikinci girişimde, sınırdan yaklaşık 35 kilometre uzaklıktaki el Bab’a kadar tüm yolun rejim güçlerinden arındırıldığı görülüyordu. Akşam geç saatlerde vardığımız el Bab’da daha sonraki sekiz gün konaklayacak ve hemen her gün sabahları, Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) bağlı bir üyenin de bulunduğu araba seyahatleri ile Halep’e gidecektik. Son günlerde, içinde yoğun çatışmaların yaşandığını okuduğum Halep’e doğru yola çıkmak, bir taraftan heyecanı diğer taraftan da ürpertiyi her defasında yüreğime taşıdı.

Yaklaşık 200 bin kişinin yaşadığı el Bab, Halep’ten 45 dakika uzaklıkta bulunmasına rağmen çok yakın zamanda rejim güçlerini şehirden dışarı atmış ve şehir halkı, hayatlarında ilk kez tümüyle özgür olmanın tadını çıkarmaya çalıştığı izlenimini verdi. Kaldığım süre içinde yerel halk ve muhaliflerden birçoğuyla görüşme imkânını yakalamak benim için Halep’in devrimci nabzını tutmak adına bulunmaz bir fırsattı. Türkiye’nin rolünden, günlük yaşama, ideallerinden korkularına onlarca soruyu, Ramazan’a denk gelen ve insanların sahur vakitlerine kadar sohbetlere ayırdığı bu ayda, ben de farklı simalara bunları ardı ardına sordum.

Bu küçük denebilecek şehirde, yerel halkın sohbetleri genelde o gün Halep’e gidip gidilmediği, gidildiyse hangi bölümdeki çatışmalara şahit olunduğu ve cepheden gelen bu son haberleri birbiriyle değiş tokuşla başlıyor. Çatışma sohbetlerinden sonra ise eğer varsa, günün protestoları ve diğer görüntülerin youtube’a yüklenmesi veya farklı facebook sayfalarına hangi resimlerin post edildiği, diğer önde gelen sohbet konuları… Rejim güçlerinden, otoritelerinden kurtuluşundan sonra da, el Bab’da yapılması gereken belediye ve yönetim işleri de bir başka tartışılan konu. Bir nargile dükkânında ya da bir muhalifin evinde, televizyonda El Cezire veya Suriye Devrimi haberlerini yoğun şekilde aksettiren Orient TV’den haberler takip edilirken yapılan sohbetler, genelde Teravih namazından sahura kadar sürüyor.

El Bab özgürlüğünü yaşıyor

El Bab’da rejimi protesto gösterileri, ülkenin güneyi Daraa’da ilk protesto kıvılcımlarının yakıldığı 2011 yılının Mart ayından sadece üç hafta sonrasındaki Nisan ayının ikinci cuması, 8 Nisan 2011 tarihinde başlamış ve bu barışçıl gösteriler bir yılı aşkın bir süre, herhangi bir silah kullanılmadan sürdürülmüş. Ta ki bir yıl sonra, bu kez 2012 yılının yine bir Nisan ayının 27’sinde şehir halkı ciddi bir rejim saldırısına uğrayana ve buna ÖSO mensuplarının karşılık vermesine kadar. 2012 yılının Mayıs ayında şehirdeki protesto gösterilerinin giderek büyümesi ve buna karşılık da rejim güçlerinin daha sert bir şekilde müdahale etmesinden dolayı artan tansiyon sonrası, daha çok kan ve mal kaybı meydana gelmeye başlamış. Her şeye rağmen el Bab’ın rejimle asıl kavgası ise Temmuz’un 17’sinde Şam’da meydana gelen bombalama sonrası, Esed rejiminin üç yüksek düzey yetkilisinin öldürülmesiyle şehir halkının meydanlara ve sokaklara spontane şekilde dökülmesi ile olmuş. Bu protestolar kasabadaki birkaç istihbarat ve polis binaları önünde 24 saate yayılırken bir diğer taraftan da şehrin işyerleri de topluca dükkân kapama eylemine girişmiş ve ÖSO milislerini şehre davet ederek, rejim güçleri ile çatışmalara sokmuş. Günlerce süren çatışmalardan sonra ise el Bab’ın “yaşlılar” denen ve rejimle ilişkisini koparmayan şehrin bazı ileri gelenlerinin yardımıyla yapılan bir anlaşma neticesinde ÖSO, rejim binaları çevresindeki kuşatmasını kaldırırken Suriye rejimi istihbarat ve güvenlik güçleri de el Bab halkının özgür protesto eylemine saldırı düzenlemeyeceğine dair söz vermiş. El Bab’ın genç devrimci liderlerinin en önde geleni Barry Al Bab’a göre, bu anlaşma sonrası bir anlamda şehirde rejim güçleri ile halk arasında “sen kendi yoluna, ben kendi yoluma” ana temalı bir anlaşma yapılmış.

