Ayça İnce
1 Ekim’de başlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi 24. dönem 3. yasama yılında, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül açılış konuşmasında, yeni anayasa için vadenin bu dönem dolduğunu belirtti. Ve siyasetin tüm renk ve eğilimlerini temsil eden TBMM’nin tek çözüm yolu olduğunu ispatlamasının yeni anayasayı yapmaktan geçtiğinin altını çizdi.1 Takip eden günlerde müzakereler iki başlık altında yerel yönetimlere odaklandı: Mart 2014 olarak belirlenmiş yerel seçimleri sonbahar 2013’e almak ve yeni hazırlanan Büyükşehir Kanun Tasarısı. Bu kadar sıcak bir gündem ve aciliyetini koruyan yeni anayasa çalışmaları varken, yerel yönetimler ve büyükşehirler neden bu kadar önemli, irdelemek gerekiyor. Bu yazı değişen büyükşehir belediyecilik anlayışı ve bu anlayışın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) politikalarındaki yerini, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) uygulamalarına kültürel perspektiften bakarak tartışmayı hedefliyor.
Büyükşehir neden bu kadar önemli?
Demokratikleşme anlamında büyük önemi bulunan yerel yönetimlerin işlevi, Türkiye tarihinde hep merkezîlik / yerellik ve uniterlik / yerindenlik kıskacına hapsolduğu için hizmet vermeye indirgendi. Zaman içinde görevleri sağlık, kültür, sosyal yardım, çevresel sorunlar gibi yeni alanları da kapsadı. Tarihçesi Osmanlı İmparatorluğu’nca İstanbul’da kurulan İstanbul Şehremaneti’ne dayanan belediyelerle ilgili ilk kanun Cumhuriyet döneminde 1930’da çıkarıldı.2 1980 askeri darbesi ertesinde, ekonomik sıkıntıların yoğunlaştığı büyük kentlerin yönetim ve kaynak sorunlarını çözmek için büyükşehir belediyeleri kurulması önerildi.3 Ve 1984 tarihli 3030 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’yla, başta İstanbul olmak üzere, Ankara ve İzmir “büyükşehir” ilan edildi. 2004’te Türkiye’deki büyükşehir belediye sayısı 16’ya ulaştı. Önerilen yasayla 13 büyükşehir belediyesinin daha oluşturulması planlanıyor.
AKP 2002 genel seçimlerini kazanmasının ardından bir dizi kamu yönetimi reformu girişiminde bulundu. Yerel yönetim kanunları yenilendi. Bu kanunların getirisi, yeni yetki ve kaynaklarla bir nebze zenginleşen başta büyükşehir olmak üzere belediyelerin, geçmişe göre daha girişimci ve yarışmacı bir kimliğe bürünmesi oldu. Şu an tartışılan taslak ise, büyükşehir yetkilerini daha da arttırırken, il özel idareleri ve belde belediyelerini kaldırmayı içeriyor.4 Ne var ki, en başta tanımlanan açmazlar demokratikleşme yönünde henüz çözüme ulaşmadığından, yerel yönetimler kendilerine verilecek yetki ve bütçe için, dönemin hükümetine tâbi olmaya devam ediyor.
Neden İstanbul?
Öncelikle, Türkiye’de büyükşehir belediye yönetimi güçlü bir belediye başkanı demek. Sema Erder ve Nihal İncioğlu’nun 1984-2004 döneminde yaptıkları İBB analizi büyükşehirlerin başkan merkezli iktidar yapısını ve en “etkili” karar alma merciinin belediye başkanı olduğunu tespit ediyor.5 Bu yüzden, başkanlığa aday olan kişinin kimliği ve karizması seçim öncesi ve sonrası dönemde önemlidir.
