Kentsel dönüşüm politikaları ve TOKİ’nin önlenemez yükselişi

Evrim Yılmaz

11920’lerden itibaren, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet yaratma çabasında siyasî nitelik ön plana çıkar. Bu yaklaşımdaki deterministik kabul, çevre değiştiğinde bireyin davranışının da değişen çevrenin gereklerine uygun olarak biçimleneceğidir.

Bu bağlamda, tek partili rejimde Cumhuriyetçi liderlik ve merkezî yönetim ağırlıklı ekonomik gelişme modeli ulus–devlet olarak “kentsel yenileme” yaklaşımıyla kentleşmeyi üretir. Ebru Gürler , kent içi alanlarda 1930’dan 1970’e kadar, kamulaştırma, arazi kullanım değişimleri ve yıkıp yeniden yapma gibi yöntemlerin kentsel dönüşüm sürecinde temel araçlar olduğunu belirtir. İlhan Tekeli ise Ankara’nın başkent ilan edilmesi, “yurdu demir ağlarla örme” stratejisi ve 1929 Büyük Bunalımı sonrasında fabrika yerlerinin demiryolu güzergâhı üzerindeki küçük Anadolu kentleri olarak seçilmesinin de aynı politikaların devamı niteliğinde olduğunu yazar. Ek olarak, Tarık Şengül “modern kent” projesinin, II. Dünya Savaşı’nın sonunda yoksul kitlelerin kente göçü nedeniyle sekteye uğradığını söyler.

1950-1980 dönemi

1950-1980 döneminde çokpartili rejimdeki siyasî çekişmeler ve liberalleşme odaklı ekonomik gelişme modeli Türkiye’de emek gücünün kentleşmesini üretir. Ancak, Hatice Kurtuluş’un da belirttiği üzere, savaş sonrasında sanayinin büyüme hızının yetersizliği nedeniyle, göçmen işgücü sanayide yeterince emilemediğinden enformel sektör ortaya çıkar .

Türkiye II. Dünya Savaşı’na girmez, ancak savaş tehlikesi nedeniyle bu yıllarda izlenen sıkı tasarruf politikasıyla sermaye aşırı birikir. Fakat, ortaya çıkan sermaye birikim olanağı ile sanayinin büyüme hızı arasındaki fark, bu tasarrufları belli ölçüde mekânsal yatırıma yönlendirir.

Modern harekete dayalı kentsel dönüşüm sürecindeki fikir, endüstriyel modernist imaj yönelimli kentsel yenileme yaklaşımıdır. Ebru Gürler’in özetlediği üzere, kent meydanlarına açılan bulvarlar, tarihi MİA içindeki konut alanları ve Haliç kıyısındaki kent içi endüstri alanları şehirde dönüşen alanlardır.

Bu dönemde, kentsel dönüşüm açık ya da gizli politik ekonomik kararların sonucu olan yeni sosyo-mekânsal ölçekler yaratarak gerçekleşir. Hatice Kurtuluş’un vurguladığı gibi, en belirgin dönüşümün yaşandığı altyapısız kamu arazileri üzerinde, tüm yerleşim maliyetlerini göçmenlerin kendi ödedikleri gecekondu alanlarının “illegal” ve “plansız” olmalarına rağmen yerel ve merkezî siyasî otorite tarafından görmezden gelinmesi, gecekondunun gizli politik ekonomisiyle bağlantılıdır. Dönemin siyasî konjonktürünün de etkisiyle oluşturulan baskı ortamında, 1960’tan itibaren hızla artan gecekondu alanlarına yönelik ilk gecekondu affı 1966’da gerçekleşir.