Ne var ki bu “karışmama hali” de pek uzun sürmüyor. Örtülü anlaşma ile ÖSO milislerinin kuşatmasından kurtulan rejim güçleri, sonraki ilk Cuma namazı protestolarında anlaşmayı bozarak, yeniden protestoculara saldırıya geçiyor ve böylelikle rejim güçleri ile halk arasındaki son köprü de atılmış oluyor. ÖSO milislerinin Halep’in içine çektiği sokak savaşlarından da cesaret alan el Bab, rejim güçlerini tümüyle şehirden çıkarmak üzere bir saldırı başlatıyor. Yine Temmuz ayının 29’unda, yani benim şehre girişimden sadece birkaç gün öncesindeyse, bu kez el Bab’ın hemen dışındaki Ziraa kasabasında yaklaşık 400 Suriye rejimi gücünü barındıran ve bunun yanı sıra dört veya beş tanka da ev sahipliği yapan askeri kampa yapılan, dört gün süren kuşatma ile çatışma sonrası, milislerin üssü terk edin çağrısına uymayan rejim güçleri, ÖSO milislerinin bir su motorunu binanın altında patlatması ve sonrasındaki baskın sonucunda, tümüyle el Bab rejim kuvvetlerinden arındırılmış oluyordu.

Dolayısıyla benim el Bab’a girişim, şehrin rejim kuvvetlerinin elinden çıkmasının ilk günlerine denk gelmişti. Bu da hiç şüphesiz benim şehirdeki bu “özgürlük” havasını daha yakından ve tazeyken şahit olmama neden oldu. El Bab’dan sadece güvenlik güçleri değil, belediye ve mali hizmetlerini de gören çalışanların terk etmesi ile nüfusu 200 bine yaklaşan bu şehrin çöp toplama hizmetlerinden başlayarak, mahkeme ve emniyeti sağlama da dahil olmak üzere birçok görülmesi elzem işlerinin ele alınması gereken bir “Sivil Konseyin” kurulması çalışmalarını da burada kaldığım sekiz günlük periyodda gün be gün izledim.

Halep’in merkezine inmediğim bazı günlerde, 30 yaşındaki Barry Al Bab, (bu ismi kullanan ve el Bab’daki protestoları en başından beri organize eden genç muhaliflerin liderlerinden) ile birlikte, konuşulan bu “Sivil Konsey”in kuruluş çalışmalarını, toplantılarındaki hararetli tartışmaları izledim, fotoğraflar çektim ve bazı çekimler yaptım. Barry, bu aşamada şehrin “old people” veya “yaşlıları” denen, eski rejimle arasındaki bağları tümüyle eritmemiş kesimi ile protestolara, dolayısıyla devrime en başından beri destek sağlamış “eğitmenleri” arasında, gençler kesimini temsilen, birkaç arkadaşıyla birlikte mekik diplomasisini işliyor ve demokrasinin bu küçük şehirde yeşermesi için enerjisini kullanıyordu.