Bugün Türkiye’nin uluslararası camiada “Erdoğan’ın ülkesi” olarak anılmasını tartışırken,6 Recep Tayyip Erdoğan’ın 1994’te İstanbul büyükşehir seçimlerini kazanarak belediye başkanı kimliği altında inşa etmeye başladığı liderlik ve görünürlük süreci üzerine düşünmeliyiz. Refah Partisi (RP, 1994–1998) – Fazilet Partisi (FP,1999–2004) – Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP, 2002-...) yönetimlerinde bugüne kadar süregelen tutarlılık, aynı ideolojik tabandan beslenmenin yanı sıra, yıllardır bir “İstanbul aşığı” olan Erdoğan’ın belediyecilik çizgisinin ve vizyonunun takip edilmesine bağlı. Bu yüzden, gündemdeki yerel yönetim tartışmalarında hep örnek verilen AKP’nin belediyecilik anlayışı ve birikimini sergileyen İBB’yi etap etap incelemekte fayda var. Burada merceğin kültür politikalarına ayarlanmış olması kültürel çeşitlilik, kültürel erişim, insan odaklı hizmet ve katılımcı süreçleri vurgulaması açısından hem demokratikleşme hem de hizmet bağlamında amaçlanana ve uygulanana ışık tutuyor.
Sosyal belediyecilik (1994-1998)
RP’nin 1994’te birçok kentte yerel seçimi kazanarak elde ettiği beklenmedik zafer, partinin yerelde geniş tabanlı örgütlenme başarısıyla açıklandı. Sonradan “sosyal belediyecilik” olarak adlandırılan bu yaklaşımın kökü 1989’da Konya, Sivas, Van gibi illerde belediye başkanlığını kazanan Milli Selamet Partisi deneyimine dayanıyor. Türkiye kamuoyunda “İslâmcı belediye modeli” olarak bilinen bu deneyim, belediyelerin yetki bakımından güçlendirilip kaynaklarının –genelde piyasacı yollarla– artırılmasını hedefliyor.
“Adeta bir sosyal yardım ve dayanışma örgütü” olarak hareket eden RP, özellikle gecekondu bölgeleri ve kentin merkezindeki yoksul kesimden yoğun destek aldı. Etkin bir taban politikası izleyerek üye tabanını genişleten RP, parti üyelerinin “yüzyüze ilişki” yoluyla sürdürdükleri kampanyalarla seçmen desteğini kazanmayı başardı. Diğer siyasal partilerin seçim dönemlerinde lider odaklı medya kampanyalarına rağmen, seçim dönemi dışında da süren yardım kökenli erzak, kömür, ilaç, cenaze gibi ihtiyaçları karşılamaya yönelik icraatlar başarıda etkin faktörlerdendi.7
Bu dönemdeki kültür ve eğitim hizmetlerinin büyük bir kısmı belediyenin Kültürel ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı ve kısaca Kültür A.Ş. diye anılmaya başlayan İstanbul Kültür ve Sanat Ürünleri Ticaret A.Ş. tarafından üstlenildi. 1996’da Personel Dairesi Başkanlığı’na “eğitim” amaçlı bir birim eklenerek Personel ve Eğitim Dairesi’ne dönüştürüldü. Bu birim, eğitimi destekleme amaçlı burs hizmetleri verilmesi, İstanbul’daki tüm ilk ve orta dereceli okullara kırtasiye malzemesi yardımı yapılması, okul bahçelerinin düzenlenmesi, vb. hizmetlerde bulundu. Ayrıca, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Eğitim Kursları (İSMEK) açıldı. Uygulamalarında yoksullukla mücadele ve yoksula yardımı içeren sosyal program ile eğitim ve kültür hizmetlerindeki milliyetçi-muhafazakâr ideolojik kurgunun ağır bastığı görüldü. O dönemde, sosyal program için gerekli kaynak belediyenin vakıf ve derneklerle kurduğu yakın ilişkiler sayesinde sağlanıp yürütüldü.8
Büyükşehir Belediye Başkanı Erdoğan, mahkûm edildiği için 1998’de görev süresini tamamlayamadan başkanlıktan ayrıldı. Erdoğan bir demecinde, dört yıl süren belediyecilik anlayışını “Biz insan eksenli bir hizmet anlayışı ile göreve başladık, ben herkesin belediye başkanı olabildim” diye tanımladı.9 Başka bir söyleşide ise döneminde herhangi bir inanç veya düşünce grubu ayrımına gidilmeden hizmet verildiğini, “İnsanın olduğu her yerde kültür de vardır. Tek bir kültürü ‘mümkün olan tek kültür’ olarak dayatmak insana saygısızlıktır” diye belirterek vurguladı.10 Anımsanacağı gibi, o yıllarda yapılan bu tip çokkültürlülük esaslı demokratikleşme vurgularının AKP’nin 2002 genel seçimlerini kazanmasında önemli bir rol oynadığı yadsınamaz bir gerçek.