Dönemin bir başka gelişmesi, eski kentsel mahallelerin çevresinde, metropoliten çeperde ve sayfiye banliyö hattı üzerinde bulunan kırsal arazilerin parselasyon yoluyla bölünerek yapılaşmaya açılmasıyla orta sınıflar için yeni konut alanları oluşturulmasıdır. Bu politikalar ile Demokrat Parti iktidarının, özellikle İstanbul’da giriştiği büyük imar hareketleri bir arada ele alındığında, kentsel dönüşümün politik ekonomisi daha iyi okunabilir.

Kentin çeperlerinde böylesi bir dönüşüm yaşanırken, kentin merkezinde modernleşmenin etkileri hızla hissedilmeye başlar. Artan nüfusla birlikte başlayan tek katlı konutlardan apartmanlaşmaya dönüşüm, “arsa karşılığı daire” şeklinde tanımlanan sistem ve 1950’lerin sonlarında yürürlüğe giren “Kat Mülkiyeti Kanunu” ile yaşanır. Bu kanunla pek çok kentin tarihî karakteri büyük bir hızla değişir ve bu hızlı kentleşme sürecinde kısa zaman içinde tarihî yapıların çoğunun yerini çok katlı apartmanlar alır.

1980 sonrası dönem

1970’lerden itibaren krize bağlı olarak, bütün dünyada üretimin ve mekânsal yapıların radikal olarak yeniden ölçeklendirildiği ve yapılandırıldığı “küreselleşme” dönemine girilirken, alt kentleşme nedeniyle cazibesini kaybederek çöküntü alanlarına dönüşen kentin merkezî bölgelerinin yeniden yapılanması yeni kentsel dönüşüm evresinin boyutlarından birini oluşturur.

1980 sonrası döneme gelindiğinde, ithal ikameci ekonomi politikası yerini ihracat öncelikli neoliberal politikalara, popülist siyaset ise yerini kayırmacı ilişkilere bırakırken, kent ve kentsel arazi sermaye birikiminin sahnesi olmaktan öteye geçer, bu sürecin bizatihi aktörü olmaya doğru evrilir. Siyasette kayırmacılık ilişkilerinin hızla palazlandırdığı yeni burjuvaziyi küresel tüketim kültürüyle tanıştıracak kentsel yatırımlar, özellikle İstanbul’da çöküntü halindeki tarihî mekânları yeniden öne çıkaran projeler, kapalı lüks konut siteleri, lüks eğlence ve dinlence mekânları, spor ve kongre merkezleri olarak ortaya çıkar.

Küresel sermayeyi kendine çekme yarışıyla kent merkezlerinde ciddi bir fonksiyon değişimi yaşanır. Yavaşlayan göç dalgasıyla artık mevcut kent stokunun değerlendirilmesinde yeni anlayışlar geliştirilir. Önceki dönemlerdeki –Mücella Yapıcı tarafından “adı konmamış” olarak tanımlanan– kentsel dönüşümlerin ardından, bugün kullanılan biçimiyle kentsel dönüşüm kavramının yerel yönetimlerin literatürüne girmesi Marmara depreminin meydana geldiği 1999 yılıdır. 2000’lerin başında deprem riskinin yoğun biçimde tartışılır hale gelmesiyle “kentsel dönüşüm” bir zorunluluk, kaçınılmaz bir süreç olarak gösterilmeye başlanır. Devlet üretim alanından olduğu gibi, sosyal hizmetler alanından da (sosyal konut, sağlık, eğitim, vb.) çekilerek küçülürken sermaye, mal ve hizmetlerin küresel akışını hızlandırıcı düzenlemeleri yapmak üzere bürokratik olarak yeniden ölçeklendirilir. Kentsel alanlarda genişletilmiş yeniden üretimin bir parçası olarak mekânın yeniden üretimi için gerekli yasal altyapı hazırlanırken, neoliberal politikacıların dönüşümü meşrulaştırıcı söylemlerinin –çöküntü alanlarının temizlenmesi, kentin suçtan arındırılması ve güvenliğin birinci derecede önemli bir kentsel sorun olarak öne çıkarılması gibi– zihinlere nakşedilmesinde medya desteği etkili bir yöntem olarak kullanılır. Gerek merkezî yönetimin, gerekse yerel yönetimlerin bir “kurtarıcı” olarak sıkı sıkı sarıldıkları bu kavram yoluyla, Ankara’dan yasaların çıkarılması, TOKİ’nin (Toplu Konut İdaresi) her geçen gün güçlen(diril)mesi, yerel yönetimlerin de müdahale etmek isteyip de edemedikleri alanları birer birer kentsel dönüşüm/yenileme alanı ilan etmeleriyle hızla ilerleyen bir sürece girilir.