Sivil Konsey’de görev alan bir başka genç muhalif Abdüsselam’a göre, şimdi Sivil Konsey’in en önemli işi, ÖSO milislerini şehir dışına çıkarmak ve el Bab’daki emniyeti sağlayacak bir polis gücü oluşturabilmek. El Bab’daki son günümdeki Sivil Konsey toplantısında, o zamana kadar anlaşamayan yaşlılar ile eğitmenlerin aynı konseyde, ortak hedefleri güden bir beyaz kağıt üzerine anlaşmış olması, Barry’e göre şehrin rejim sonrasında ve demokrasi yolunda ilk siyasi zaferiydi. Şimdi ise 21 kişiden oluşan konsey, el Bab’ın ilk şehir yöneticisini (the chief manager) seçme çalışmaları yapıyor.

El Bab’ı rejimin güvenlik güçleri ile aynı zamanda belediye görevlilerinin de terk ettiğini düşünürsek, bugün için yaklaşık 200 bin kişilik şehrin hizmetlerini görecek organize bir yapı bulunmuyor. Bunun yerine gönüllülerden oluşan, benim de el Bab’a vardığımız ilk gün akşamı, 12 yaşından 50 yaşlarına varan sivil ve ÖSO mensuplarının, şehrin sokaklarını paylaşarak, çöp toplama işlerini, önceki belediye işlerinden kalan bazı araçların eşliğinde yaptığına şahit olduk. Okulların ne zaman başlayabileceği ise savaşın gidişatına bağlı. Kamu hizmetlerinde görev alacak tüm kesimlerin, maaşını el Bab’daki işadamlarından alması gerekliliği, mali açıdan da okul ve eğitimin getireceği ek yükleri daha da büyütüyor. Şimdilik el Bab tıbbi ile ilk yardım malzemeleri ve şehrin acil işlerini görebilecek kamu görevlileri ile savaşçılarına bütçe yetiştirmeye çalışıyor.

Şeriat Mahkemeleri görev başında

El Bab’ı rejimle birlikte terk eden bir başka önemli ve olmazsa olmaz yapı da şehrin mahkemeleri. Bunların yerine şeriat hükümlerine göre karar verecek mahkemelerin kuruluş çalışmaları da yapılıyor. Şeriat Mahkemesi, el Bab’daki eski mahkeme binasında kurulmuş ve bugün için 15 üyesi bulunan “Din Konseyi”nin çizdiği haritayı takip ederek işlev görür bir yapıya dönüşmeye çalışıyor. Mahkeme, henüz yargılama yapmaya ve ceza vermeye başlamamış ama bununla birlikte fetva yayımlayarak, şehre nizam vermeye, yardım etmeye çalışıyor. Yargılama yapan kadı sayısı bir elin parmakları kadar ve konseyin kuruluşunun geçmişi Temmuz ayının ortasını buluyor. Mahkemenin ziyaretine gittiğimiz esnada, hali hazırda bulunan Kadısı Üsame Zoeytir ile yaptığımız mülakatta, bu üyelerin şehirde bulunan 15 farklı ÖSO Bölüğü’nün sunduğu üyelerden kurulu olduğunu öğreniyorum. Yine Kadı Zoeytir’e göre, ÖSO Bölükleri de bu üyeleri, devrime en başından beri destek vermiş ve halk tarafından desteklendiği öne sürülen din adamlarından seçiyor. Zoeytir, benim ziyaret ettiğim Ağustos’un 6’sı akşamında, şimdi mahkemenin elinde bir öldürülme, bir de hırsızlık davası bulunduğunu ve bunların henüz ele alınmadığını, çünkü mahkemenin kuruluşunun tamamen bitirilmediğini ifade ediyordu.