Ne var ki, ne İstanbul ne de kültürü, demokratikleşme vurgularından yeterince pay aldı. İBB tarafından çıkarılan ve Erdoğan’ın büyükşehir belediye başkanlığı dönemini anlatan İstanbul’un Altın Yılları kitabında, kültürün rolü “İstanbul’u kültürü ve tarihî dokusuyla ortaya çıkarmak, çokdinli, çokkültürlü bir yapının yaşandığı şehir olarak tanıtmaktır” diyor.11 Erdoğan’ın sıkça yaptığı belediyecilik günlerine yönelik saptamalarının arkasında, bir söyleşide “Türkiye kurulmadan önce İstanbul vardı” diye vurguladığı gibi, belediyelerin “adeta devlet içinde devlet işlevi görme anlayışıyla yönetilmesine” yönelik arzu ve hayalleri yatıyor.12
Büyük dönüşüm belediyeciliği (1998-2004)
Kadir Topbaş’ın büyükşehir belediye başkanlığına kadar, bir nevi geçiş dönemi olan 1998-2004 yıllarında Erdoğan görevden alındığında vekilliğini yapan Ali Müfit Gürtuna, sonraki seçimlerde kapatılan RP yerine kurulan FP’den Ali Müfit Gürtuna İBB Başkanı seçildi. Ve bir önceki dönemde ana hatları çizilen yolu sürdürecek projelere ağırlık verdi. İlk defa bu dönemde anılan “İstanbul 2023” (Cumhuriyet’in 100. yılı) için vizyon projeleri kurgulanarak, İstanbul için “mega-dönüşüm projeleri” dillendirildi. Kenti küresel kentler hiyerarşisinde konumlandırma niyetinin sergilendiği piyasa destekli büyük dönüşüm projeleri sunuldu. Bu dönemin kültürel anlamda en akılda kalan yatırımı Minyatür Türkiye Parkı’nın (Miniatürk) inşaatı ve açılmasıydı. “İstanbullu olma bilinci ve kent kültürü” ve Türk-İslâm sentezi yaklaşımının ağır bastığı birçok yeni etkinlik (İstanbul’un Fethi Şenlikleri, Uluslararası Ney Festivali, Türk Dünyası Çağdaş Edebiyat Günleri, İstanbul-Tahran Minyatür Buluşması, Türk Dünyasının Yıldızları, Avrasya Konferansları, Doğu’nun Işığı Lale Belgeseli, vb.13) bu dönemde ortaya çıktı.
Küresel Belediyecilik (2004... )
AKP’nin 2002’de iktidara gelmesiyle oluşan ve 2004 yerel seçimlerinde artan başarısıyla pekişen İBB ve hükümet arasındaki ittifak halen sürüyor. Bir yanda, daha önceki dönemlerde merkezî idare ve yerel yönetim arasında yaşanan birçok sorunun ortaya çıkmasını engelleyen bu durum, diğer yandan iktisatçı Çağlar Keyder’in altını çizdiği gibi “İstanbul’daki elitlerin ve burjuvazinin siyasî elitlerle bir kentsel ittifak içine girmesini” mümkün kılıyor.14 Kurulan ittifak genişledikçe, 1994’te İBB’de temeli atılan hedeflerin devam ettiği ve AKP’nin belediyecilik yaklaşımının yerleşikleştiği aşikâr. Bu durum belediyelerin görev ve ilgi alanının genişlemesine meşruiyet desteği sağlıyor.
