Kentsel dönüşüm ve Afet Yasası: Afet bahane, yatırım şahane

Yaşar Adnan Adanalı

Bugün görsel ve yazılı basında yer alan reklamların büyük bir çoğunluğunu; inşaat sektörünün ülke ekonomisindeki artan önemine paralel bir şekilde, emlâk geliştiricilerin konsept konut, rezidans, alışveriş merkezi (AVM) gibi projeleri oluşturuyor. İrili ufaklı yüzlerce proje, şehirli “tüketicilere” türlü cazibelerle bezenmiş yeni bir ev, ofis, yaşam tarzı vaadinde bulunurken, aynı zamanda kentsel mekânı bir “yatırım fırsatı”, “birikim aracı” olarak öne çıkarıyor. İnşaata dayalı ekonomik büyüme modelinin önemli bir ayağını da “kentsel dönüşüm” üstbaşlığıyla dile getirilen ve kamu kurumlarının yönlendirmesiyle yürütülen pratikler oluşturuyor.

Bu reklamlardan biri inşaat sektörünün Afet Yasası sonrası ivme kazanan kentsel dönüşüm “iştahını” dolaysız bir şekilde ve bütün bu süreci karikatürleştirerek anlatıyor. Bulut İnşaat’ın, meşhur fıkra karakterleri Temel ve Fadime’ye gönderme yapan ve kentsel dönüşümü adeta bir ürünmüş gibi pazarlayan reklamında aşağıdaki diyalog geçiyor. Karadeniz şivesi ile konuşan, yöresel kıyafetler içindeki Fadime, karayolunun ortasına inşaat yapmakta olan Temel’e seslenir:

Fadime: Temel ulan ne yapıyorsun burada?

Temel: Ev yapıyorum, Bulut İnşaat’a satacağım onu.

Fadime: Nasıl?

Temel: Kentsel dönüşüm yapıyorum, biz de kentleşeceğiz.

Fadime: Uy Temel deme, ben fındığımı, çayımı bırakamam!

Temel: Ben fındığı kıracağım sana, çayı da demleyeceğim.

Fadime: Öyle iş olmaz!

Temel: Ben seni kente dönüştüreceğim.’

Tam bu noktada “modern”, “şehirli”, ikna edici bir tonla konuşan dış ses devreye girer: “Bulut İnşaat’tan kentsel dönüşüm! Türkiye’nin her yerindeki eski dairenizi alıyoruz, yeni rezidans daire veriyoruz. Aradaki farkı da beş yılda faizsiz ödüyorsunuz.”

İkna olmuş bir halde Fadime sorar:

Fadime: Ula ne zaman dönüşüyoruz kente Temel’im?

Temel: Dönüşüyoruz, dönüşüyoruz.1

Söz konusu reklam mekânda yaşanan dönüşümün birey ve toplumu da dönüştüren diyalektik bir süreci ifade ettiğini doğru bir şekilde vurgularken, genel olarak kentsel dönüşüm sürecinin hakim paradigma içindeki ele alınış şeklini, özel olarak da Afet Yasası sonrası inşaat sektöründe yaşanan hareketliliğin motivasyonunu en banal ve kaba haliyle de anlatıyor.

Gayrimenkul sektörünün büyük yatırımcılarını temsil eden GYODER’in Başkanı Işık Gökkaya da Afet Yasası’nı bir “yatırım fırsatı” olarak gördüklerini çekinmeden dile getiriyor:

“Türkiye ekonomisinin lokomotifi olan gayrimenkul sektörü; kentsel dönüşüm, yabancıların gayrimenkul satın alımına ilişkin yeni yasal düzenleme, Afet Yasası gibi çok önemli gelişmelerin yaşandığı tarihî bir sürecin başlangıcında. Yakalanan siyasî ve ekonomik istikrar ile özellikle küresel kriz sonrası güvenli ve cazip bir ortam olarak öne çıkan Türkiye, gayrimenkul alanında da çok cazip ve zengin fırsatlar sunuyor. Mevcut fırsatların yanı sıra, sırf Afet Yasası kapsamında değiştirilecek yaklaşık 5,3 milyon konut 400 milyar dolarlık bir finansal hareketlilik gerektirecek.”2

Kentsel dönüşüm: Kimin için?