Mülakatımız esnasında ayrıca Kadı “Şeriat Mahkemeleri”nin hâkimlerinin herhangi bir eğitimden geçmediğini ama tecrübelerinin olduğunu öne sürdü. Kadıya göre, Esed sonrası Suriye, demokrasi prensipleriyle ama şeriat kurallarına göre yönetilmeli ve laiklik sistemi ise reddedilmeli. Gerekirse böyle bir laiklik sistemi ile de koordine olabileceklerini ve yaşanabileceğini söyleyen kadı, hemen birçok Suriyeli Sünni’nin ifade ettiği şekilde Türk modelinin, yani AKP gibi dindar ve muhafazakâr bir hükümetin hüküm sürdüğü ama laiklik sisteminin geçerli olduğu bir sistemin, Suriye için de uygun olduğunu, daha ben sormadan ifade etme ihtiyacı hissetti.

Şeriat Mahkemesi Kadısı, NATO’nun veya ABD’nin ÖSO milislerine hava yardımı yapmasını ise hararetle destekliyorken herhangi bir yabancı asker botunun asla ülkesine gelmesini istemediğini anlattı ve Esed sonrası dönemde, birçok başka Haleplinin söylediği gibi Türkiye’nin Suriye’nin en iyi dostu olacağını öngördü.

Vergi Dairesi, roket yapım merkezi

haline dönüşmüş

El Bab şehrini dolaşmaya devam ediyorum. Şehirdeki istihbarat, güvenlik merkezleri şimdi boş ve binalardaki Esed resimleri kaldırılıp, yırtılmış veya yakılmış. Bu binaların şimdi rejim askerlerinden ayrı, terk edilmiş halleri ibret verici. Şehir halkından birkaç kişi, beni rejimin bu en korkulan binalarında gezdirmek üzere yarışıyor. Polis ile güvenlik binaları terk edilmişken vergi binası ve belediye binası ise şimdi ya ÖSO milis kuvvetlerine merkezlik yapıyor ya da yeni ev sahiplerini bekliyor.

Bu terk edilmişlerden biri de Vergi ve Mali İşler Binası. Burayı 8 Ağustos gününün öğlen sonrası habersiz şekilde ziyaret ettiğimizde, ÖSO kuvvetlerinin el Bab’daki en güçlü bölüğü olan Ebu Bekir’in lider yardımcısı Ebu Ali’nin, küçük bir toplantıya başkanlık yaptığını görüyoruz. Şehirde vergi veya finans işleri tabiatıyla durmuş olduğu için buradaki ÖSO yetkilisine o günkü işini sordum. O anki uğraşısının el yapımı roketi yapmaya adamış 15 ÖSO milisinin ihtiyaçlarını karşılama çalışması olduğunu söyleyen Ebu Ali, bu el yapımı roketlerin nasıl test edildiğini cep telefonuna yaptığı çekimden gösterdi. Bu yapım işini nereden öğrendiklerini ve malzemeleri nereden bulduklarını sorduğumda ise “bilgi her yerde, internette, google’da” diye cevaplıyor. Ayrıca malzemelerin ne olduğu sorumu detaylı cevaplamasa da basit malzemelerden oluştuğunu söylüyor.

“Yeni Türk Modeli” oldukça popüler

Demokrasi ve kendi kendini yönetme el Bab’da olduğu kadar, Halep’in içinde de soru sorabildiğimiz hemen bütün Halepliler arasında oldukça popüler. Bununla birlikte, laiklik ile ilgili ciddi soru işaretlerinin sürdüğü bir gerçek. Hem ilk Suriye ziyaretimde iki hafta bulunduğum Şam’ın çevre banliyölerinde hem de bu seferki Halep ziyaretimde konuşma imkânı bulduğum muhaliflerin hemen tümünün laiklik konusunda ya isteksiz ya da ikircikli bir tutum takındığı açık. Laiklik ilkesinin halen büyük oranda din karşıtı olarak kabul edilmesi de rastlantı değil. Bununla birlikte, “Türk Modeli”, bundan dolayı da adeta herkesin can simidi olmuş. Önceki ziyaretimde sorduğum Türk Modeli hakkındaki görüşler, bu kez, daha ben açmadan “Esed sonrasını” konuşmaya başladığımız hemen birçok Suriyeli tarafından ideal çözümler arasında ilk sırayı aldığını görmek oldukça ilginçti. Türk laikliği ve Erdoğan ile AKP’nin dindarlığı, açıkça görüldü ki Suriye’nin Sünni Müslümanları’nın laikliğe karşı olan antipatileri ile demokrasi ve oy kullanmaya olan aşklarını başarılı şekilde evlendirebilen bir çözüm olarak Suriyelilerin vicdanlarında ma’kes bulmuş.