Kapitalizmdeki kentsel mekânın kentsel yeniden yapılanmalarla düzenlenerek yeniden örgütlenmesindeki en kritik çelişki, toplumsal sınıfların kentle olan yerleşik ilişkilerindeki değişimle ortaya çıkar. Bu süreçler ekonomik hedefler doğrultusunda mekânın tahribatına neden olur. Bununla birlikte, yoksul ve yoksun kesim oluşan değişim değerini karşılayabilecek sürekli bir ekonomik güce sahip olmadığından, projeler yerel çözümlerin her seferinde daha üst ölçekte belirlenen genel gelişme dinamikleriyle farklı bir düzleme kayar.

Bu noktada, kentsel dönüşüm kentli toplumsal sınıflar ve kent hakları açısından eşitsiz güç kullanılarak oluşan yeni kentsel arazi bağlarıyla biçimlenir. Bu yeni kentsel arazi bağlarının oluşturulmasının odağında –özellikle İstanbul’da– TOKİ bulunmaktadır.

Yeni kentsel arazi bağları ve TOKİ’nin rolü

2000’li yıllardan itibaren, hem yaptığı projelerle kentleşme politikalarını yönlendiren resmî bir “kurum” hem de yatırımları ve ortaklıklarıyla bir “şirket” gibi hareket eden TOKİ, yapılan yasal düzenlemelerle kentsel uygulamalarda tekel haline gelmiştir. Kuruluş amacının alt gelir grubuna yönelik konut ihtiyacını sağlamak olduğunu unutan TOKİ’nin içinde bulunduğumuz dönemdeki “konut politikası”nı anlamak için Türkiye ve İstanbul ölçeğindeki bazı verileri1 incelemek anlamlı olacaktır.

TOKİ’nin Türkiye genelinde devam eden uygulamaları incelendiğinde, yaklaşık 282 bin konut adedine ulaşılmaktadır. Bunlardan yaklaşık 20 bin adedinin yoksul/alt ve dar gelir grubuna yönelik olduğu görülmektedir. Bu iki veri karşılaştırıldığında, TOKİ’nin devam eden projelerinin yaklaşık yüzde 7’sinin yoksul/alt ve dar gelir grubuna yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bu toplu konutların broşürleri incelendiğinde, fiyatların orta sınıfın dahi ödeyebileceğinin çok üstünde olduğu görülmektedir. Bu, TOKİ’nin kuruluş amacından saptığının ilk göstergesidir.

Türkiye dağılımının bir örneği olarak İstanbul incelendiğinde ise durumun çok daha vahim olduğu görülmektedir. Devam etmekte olan toplam yaklaşık 64 bin adetlik konut projesinden yalnızca 850 adedi yani yaklaşık yüzde 1,3’ü yoksul/alt gelir grubu için yapılmaktadır. İstanbul’da sunulan bu konut projelerinin adlarına baktığımızda, görsel ve yazılı basında sık sık karşımıza çıkan “yeni yaşam alanı” projeleri oldukları görülmektedir. Projelere verilen isimler, projenin içeriği, hitap ettiği sınıf ve sundukları hakkında yeterli fikir vermektedir. Ayrıca bu projeler için kullanılan “yaşam alanı”, “uydukent”, “akıllı bina” gibi tamlamalar geleneksel dayanışmanın ifadesi olan mahalle kavramını akıllardan silmek niyetinin göstergesidir.