Öncelikle belirtmekte fayda var, “kentsel dönüşüm” tartışmalarında bir tanımlama sorunu mevcut. Mekânın yeniden-üretimini konu ettiğimiz “kentsel dönüşüm” kavramı aslında birbirlerinden farklılaşan “kentsel canlandırma”, “sağlıklaştırma”, “koruma”, “iyileştirme” ve “kentsel yenileme” gibi yorum ve pratikleri kapsıyor. Ayrıca, bu kavramlar plancılar, mimarlar, yatırımcılar gibi farklı aktörler için farklı profesyonel anlamlar içeriyor. Çok kabaca, belli bir tarihsellik içinde gelişmiş iki uç pratik, bize tanımlama ve anlamlandırma konusunda yardımcı olabilir. Bunlardan biri, (genellikle bir ur gibi görülen) kentsel alanın “temizlenmesi” ve yeniden geliştirilmesi şeklinde uygulanan, komple yıkım ve yeniden inşa içeren pratik. Burada en kritik soru, bu dönüşümün kimin faydası için yapıldığı: Orada yaşayan insanlar için mi, başka sınıflar için mi, yoksa yatırımcılar için mi? Öne çıkan diğer bir soru, bu tarz dönüşümün maliyeti ve finansmanının nasıl sağlandığı. Türkiye’de “yık-yapçı dönüşüm” modelinin mekândaki farklılaşmalar hesaba katılmadan her yerde uygulandığını görüyoruz.

Toplu Konut İdaresi (TOKİ) – belediye – müteahhit ortaklığında gerçekleşen, 5366 sayılı Tarihî Alanların Yenilenmesi Kanunu3 kapsamındaki yerlerin, gecekondu mahallelerinin ve son olarak da afet riski altındaki alanların dönüşümü bu pratiğe örnek olarak verilebilir. Emekçi mahalleleri özelinde “zorla tahliye – yıkım – kentin çeperinde TOKİ projelerine yeniden iskân” şeklinde özetlenebilecek bu pratik,4 kentin merkezindeki veya dışındaki rant potansiyeli artan birçok mahalleyi tehdit ediyor.

İkinci pratik ise “yaşam alanlarının özenle dönüştürülmesi” şeklinde ifade edilebilecek, bir yerin sakinlerinin katılımıyla “gereksiz yere” yıkıma başvurmadan yapılı çevrenin ve sosyal yaşantının iyileştirilmesidir. Şu ana kadarki uygulamalara baktığımızda, böyle bir dönüşüm modelinin Türkiye’de mevcut olmadığı söylenebilir. Zira, insanları yerinden, komşularından, mahallelerinden etmeden, kendi gerçekliklerine ve ihtiyaçlarına göre, öznesi oldukları bir süreç içinde mekânda “iyileştirme” yapmak ve kent toprağını hukukî güvenceye kavuşturmak, inşaat sektörü öncelikli bir ekonomik büyüme çerçevesinde “yık-yapçı” pratik kadar kentsel rantlardan nemalandıracak bir yaklaşım değil.

Şu an İstanbul’un tarihî Fener – Balat semtinde yaşanan dönüşüm, yukarıda kabaca iki şekilde tanımlanan modellere çarpıcı bir örnek teşkil ediyor. 5366 sayılı yasa kapsamında, yerel yönetim – GAP İnşaat5 ortaklığıyla “yık-yapçı” pratik uygulanarak ele alınan bu mahalleler son dönem dönüşüm furyasından önce 2000’lerin başında Avrupa Birliği desteğiyle “yaşam alanlarının özenle dönüştürülmesi” modeliyle başarılı bir şekilde iyileştirilmiş yerlerdi. O zamanki proje kapsamında, tarihî doku yenilenirken orada yaşayan kiracıların bile soylulaştırma mağduru olmamaları noktasına kadar gösterilen “hassasiyet”, şu an mülk sahiplerinin acele kamulaştırmalarla mülksüzleşmelerine, tescilli binalarının yıkılıp yerlerine “tarihî görünümlü” yenilerinin yapılmak istenmesine tanık olduğumuz dönüşüm projesinde gösterilmemektedir.6