Her ne kadar AKP hükümeti lideri Erdoğan’ın, açıkça ve defalarca “Suriye Devlet Başkanı Esed’in Suriye’de girişebileceği yeni katliamlara izin vermeyeceğiz” sözleri vermesine rağmen sonrasında bu ülkenin özellikle Sünni halkında yarattığı beklentileri karşılayamamasından dolayı, ülkemize karşı hayal kırıklığı sürekli bir şekilde ifade edilse de özellikle Suriye muhalefetinin silahlı, silahsız kesimlerine kucak açmasından dolayı Türkiye’nin imajının, özellikle Avrupa ülkeleri ve ABD’ninkinden çok daha ilerde olduğu açıkça görülüyordu. Hem ÖSO milisleri hem de silahsız muhalifler, genel itibariyle Avrupa ve ABD’nin Suriye Devrimi’ne yaptıklarından pek tatmin olmuşa benzemiyordu. Tam aksine, dinlediğim birçok komplo teorisine göre, azımsanmayacak orandaki Suriyeliler, Batı’nın aslında Esed’in gitmesi hususunda çok da istekli olmadığına inanıyor. Bu ziyaretimde favori sorum olan Esed sonrası dönemde Suriye’nin en başta gelen üç müttefiki sıralamasında, bir kez bile bir Batı ülkesini duymamış olmamın, bu ülkeler için muhakkak surette alarm zilleri çaldırması gereken bir gelişme olduğu kesin.

Ebu Üsame’nin ÖSO’ya katılma özlemi

Suriye’ye Kilis’ten ve illegal girişimize yardım eden Suriyeli Mahmoud’la yürüyüşümüze başlarken, bir başka arabayla yine Kilis’ten grubumuza katılan Ebu Üsame dikkatleri çekiyor. Temiz yüzlü, bakımlı sakalları, 28 yaşındaki genç siması ve oldukça iyi İngilizcesiyle cana yakın bir görüntüye sahip. Hemen kendisine Suriye’de, özellikle çatışmaların şiddetlendiği Halep’te ne aradığını soruyorum. Ailesinin aslen Filistin’in Ramallah şehrinden olduğunu söyleyen Ebu Üsame, 1948’de Suriye’nin Humus şehrine dedelerinin göç ettiğini ama kendilerini halen Filistinli kabul ettiğini söyledikten sonra, amacının halen Humus’da bulunan ailesini ziyaret etmek olduğunu, anlatıyor. Bunun için son beş yıldır bulunduğu Dubai’den İstanbul’a uçtuğunu, oradan da Gaziantep ve Kilis yoluyla Suriye’ye vardığını söylüyor. Kendisi de biliyor ki Halep’ten Humus’a yolculuk, Suriye’nin bugünkü şartları göz önüne alındığında imkânsız.

Yürüyüşümüzün ilerleyen kısımlarında ise yine bizim grupta Suriye’ye doğru yürüyen ve Suriye rejimi ordusundan geçen Şubat ayında kaçarak ÖSO’ya katılan Yüzbaşı Yusuf’la tanışan Ebu Üsame, vakit kaybetmeden Dubai’den gerçek geliş nedenini daha oracıkta, yüzbaşıya açıklıyor: ÖSO’ya katılmak. Suriye’den beş yıl önce mecburi askerlik hizmetini bedelli olarak yapmak ve bunun için de para biriktirebilmek için ayrılan Ebu Üsame, bu beş yıl boyunca Dubai’de grafik tasarımcı olarak farklı ekonomi gazetelerinde çalışmış ve oldukça rahat bir hayat standardına sahip olarak yaşamış. Sadece kendisi değil, Ebu Üsame’ye göre, kendisi gibi hemen bütün akranları da aynı şekilde Körfez ülkelerine kapak atmış.