İçinde bulunduğumuz döneme eklemlenen o günlerde, devletin özel sektörün önünü açmasına dair yasal düzenlemelerin benzerleri büyükşehir ve ilçe belediyeleri için de yapıldı. Türkiye’nin atıl kaldığı iddia edilen idarî yapısında reform yapacağı gerekçesiyle 03.07.2005 tarihli 5393 Sayılı Belediye Kanunu ve 10.07.2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu uygulamaya kondu. Bu kanunlarla belediyelere daha önce hiç tanımlanmamış kent ekonomisi ve ticaretin geliştirilmesi ve kentsel dönüşüm gibi yeni yetkiler verildi. Gerekçe olarak “artık kurumun daha etkin yönetimi değil, bu kurumun güçlendirilerek kentlerin etkin yönetimine geçilmesi” savunuldu.15 Bu sayede, İstanbul gibi vizyonunda hep küresel bir kent olmayı barındıran, ancak nasıl olacağını bir türlü kestiremeyen, kaynak arayışındaki yerel yönetimlerde, girişimcilik ve yarışmacılık özendirildi.
Girişimci Başkan
Küreselleşme, ikili ilişkiye dayanan gelenekselleşmiş “kardeş kent” kısıtındaki yerel yönetimlere uluslararası arenada var olmak ve çeşitli işbirlikleri kurmak için birçok yeni fırsat sunuyor. İBB’nin kendini uluslararası ortamlarda (Frankfurt Kitap Fuarı, Brüksel Ofisi, vb.) iletişim faaliyetleriyle konumlandırması, belediye başkanlığında ikinci döneminde bulunan Kadir Topbaş’ın başarılı girişimleri, İBB’nin son döneminde özellikle kültüre açılan yeni yerin olumlu göstergeleridir.
Topbaş’ın 2008’den beri eşbaşkanlığını yaptığı, Kasım 2011’de de tek aday olarak girdiği Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler Teşkilatı (UCLG) seçiminden oybirliğiyle başkan olarak çıkması dikkate değer. Seçilmesini “İstanbul[un] son yıllarda uluslararası alanda adından en çok söz edilen şehirlerden biri” olmasına bağlayan Topbaş, çeşitli konuşmalarda büyük kongreler, organizasyonlar ve şampiyonaların artık İstanbul’da yapıldığının altını çizdi. “Hükümetimizin ve sayın başbakanımızın çalışmaları ve aktif diplomasisi de Türkiye algısını uluslararası alanda artırmış ve güçlendirmiş” diyerek başbakanın desteğini de arkalarına aldıklarını vurgulayan Topbaş, bir yanda küresel kent olarak İstanbul’u konumlandırmak isterken, diğer yanda başarıyı hükümetin desteğine bağlıyor.16 Bu yeni kamu yönetimi ve yönetişim literatüründen beslenen girişimci, ancak içte ve dıştaki bağlara saygıda kusur etmez dil, demokrasiyle olan ilişkisini İBB’nin türlü yayında altı çizilen “erişilebilir, katılımcı ve şeffaf bir yönetim anlayışı” ile kuruyor.17 Ancak biliyoruz ki demokrasi zikretmekten öte, bu kanalları açmak ve katılamayanları da içermekten geçiyor.
Yarışmacı kent
Hangi kentin, hangi özelliklerine göre küresel olup olmayacağını adeta bir yarışma içinde gösterdikleri performanslar belirliyor. Son dönemde, İstanbul’un “imaj promosyonu”nu üstlenen İBB, İstanbul’u kimi zaman finans, kongre, kültür kenti olarak adlandırıyor. Ağırlıklı olarak yeni yasal düzenlemeler ve kentsel rant üzerinden kurulan ittifakın verdiği güçle İstanbul’u bir çekim noktası haline getirmek üzere başı çekiyor.