Sonuç olarak, kentsel dönüşümün bu kadar iştahlı bir şekilde ele alınması kısmen ve kabaca, kent ve mekânın kullanım ve değişim değerleri arasındaki farkla açıklanabilir7: Neoliberal düzen içinde mekân ya da kent, artık öncelikle barınma ve yaşam alanı sunma, sağlıklı bir çevre oluşturma, üretim için bir altyapı hazırlama, ticaret için imkân sağlama, kamusal paylaşımlarda bulunma, vb. gibi, salt kullanım değeri ilişkisi içinde önemsenmiyor. Şu an kapitalizmin içinden geçtiğimiz evresinde, kentin kendisi alınıp satılan, speküle edilen, kâr peşinde koşulan bir meta halini alıyor. Kapitalizmin temelinde sermaye birikimi, konsantrasyon ve merkezîleşme eğilimi olduğunu düşünürsek, neo-liberal kentleşme de kent toprağını sermaye birikiminin merkezinde görüyor. Bu da beraberinde kamusal mekânların özelleştirilmesine, afet sonrası toplanma alanları da dahil boş arazilerin AVM’leştirilmesine, değer artış potansiyeli yüksek, tapulu veya gecekondu fark etmez, mahallelerin kentsel dönüşüm projeleriyle sanki boş arsaymış gibi el değiştirmesine yol açıyor.

Şehir plancısı Doç. Dr. Murat Cemal Yalçıntan 2000’lerin başından Afet Yasası çıkana kadarki dönemi İstanbul özelinde şu şekilde özetliyor:

“Kentsel dönüşüm ve yenileme uygulamaları genel olarak rant artışını ve el değiştirmeyi hedefleyen, afet meselesi ile söylem dışında fazlaca ilgisi olmayan, yoksulluk, sosyal ve ekonomik ilişkiler gibi dertleri içselleştirmediğinden rantın ve yoksulluğun transferinden öteye geçmeyen bir yaklaşıma işaret eder.”8 Afet Yasası ve devamında sürdürülen tartışmalar, kaçınılmaz olarak, artık bu yaklaşımın sonuçlarının da görünür olduğu, kentsel dönüşümün ilk döneminin söylemsel ve uygulama zeminine oturuyor.

Afet Yasası: Bardak dolu mu boş mu?

31 Mayıs 2012 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un amacı “afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerin, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usûl ve esasları belirlemektir” olarak belirtilmiştir. Yasa kapsamında yeni yerleşimlerin yapılacağı “rezerv yapı alanları”, can ve mal kaybına yol açma riski taşıyan “riskli alanlar” ve bu alanların içinde veya dışında yer alabilecek “riskli yapılar” tanımlanmıştır. Yasa ile bu alanların nasıl tespit edileceğinin, riskli alan ve bina tespitinden sonra tahliye ve yıkımların nasıl yapılacağının ve yıkım sonrası arsa haline gelen taşınmazlarda nasıl bir proje geliştirileceğinin genel çerçevesi çizilmiştir. Yine yasa kapsamında kamu kurumlarının görev ve sorumlulukları belirtilmiştir.

Afet/deprem riski altında yaşayan bir ülkenin bu konuda özel mevzuat geliştirmesi, siyasî iradenin kararlı adımlar atması, adeta bir seferberlik halinde riskleri minimalize etmeye kalkışması ve riskleri bertaraf ederken diğer birçok kentsel sorunu çözecek yaklaşımları da geliştirmesi olumlu bir durumu ifade eder. Böyle bir yaklaşıma en azından prensipte kimsenin karşı çıkmayacağı söylenebilir. Peki, neden deprem riski ve bu riske karşı “bir şeyler” yapmak gerektiği konusunda herkesin uzlaştığı bir ortamda Afet Yasası çeşitli çevrelerin yoğun eleştirisine uğramaktadır? Yasaya karşı mevcut şüpheleri siyasî pozisyonların “esneksizliği” ile açıklamak mümkün mü? Daha önce de vurgulandığı üzere, kentsel dönüşüm / Afet Yasası ilişkisini temelde sorunlu gören bir yaklaşım var. En özet haliyle eleştiriler, afet riskinin çeşitli mağduriyetlere de (zorla tahliye, soylulaştırma, mülkiyet hak ihlâli gibi) yol açan kentsel dönüşüm projelerine hız kazandırmak için araçsallaştırıldığı, bu projelerin meşruiyeti için bir “bahane” olarak öne sürüldüğü noktasında uzlaşıyor. Yani, “evet afet riski gerçektir, ama kentsel dönüşüm mevcut uygulamalarıyla bu riskten sakındıracak ‘ilaç’ değildir” argümanı muhalif pozisyonu tanımlıyor. Yasaya baktığımızda da, çok ayrıntılı bir şekilde yıkımın tanımlandığı, kentsel dönüşümde yık-yap yaklaşımının öne çıkarıldığı, yasada belirtildiği halde “iyileştirme” (güçlendirme) vurgusunun ilk madde dışında yer almadığı, bunun da yasanın geneline sirayet ettiği görülüyor.