Ayrıntılı incelendiğinde Başakşehir, Bahçeşehir, Ataşehir ve Halkalı’nın yoğun toplu konut alanları olduğu/olacağı görülmektedir. Bu alanların kentsel dönüşüm/yenileme alanı ilan edilmiş bölgelerdeki hak sahibi kabul edilenlerin gönderildiği bölgelere işaret etmesi çok da şaşırtıcı değildir.

Böyle bakıldığında, belki İstanbul’da ev sahibi olmayan kimse kalmayacak gibi görünse de, kentsel dönüşüm/yenileme alanlarında yerinden edilen binlerce kişi, ancak alt gelir grubuna yönelik inşa edilen konutlardan yararlanabilecek durumdadır. Burada çarpıcı bir nokta, TOKİ’nin İstanbul’da devam eden ya da ihale aşamasında olan alt gelir grubu konut projesinin bulunmamasıdır. Bu yüzden de kentsel dönüşüm/yenileme alanlarından tahliye edilip toplu konut alanlarına “çekilişsiz, kurasız” yerleştirilenlerin çok kısa sürede buralardaki konutlarını terk ederek kentin çeperlerine veya merkezdeki çöküntü alanlarına yeniden yerleşmeleri, TOKİ Genel Başkanı Erdoğan Bayraktar’ın ifadesiyle, “verilen konutlarda yaşamak istememeleri” aslında pek de şaşırtıcı değildir.

TOKİ’nin önlenemez yükselişinin araçları

TOKİ’nin yukarıda bahsedilen konut projeleriyle özellikle büyük kentleri ele geçirmesinin altyapısı, merkezî yönetime yakınlığı sayesinde çıkarttırdığı yasal düzenlemelerle oluşturulmuştur. Bu düzenlemelerle TOKİ tüm kentte tek aktör olarak öne çıkmaktadır. Yerel yönetimlerin de neredeyse devre dışı bırakılması TOKİ’nin müdahale alanını alabildiğine genişletmiştir.

TOKİ’yi 2000’li yılların başından itibaren, her gün biraz daha güçlü kılan yasal düzenlemelere göz atmadan önce, 1980 sonrası kente müdahalenin tek aracı olan kentsel dönüşümün yasalar nezdinde nasıl gündeme geldiğine kısaca bakmak yerinde olacaktır.

Kentleşme politikalarında plan yerine projecilik anlayışı, ilk olarak 2005’te yürürlüğe giren 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73. maddesinde kendini göstermiştir. “Kentsel Dönüşüm ve Gelişme Alanı” başlığı altında, yerel yönetimlere son derece muğlâk kriterlerle “Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projeleri” yapma yetkisi verilmiştir.

İkinci adım, yine 2005’te yürürlüğe giren 5366 sayılı “Yıpranan Tarihî ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Kullanılarak Yaşatılması Hakkındaki Kanun”dur. Bu kanun adeta SİT alanlarında yıkıp yeniden yapma; bu alanlarda yaşayanları kentin çeperlerindeki toplu konut alanlarına TOKİ aracılığıyla gönderme ve “gösterişli” projelerle sermayeye kucak açma kılavuzudur.

Temmuz 2008’de 5793 sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, bir torba yasa olarak çıkarılmıştır. Odak noktası TOKİ’nin yetkilerinin genişletilmesi olan bu düzenleme, birçok meslek odasının yoğun eleştirilerine uğramıştır. TMOBB Mimarlar Odası ve İnşaat Mühendisleri Odası, bu konuda hazırladıkları raporla, düzenlemenin kent mekânına negatif etkilerini ve bu düzenleme altında yatan gerçek niyeti açıkça kamuoyuna duyurmuştur.2