Ancak, bu konuda belli bir öncelik ya da kentin öznelliklerine dayanan bir hedef yerine, çeşitli ve perspektifsiz reçeteler denemeye alınıyor. Örneğin, 2010 İnisiyatif Grubu’nun başlattığı İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) girişimi, İstanbul’un özelleştirme ve geniş kapsamlı kentsel dönüşüm projeleri sonucu çok temel yapısal değişikliklerle karşı karşıya olduğuna ve kentin sivil kimliğini kaybetme riskine dikkat çekiyordu. Buna çözüm olarak kentlileri kültür ve sanat yoluyla donatacak ve güçlendirecek, katılımcı ve mevcut kültürel mirası İstanbulluların vizyonunu ve hayatlarını zenginleştirecek şekilde kullanmayı öneriyordu.18 Ancak, İstanbul AKB seçildikten sonra, iki yıl gibi kısa zamanda merkezîleşerek süreci hükümet ve İBB yönlendirmeye başladı. Sivil vizyon ve inisiyatifin rolü kısıtlandı.
AKB süreci İstanbul’u yönetenlere yerel ve uluslararası görünürlüğün yanı sıra, kenti gündeme taşıma adına yapılacak plan ve projelere belli bir meşruiyet zemini sağlıyordu. Bu anlamda, İBB ilk olarak önüne “İstanbul’u uluslararası kongre merkezi” yapma hedefini koydu. Bir yanda Atatürk Kültür Merkezi tartışmaları sürerken İstanbul’un mevcut altyapısı üzerinde düzenlemeler yapılarak, kentte tartışmalı iki kongre merkezi yaratıldı. Harbiye Vadisi’nde yer alan Lütfi Kırdar Sergi Salonu, Cemal Reşit Rey Konser Salonu ve Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ni de kapsayan bölge İstanbul Kongre Merkezi olarak yeniden düzenlendi. 2009’da açılan bu merkez Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası Toplantısı’na ev sahipliği yaptı. Bu toplantıda, İstanbul’u “finans merkezi yapma” özlemini dile getiren Erdoğan mevcut kamu ve özel finans kurumlarına ek olarak, diğer denetleyici kurum ve kuruluşların da İstanbul’a taşınmasıyla yeni bir yapılandırma içine gireceklerinin haberini verdi.19
Ayrıca, Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde ihaleye çıkarılan Sütlüce Kültür ve Kongre Merkezi bu dönemde bitirilerek İstanbul 2010 AKB açılışına yetiştirildi. Merkezin adının Haliç Kongre ve Kültür Merkezi olarak değiştirildiğini açıklayan Başbakan Erdoğan “Türkiye’de yapılan kongrelerin yüzde 85’inin İstanbul’da gerçekleştiğini ve bu yatırımlarla “İstanbul’un dünyada kongre denince ilk akla gelen 20 şehir arasında” olduğunu vurguladı.20 Bu eğilimin devamı olarak, amacın İstanbul’a daha çok turist çekmek olduğu anlaşılıyor. İBB çekim alanları oluşturmak, ulaşım ve konaklama hizmetleri sunmak suretiyle İstanbul’un turizm altyapısını halen destekliyor.