Afet Yasası’nın onaylanmasından hemen sonra, onlarca sivil toplum kuruluşu, meslek odası, mahalle dernekleri ve yurttaş girişimleri “kentsel dönüşüm yasası yaşam alanlarımızı talana açan en büyük afettir” başlığıyla bir ortak deklarasyon yayımlandılar.9 Bildiri yasanın Anayasa`nın 56. maddesinde yer verilen “konut hakkı”nı gözardı ettiği, “yerinde dönüşüm, kiracıların durumu, geçici barınma sorunu, kaynak temini, toplumsal adalet ve eşitliğe uygun finansman modelleri ve tüm paydaşların dâhil olduğu uygulama ortaklıklarının kurulmasına yönelik ülkemizin gerçek ihtiyacı olan yasal boşluğu doldurmaktan, bu anlamda kentlerin afetlere dirençli hale getirilmesi hedefinden uzak olduğu” iddiasında bulunuyordu. TMMOB Şehir Plancıları Odası’nın basın açıklamasında da Afet Yasası’nın temel insan haklarına ve anayasaya aykırı noktaları sıralanmıştı. Eleştirilerin hassasiyetini anlamak için bu maddelere bakmakta fayda var:

• Afet dönüşümü kapsamında dayatılan anlaşmaya karşı çıkılması cezalandırılmaktadır.

• Risk taşımayan yapıların da “uygulama bütünlüğü” gerekçesiyle kanun hükümlerine tâbi olacağı belirtilmiştir.

• “Riskli alanlardaki yapılar ile riskli yapılara elektrik, su ve doğalgaz verilmez, verilen hizmetler durdurulur” hükmü açık bir hak ihlâlidir.

• Altyapı maliyetlerinin (riskli yapı tespiti ve yıkım maliyetleri de dahil) konutları yıktırılanlara ödetilmesi yoksul kesimlerin borç miktarını büyütecektir.

• Yetkinin genel olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı`na verilmesi merkezîleşmeyi kuvvetlendirmektedir.

• Kamunun elinde kalan son araziler elden çıkarılabilecektir.

• Hazine dışındaki kamu kurumlarına ait (okul, hastane, lojman gibi) taşınmazların da, üstelik bu alanların riskli alanda olma koşulu da aranmadan Bakanlığa tahsis edilmesi mümkün kılınmıştır.

• Doğal ve kültürel mirası koruyan yasalar “uygulanmayacak mevzuat” olarak tanımlanarak etkisizleştirilmiştir.

• Mera alanlarının imara açılması kolaylaştırılmıştır.

• Rezerv yapı alanlarında her türlü imar ve yapılaşma işlemlerinin geçici olarak durdurulması mülkiyet hakkının kısıtlanmasıdır.

• Planlama kararlarına yönelik “özel” standart belirleme yetkisi, yenilenen alanların yaşanabilir alanlar olmaktan uzaklaşmasına neden olabilecek bir düzenlemedir.

Şehir Plancıları Odası’nın vurguladığı noktalara ek olarak, mevcut haliyle yasanın riskli alan tespitinde keyfîliklere yol açabileceği belirtilmektedir. Afet Yasası deprem dışındaki diğer doğal afetleri dikkate almamaktadır. Kiracıların durumu yeterince düşünülmemiş, bir kereye mahsus kira yardımı dışında mağduriyetlerini engelleyecek bir araç geliştirilmemiştir. Ayrıca, dönüşüm yapılacak alanlarda değer artışını kontrol altında tutacak ve dolayısıyla dar gelirli vatandaşların ödeme güçlükleri veya mülklerini kısa vadeli kazanç için zoraki olarak satıp yaşadıkları yerlerden kopmalarını engelleyecek önlemler yer almamaktadır. Yasanın ne hazırlık aşamasında, ne de yasa sonrası uygulama sürecinde farklı paydaşların katılımı, dönüşümün maliyetine katılımın ötesinde, öngörülmemiştir.

Son olarak, yıkıma odaklı bu yasanın yeniden yapımı bütüncül bir şekilde, sağlıklı kentsel gelişme, ekolojik sürdürülebilirlik, toplumsal adalet gibi olmazsa olmaz şehir planlama ilkeleri ışığında ele almadığı söylenebilir. Bu da, bir önceki dönemin parçacıl kentsel dönüşüm projelerinin, tasarım da dahil olmak üzere, birçok açıdan model sunmaktan uzak olması ve piyasa aktörlerinin kamu yararını geri plana atarak bu süreçten maksimum kâr elde etme hırslarıyla birlikte düşünüldüğünde, yasaya olan şüpheleri arttırmaktadır.