Son olarak, büyük tartışmalar sonucu Mayıs 2012’de kabul edilen 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile yalnızca kentsel alanlar değil, orman alanlarından askerî alanlara kadar “afet riskli alan” ilan edilen her yerin yıkılıp yeniden yapılması mümkün hale getirilmiştir.3

Kentsel dönüşüm projelerinin önünü açacak düzenlemelere kısaca baktıktan sonra, TOKİ’nin ne amaçla kurulmuş bir kurum olduğunu anlatan ve 5162 sayılı kanunla 2004 yılında yenilenen 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, devamında kurumun kente müdahale alanını genişleten ve yeni yetkiler vererek birçok denetimden de muaf kalmasını sağlayan kanunlara bakılması anlamlı olacaktır.

5162 sayılı kanunun “Amaç ve Kapsam“ başlıklı 1. maddesinde; “Konut ihtiyacının karşılanması, konut inşaatını yapanların tâbi olacağı usûl ve esasların düzenlenmesi, memleket şart ve malzemelerine uygun endüstriyel inşaat teknikleri ile araç ve gereçlerin geliştirilmesi ve devletin yapacağı desteklemeler bu kanun hükümlerine tâbidir.” denmektedir. Toplu Konut Kanunu’nun değiştirilmesiyle merkezî hükümetin kentsel yenileme/dönüşüm konusunu sahiplenmesi ilk etapta olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir; zira söz konusu kanunla TOKİ, kentsel dönüşüm kapsamında aslında kentsel yenileme uygulamaları açısından yetkili kılınmıştır. Ancak bu yetkinin 4. madde metninde “gecekondu alanlarının tasfiyesi” olarak geçmesi, merkezî yönetimin konuya bakışını net olarak özetlemektedir. Kanun metninde, adı geçen maddede, söz konusu alanların “iyileştirilerek yeniden kazanımı”na ilişkin hiçbir detaylı hüküm getirilmemesi dikkat çekicidir.

Kentsel dönüşüm uygulamalarının yanı sıra kurumun gelir ve harcamalarının ve bunların denetiminin açıklandığı 2. maddeden de anlaşılacağı üzere, TOKİ yalnızca toplu konut yapımı değil, belli özelliklere sahip köy ve kent yapılarının yenilenmesine yönelik kredilerin verilmesi, iş ve istihdam yaratılması ve bu istihdamı sağlayanların teşvik ve gelişimi amaçlı kredi sağlanması konularında da görevli ve yetkilidir.

2004 tarihli 5162 sayılı kanunla “Gecekondu dönüşümü uygulamalarında kamulaştırma, imar planı yapma” yetkisiyle daha donanımlı hale gelen TOKİ’nin, 2005’te 5366 sayılı kanunla yetkileri iyice genişletilmiştir. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın gecekondu alanlarındaki tüm yetkileri 2007 yılında çıkan 5069 ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nda değişiklik yapılarak TOKİ’ye devredilmiş; ek olarak TOKİ, Hazineye ait arazileri bağlı olduğu Bakan ve Maliye Bakanı teklifi ve Başbakan onayıyla bedelsiz olarak devralma yetkisine de sahip olmuştur.4 Bu düzenleme ile, “(...)TOKİ’nin gecekondulaşma ile mücadele alanı genişlemiş, gecekondu önleme bölgelerinin belirlenmesi” de görevleri arasına eklenmiştir. Türkün ve Yapıcı (2009), bu kanunla, yerel yönetimlerin sınırları içinde, TOKİ’ye gecekondu ıslah bölgeleri, gecekondu tasfiye bölgeleri ve gecekondu önleme bölgelerinin sınırlarını onama yetkisi verildiğini; imar ve ıslah planlarının (TOKİ denetiminde) yerel yönetimlerce hazırlanmasına rağmen, yalnızca TOKİ’nin plan tekliflerini red veya onaylamaya yetkili kılındığını ve yerel yönetimlerin arsa satışında TOKİ’den izin alması zorunluluğu getirildiğini belirtir.