Ebu Üsame’nin yurdundan ayrılmasının en büyük nedeni ise Suriye Devrimi başlamadan önce, ülkenin orta sınıfının ortadan kalkmış olması ve düşük ekonomik sınıfta yaşayanların daha iyi ekonomik koşullara ulaşabilmesi için önlerinde hemen hiçbir imkânın kalmamış gözükmesi. Ocak ayında Şam civarlarına yaptığım ziyarette de devrimci gençlerin en büyük şikâyetlerinin yine ekonomik fırsatların olmayışı ve özgürlük ihtiyaçları olduğunu hemen hatırlatan cevaplamayı, şimdi Ebu Üsame yapıyordu.

Ebu Üsame’nin babası elektronik tamirciliği yaparken annesi ev hanımı ve Humus’ta yaşamaya devam ediyor. Ebu Üsame’nin Suriye’ye geri dönüş hayali ise ÖSO saflarına katılarak, sırasıyla Halep’ten başlayarak diğer şehirleri rejimin kontrolünden kurtarmak ve sonunda ailesine kavuşmak.

Beraberce, bir hafta boyunca el Bab’da aynı evi paylaştığımız Ebu Üsame, bu süre sonunda hayallerine kavuşmasının o kadar da kolay olmadığının farkına varıyor gibiydi. Öncelikle, ÖSO milisleri, önceki haftalarda Halep içindeki kazanımlarının bazılarını kaybetmeye başlarken kendisine başvurduğu ve katılmak için beklediği ÖSO bölüklerinden de beklediği habere bir türlü ulaşmadı. 15 farklı ÖSO bölüğünün (katibeh) yer aldığı el Bab’da Ebu Üsame, herhangi bir intikam saikiyle hareket etmeyerek ve sadece Suriye’ye özgürlük getirecek bir bölüğe katılmak istiyordu. Bir hafta içinde üç bölüğün komutanıyla görüşme imkânını yakalayan Ebu Üsame, şimdiye kadar bunlar arasında en çok beğendiği, el Bab’ın en eski ve en büyük bölüğü olan Ebu Bekir’di. Ne var ki Ebu Üsame, bu bölüğe katılma isteğini iletmiş olmasına rağmen henüz kendisine ne silah sözü verilmiş, ne de ne zaman katılabileceği söylenmişti. Ben el Bab’dan ayrılmadan önce kendisinin de bazı hayal kırıklıkları yaşadığını ve bu maceradan geri dönebileceği işaretleri vermeye başlamıştı.

Demokrasi sürekli olabilecek mi

Suriye rejiminin tümüyle çekilmek zorunda kaldığı Halep’in kuzeydoğusundaki el Bab şehri, halkın demokrasi kurma yolunda attığı zor ve sancılı adımların çok iyi izlenebildiği bir test alanı gibiydi. Sadece 35 kilometre ötelerinde Halep’te ölüm-kalım savaşının verildiği bir ortamda el Bab’ın halkı, kendi kaderlerini çizme gayretinde. Halep’teki savaşın kimin kazanacağı, hiç şüphesiz, bu küçük şehrin de geleceğini belirleyecek. Ondan dolayı da şehrin halkı, “hayatlarında ilk kez özgürlüğü tatmak nasıl bir duygudur” sorumu hemen her sefer, “Halep’in kaderi belli olmadan, burada emniyetli olamayız” diye cevapladı. Her ne kadar birçoklarına göre Suriye rejiminin sayılı günleri kalmış olsa da halen askeri teçhizat ve hava kuvvetleriyle ciddi bir üstünlüğü bulunan Şam rejimi, şimdilerde kendilerini yönetmeye çalışan Halep’in kuzey şehirlerine geri dönme planlarını unutmuş değil.