Nasıl bir Afet Yasası?

Sadece yasaya bakarak “bardak dolu mu yoksa boş mu?” sorusuna cevap vermek mümkün gözükmüyor. Yasanın öncesi, oturduğu çerçeve, verilen toplumsal mücadele gibi parametreler bardağı doldurup boşaltıyor. Afet Yasası sonrası artık doğrudan kentsel dönüşüm pazarlayan fırsatçıların türediği bir ortamda, idarenin kentsel dönüşümün ilk dönemindeki uygulamalarda karşılaşılan yaygın adaletsizlik/eşitsizlikleri ve TOKİ ve lüks sitelerle özdeşleşen, şehirleri mekânsal olarak ayrıştıran kimliksiz tasarımları yeniden üretmemek için aşırı özen göstermesi gerekiyor.

Öncelikli olarak, kentsel dönüşümün ilkeleri konusunda devletin yurttaşlar ve sivil toplum temsilcileriyle uzlaşması gerekiyor. Bu uzlaşının da kentsel rantı arttıracak ve dolayısıyla eşzamanlı olarak yeni kentsel sorunlara yol açacak bir spekülatif kentsel büyüme stratejisi üzerinden olmaması, kamu yararını merkeze alan bir yaklaşımla geliştirilmesi önemlidir. Herkesin üzerinde uzlaştığı deprem riskine karşı, insanların hayatında “afet etkisi” yaratmadan çözüm üretilmelidir. Kimseyi zorunda kalmadıkça yerinden etmeme öncelikli ilke olarak kabul edilmelidir. Dönüşümün maliyeti özellikle yoksul ve dar gelirli vatandaşları daha da yoksullaştıracak şekilde onlara yüklenmemelidir. Vatandaşların evleri ve mahalleleri ile ilgili dönüşüm kararlarına kolektif bir şekilde ve doğrudan katılabilmeleri gerekmektedir. Afet Yasası’nın ortaya çıkışının, bu yasanın içeriğinin, sağlayacağı imkân ve risklerin ülkenin demokratik olgunluğundan bağımsız olmadığı söylenebilir. Haliyle, bundan sonra kentlerin afetlere hazır hale getirilmesi noktasında verilecek mücadele, aynı zamanda demokratikleşme mücadelesinin bir parçası olacak, “bardağı doldurmak” da her zamanki gibi bu mücadelenin aktörlerine düşecektir.

Dipnotlar

1.    Bulut İnşaat reklam filmi, http://www.bulutinsaatyapi.com/.

2.    http://t24.com.tr/ajans/3939kentsel-donusum-400-milyar-dolari-harekete-….

3.    Yıpranan Tarihî Ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması Ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun.

4.    Zorla Tahliye Haritası (2009), http://mutlukent.wordpress.com/2010/08/08/istanbul-zorla-tahliye-harita….

5.    Projeyle ilgili detaylı bilgi için: http://www.fatihhaber.com/fener-balat-ayvansaray-AVAn.htm.

6.    Detaylı bilgi için: Korhan Gümüş, 21.02.2010, Fener-Balat’ta hukuk imtihanı http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=9….

7.    Lefebvre, Henri, The Production of Space, 1991, Blackwell.

8.    http://bianet.org/bianet/siyaset/137646-afet-yasasinin-gizli-gundemi.

9.    http://mutlukent.files.wordpress.com/2012/10/afet-yasasc4b1na-karc59fc4….

Yaşar Adnan Adanalı

Stuttgart Üniversitesi Uluslararası Şehircilik Enstitüsü’nde gelişme planlaması üzerine çalışmaktadır. Aynı üniversitenin Entegre Şehircilik ve Sürdürülebilir Tasarım yüksek lisans programında ve Darmstadt Teknik Üniversitesi’nin Uluslararası Yardım ve Kentsel Gelişme yüksek lisans programında Katılımcı Planlama Pratiği üzerine ders vermektedir. Demokrasi ve mekân, kentsel hareketler ve kentsel dönüşüm konularında İstanbul başta olmak üzere, Güney Amerika, Afrika ve Ortadoğu’da çeşitli kentlerde çalıştı. TMMOB Şehir Plancıları Odası Kent Planlama Basın Ödülü sahibi. Mutlu Kent ve Reclaim Istanbul adlı iki blogu var.