Bu genel bakıştan sonra, 5162 sayılı Toplu Konut Kanunu’nda yapılan değişikliklere, sürecin nasıl ilerlediğini anlatması açısından kronolojik olarak bakıldığında; 1990 yılındaki düzenlemelerle TOKİ’ye, yeni finansal kaynaklar yaratılmış ve kurum tüm ekonomik denetleme mekanizmalarından azad edilmiş; 2001’de yapılan düzenlemelerle,5 TOKİ neredeyse hiçbir kuruma bağlı olmaksızın kredi alma yetkisini kazanmış; 2003’te 4966 sayılı kanun marifetiyle yapılan düzenlemelerle de TOKİ’nin özerk kimliği güçlendirilmiştir.

TOKİ 2004 yılında, 5162 ve 5273 sayılı kanunlarda yapılan düzenlemelerle bir kamu kurumu olarak tıpkı herhangi bir şirket gibi, hem şirket kurma hem de halihazırda kurulu şirketlere ortak olma hakkını kazanmıştır. Ek olarak, her tür ve ölçekteki imar plânlarını yapmaya, yaptırmaya ve tadil etmeye, re’sen yürürlüğe koymaya ve kanundaki görevleri çerçevesinde gerçek ve tüzel kişilere ait arazi ve arsaları ve bunların içerisinde veya üzerinde bulunan her türlü eklenti ve yapıları kamulaştırmaya yetkili kılınmıştır. Bu düzenleme ile ilçe belediyeleri herhangi bir bölgede TOKİ tarafından yapılan imar planını üç ay içerisinde onaylamak zorunda olan noter konumuna getirilmiştir. Mülkiyet hakkını ve bireylerin kendi mülkleri üzerinde kendi tasarrufları çerçevesinde değişiklik yapmalarını hiçe sayan düzenlemelerle TOKİ’nin gecekondu bölgeleri üzerindeki haklarının sınırları genişletilmiştir. Ayrıca, “proje” mantıklı tüm düzenlemelerde olduğu gibi bu düzenlemede de, hak sahiplerinin ve konutlarının değerleri TOKİ tarafından tespit edilerek, yaşadıkları bölgeden sürülecekleri kapalı bir şekilde ifade edilmiştir.

Yine 5273 ve 5162 sayılı kanunlardaki farklı iki düzenleme ile bir bölgenin yalnızca mülkiyetinin kendinde olduğunu belgelemesi ve imar planı fonksiyonuna aykırılık olmaması koşuluyla, herhangi yasal engele(!) takılmaksızın TOKİ’ye uygulama yetkisi kazandırılmıştır.

2006 yılındaki 5492 sayılı kanun aracılığıyla TOKİ hemen her türlü masraftan muaf tutulmuş; yalnızca ihale geçici kabul belgesi ile uygulama yapmaya yeterli kabul edilmiş, eksiklikleri daha sonra tamamlama esnekliği sağlanmıştır. Yani, uygulamaya yönelik TOKİ’nin önündeki tüm engellerin kaldırılmasına doğru bir adım daha atılmıştır.

2008 tarihli 5793 sayılı kanun düzenlemesiyle, daha önceki düzenlemelerde olduğu gibi burada da depremle ilgili dönüşüm projeleri hakkında herhangi bir kriter belirtilmeksizin, yine herhangi bir alanda proje yapma yetkisi TOKİ’nin eline verilmiştir.

Maddeler teker teker okunduğunda, durum aslında yoruma gerek bırakmayacak kadar açıktır. TOKİ bütün bu düzenlemelerle her türlü masraftan ve denetimden muaf, kentin özel ve kamusal tüm mülkiyetlerinde kendi kendine proje yapmaya ve hatta onamaya yetkili kılınmıştır. Her bir düzenlemeyle yerel yönetim organları bir parça daha devreden çıkarılmaktadır.