2011’de de genel seçimlerdeki galibiyetle birlikte dillendirilen “İstanbul Marka Kent” vizyonunu gerçekleştirmek üzere, Marmara Denizi’ni Karadeniz’e bağlayacak “Kanal İstanbul” ve iki yeni uydu kent ve üçüncü havalimanı projeleri sıralanıyor. Bu girişimlerin ardında “insan odaklı bir medeniyet tasavvuru” olduğunu belirten Erdoğan “Bizim miras olarak devraldığımız medeniyetimiz, altını çizerek ifade ediyorum, şehrin insanı değil, insanın şehri şekillendirdiği bir medeniyettir” diyerek kentsel dönüşümü savunuyor.21
Merkezî iradenin öncülüğünü kabul eden ve izinden ilerleyen İBB’yi, kentsel dönüşümü gerçekleştirmek için adeta birbirleriyle yarış halinde olan ilçe belediyeleri takip ediyor.22 Bu anlamda, Sulukule’nin dönüşümüyle başı çeken Fatih belediyesi Balat için sınırları zorlarken, Tarlabaşı dönüşüm projesiyle öncülerden biri olan Beyoğlu Belediyesi’nin listesinde ise Okmeydanı var. Tüm bu projeler ve girişimcilik yarışmaları ekonomik hedefleri işaret ediyor.
Peki, ya yerel yönetimin değerleri?
Yerel yönetimlerin tarihsel süreçte var olmaya devam etmelerini ve şekillenmelerini sağlayan nedenlere, genel olarak “yerel yönetimlerin dayandıkları temel değerler” deniyor. Özgürlük ve yerel özerklik, demokrasi ve katılım, etkinlik, eşitlik ve refah, siyaset ve kamu bilimcilerin yerel yönetimlerin başarısını, meşruiyetini ya da yetkinliğini belirlemek için kullandığı önemli referans noktalarını oluşturuyor.23 Yerel yönetimler, ayrıca, merkezî yönetimin hizmet verdiği sınırların her alanında etkin olmasının zorluğu ve maliyeti gibi yönetsel, yerel yönetimlerin toplumsal ve ekonomik kalkınmaya faydası gibi toplumsal, yerel alanda demokratik mekanizmaların işletilmesi ve halkın yönetime katılımının sağlanması gibi siyasal olmak üzere farklı alanlardan besleniyor. Ancak, yukarıda öne sürülen girişimciliğin ve yarışmacılığın empoze edilmesiyle, bu değerlerden “etkinlik” yegâne amaç olarak öne çıkıyor.
Günümüzde kamu yönetimi de, işletme yönetimi anlayışının baskın olduğu “yeni kamu işletmeciliği” yaklaşımını ve etkinlik kavramı yerine “fonksiyonel etkinlik” kavramını öneriyor. “Belirlenen amaçlara en kısa zamanda ulaşma, amaçların ve önceliklerin doğru belirlenmesi, sorunların zamanında çözüme kavuşturulması” olarak tanımlanan fonksiyonel etkinlik “siyasî kurumların belirli bir siyasî sistem içindeki birey ve grupların beklentilerini yerine getirebilme kapasitesi” anlamına geliyor.24
Eşitlik ve refah yerine yeniden paylaşım
Yerel yönetimler merkezî yönetime alternatif oluşturarak artan eşitsizlik ve azalan refahı dengelemek ve bunları yok etmek için kamu hizmetlerinin üretimi, dağıtımı ve tüketimi koşullarını demokratik olarak düzenleme gücüne sahip olmalarına karşın, “para ve ekonomik kaynakları farklı yollarla yeniden paylaşmak” diye basitçe tanımlanan yeniden paylaşımın, günümüzün yerel yönetimlerince kendi önceliklerine göre yorumlandığı görülüyor. Mevcut kaynaklar istihdamın arttırılmasına, yoksulluğun giderilmesine yönelik hizmetlerin sağlanması, sosyal konut üretilmesi için kullanılabileceği gibi, yoksulluğun sürdürülmesine yönelik sosyal yardım olarak da harcanabiliyor.
1994’ten beri, birbirine el veren RP–FP–AKP’nin “sosyal belediyecilik” anlayışı “yeniden paylaşım” olarak adlandırılıyor. Eşitlik ve refah yerine yeniden paylaşımı öne sürmek, tüm dengeleri yeniden kurmak demek. AKP’yi iktidara taşıyan bu söylem şu an sadece kendisine oy verenleri ve müttefiklerini kayırıyor. Yerel düzlemde halka seçmen ya da müşteri olarak bakan popülist (fonksiyonel etkin!) göz, toplumun tüm kesimlerini kapsayıcı, kültürel farklılıklarına duyarlı ve çoğulcu bir anlayış yakalamaktan uzak kalıyor.
Böyle bir ortamda kültür politikalarını tartışmak ise ancak bir parantez kadar belirleyici olabiliyor. Başta şehir, sonra devlet tiyatroları üzerine yapılan tartışmanın bir yönetim ve etkinlik bahsine indirgendiği, sanatçı haklarının, mekân ve görünürlük ihtiyaçlarının görmezden gelindiği, sansürün inkâr edilip sanatçıların ayrık otu olarak görüldüğü bir ortamda, etkinlik ve fedakârlık hep üreten kesimden bekleniyor. Oysaki, sayısı 100’e yakın İBB ve ilçe belediyesi kültür merkezlerinin ihale ve inşaat süreci, açık olan merkezlerin kullanımı ve doluluk–boşluk oranları, programlarında yer verdikleri kültürel çeşitlilik ve renklilik sorgulanmıyor. Bu anlamda bir performans ya da etkinlik aranmıyor. Ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi ve kentsel dönüşüm yönünde yetkileri artan bir yönetimin odağı, hizmet vermekten çok bir şirket gibi ekonomik sermaye üretimi ve artırımına odaklanıyor. Ne yazık ki, bu projeler talep ile kaynak arasında ideal dengeyi kurmak yerine “toplumsal ayrışma süreçlerini körükleyip derinleştiriyor”.25
Oysa, günümüzde başta büyükşehirler olmak üzere belediyeler, üstlendikleri hizmetlerin halka sunulmasında çabukluk ve kolaylık sağlaması amacıyla eskiye oranla daha çok yetki ve kaynakla donatıldı. Ancak, bu hizmetlerin üretimine yönelik kendi geliştirdikleri kaynak ve yöntemlerle toplumsal ve ekonomik gelişmeye katkıda bulunmaya sevk edilmeleri gerekiyor.26 Yerinden yönetimin demokratik anlamda katkısının, halkın taleplerinin yönetime daha kolay iletilebilir olması ve yerel yönetimin talepler ve kaynaklar arasındaki ideal dengeyi kurarak hizmetleri etkin bir şekilde yerine getirilmesine imkân sağlaması olduğu yeniden hatırlanmalı. Kültürel anlamda ise bu yaklaşım hem mevcut yerel değerlerin korunmasına ve kültürel çeşitliliğe olanak tanırken, kültürel üretimin desteklenmesi alanında yapılacak en küçük destek, kentin kültürünün yaşatılması için esas katkıyı sağlayacaktır.
Dipnotlar
1. http://www.trtturk.com.tr/haber/tbmm-24-donem-3-yasa-yili-basliyor.html.
2. İlber Ortaylı, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Yerel Yönetim Geleneği, Hil Yayınları, 1985 120.
3. 1982 Anayasası’nın “Büyük yerleşim yerleri için özel yönetim biçimleri getirilebilir” hükmüne dayanarak, çıkarılan 195 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile büyükşehir belediyesi statüsü ilk defa belirlenmiştir. 1984 tarihli 3030 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu.
4. Taslak çok geniş çaplı bir kamu idaresi değişikliğine soyunuyor. Sadece kültürle ilgili bazı değişiklikler sıralanacak olursa, büyükşehir belediyelerine ilçe belediyeleri için geleneksel kültürel dokuya uygun mimarî projeler yapma, bağlantı yolları inşa etme, bu yollara konacak reklam gelirlerini toplama, vb. sayılabilir.
5. Sema Erder ve Nihal İncioğlu, Türkiye’de Yerel Politikanın Yükselişi, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008, 101.
6. Murat Yetkin, Erdoğan’ın Ülkesi, Radikal gazetesi, 27.10.2012.
7. Sema Erder-Nihal İncioğlu, Türkiye’de Yerel Politikanın Yükselişi, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008,13.
8. Ali Ekber Doğan, Eğreti Kamusallık, İstanbul: İletişim Yayınları, 2007.
9. İbrahim Deveci, Bu Şarkı Burada Bitmez: Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul: Yeşil Basım-Yayın, 1998.
10. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Bülteni, Kasım 1995.
11. İstanbul’un Altın Yılları, İBB Yayınları, Cilt 4; 10-11.
12. Deveci, a.g.e. s.17-18.
13. İBB 2003 Faaliyet Raporu, İBB Yayınları.
14. Çağlar Keyder, Küreselleşen İstanbul’da Ekonomi, (ed.) Çağlar Keyder, Küreselleşen İstanbul’da Ekonomi, İstanbul: Osmanlı Bankası Yayınları, 2010,8.
15. Erol Kaya, Kurum Yönetiminden, Kent Yönetimine, Yerel Siyaset, Sayı: 13, İstanbul: Okutan Yayıncılık, 2007.
16. “Kadir Topbaş UCLG Başkanı Seçildi”, Yeni Şafak Gazetesi, 21.11.2010.
17. Yerel Yönetimlerde Dünya Vizyonu 7. Yılında (2011): İstanbul: İBB Yayınları.
18. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkentliği’nin çok aktörlü ve sivil toplumun başı çektiği yapısının nasıl dönüştüğüne dair hem inisiyatif grubunda hem de sonraki süreçte yer alan bir kalemden analiz için, Asu Aksoy, Riding the Storm: “New Istanbul’’ City: analysis for urban trends, culture, theory, policy, action, 2012 . Ayrıca, Oğuz Öner, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti: Katılımcı bir Kültüre Doğru mu?, Deniz Göktürk, Levent Soysal, İpek Türeli (ed.) İstanbul Nereye?, İstanbul: Metis Yayınları, 2010.
19. http://www.akparti.org.tr/basbakan-erdogan-imf-dunya-yillik-toplantilar… (Çevrimiçi: 01.11.2011)
20. http://www.ibb.gov.tr/tr-TR/Pages/Haber.aspx?NewsID=17679, (Çevrimiçi 01.11.2011)
21. http://www.gazete5.com/haber/basbakan-erdogan-simdi-gidip-gerekirse-evl….
22. İlçe belediyelerinde değişen kültür politikalarıyla ilgili bkz. Ayça İnce, Kültür Politikalarında Eşbiçimlilik: Kaçınılmaz mı? Bilinçli bir tercih mi?, Toplum ve Bilim, sayı 125, İletişim Yayınları, 2010.
23. Selahattin Yıldırım, Yerel Yönetimler ve Demokrasi, İstanbul: WALD Yayınları, 1993; Ruşen Keleş, Yerinden Yönetim ve Siyaset, İstanbul: Cem Yayınevi, 1992.
24. Nurettin Nebati, Yerel Siyaset, sayı 37, İstanbul: Okutan Yayıncılık, 2010.
25. Ayfer Bartu Candan ve Biray Kolluoğlu, 2000’lerde İstanbul’da Mekân Siyaseti, (ed.) Çağlar Keyder, Küreselleşen İstanbul’da Ekonomi, İstanbul: Osmanlı Bankası Yayınları, 2010.
- Ruşen Keleş, Yerinden Yönetim ve Siyaset, İstanbul: Cem Yayınevi, 1992.
Ayça İnce
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’den sosyoloji doktora ve yüksek lisans, London School of Economics’ten yüksek lisans derecelerini aldı. Doktora tezinin konusu “Kültür Politikalarında Eşbiçimlilik: İstanbul İlçe Belediyeleri ve Kültür Merkezleri Örneği”dir. Halen İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde ders veriyor. Ayrıca, Kültür Politikaları ve Yönetimi Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde eğitim programlarını ve yayınlarını koordine ediyor.