Oysa, TOKİ kendini şöyle tanımlamaktadır:6

• Alternatif, yenilikçi uygulamalarla konut üretiminin belli bir model çerçevesinde gerçekleşmesini sağlayarak, konut piyasasını disipline etmek;

• Kalite, sağlamlık, ucuzluk gibi hususlara dikkat ederek spekülatif oluşumlara mani olmak;

• Ülke nüfusunun ülke coğrafyasına dengeli bir biçimde dağılmasına yardımcı olmak temel amaçları ile Türkiye’nin dört bir yanında faaliyetlerini kararlılıkla ve azimle sürdürmektedir. (…) Önümüzdeki yıllarda ise İstanbul, İzmir, Ankara, Diyarbakır ve Adana gibi, ülkenin kırsal kesimlerinden büyük ölçüde göç alan büyük kentlere daha fazla yoğunlaşılacaktır.

• Bugün gelinen noktada, modern kentleşmenin tüm unsurlarını kapsayan bir anlayışla hizmet verilmekte, sosyal devlet anlayışının güçlenmesine, üretim çarklarının önündeki engellerin azaltılmasına, yoksul vatandaşına hizmet eden, adalet ve anlayışla yaklaşan bir devlet yapısının oluşmasına, yasalara saygılı vatandaşların devlete olan güveninin pekiştirilmesine katkı sağlamak amaçlanmaktadır.

• Piyasa koşullarında konut edinme imkânı bulunmayan alt gelir grubu ve yoksulların ciddi konut gereksinimi ile şehirlerimizin kentsel dönüşüm ihtiyacı dikkate alındığında “sosyal devlet” olmanın bir gereği olarak konut üretimine var gücümüzle devam edeceğiz.

Aslında, TOKİ gerçekten de konut üretimine “var gücüyle” devam etmektedir. Ancak, üretilen konutlar “sosyal” değil, “prestijli” konutlardır. Kamu yararı ve sosyal devlet kavramlarının içini tamamen boşaltmış olan TOKİ, kâr amacı güden bir şirket mantığıyla, yeni orta sınıf için konut üretimine devam etmektedir.

Sınıfsal gerilim ve kentsel sürgün

Neoliberal politikalar önderliğinde ve araçsallaştırılan kanunlar eşliğinde, baş aktör olarak TOKİ, “kaçınılmaz” addedilen kentsel dönüşüm süreciyle kent içinde kurulmuş sosyal ağları, bir daha kurulamamak üzere çözmektedir. Etkileyici temalarla sunulan tüm bu projeler toplumun çeşitli kesimlerinden destek bulsa da, uygulama aşamasına geçildiğinde, projelerin yıkıcılığı gözler önüne serilmektedir. Gerek kent merkezindeki çöküntü alanları, gerekse artık merkezle bütünleşmiş gecekondu alanları, sahip oldukları değişim değeri nedeniyle hâlihazırda barındırdıkları kullanıcılarıyla birlikte baş döndürücü bir hızla dönüşmektedir. “Her türlü pisliğin, suçun ve çarpık kentleşmenin”7 yuvası olarak görülen bu alanlardaki 1970’lerde yaşananları hatırlatan mücadele ve direnişlere karşı gösterilen “sıfır tolerans” politikaları ise kentsel sınıfsal gerilimi yükseltmektedir.

Bu, mülkiyet hakkını kutsal sayıp barınma hakkını gözardı eden yaklaşımla ekonomik nedenlerle gecekondu ve çöküntü alanlarına yerleşmiş ve kanun önünde tapusu olmaması nedeniyle “hak sahibi” kabul edilmeyenler ya da yeni prestijli projelere katılacak düzenli ekonomik geliri olmayanlar kentin dış alanlarına sürülmektedir. Burada yapılması gereken, öncelikle kentsel sürgünü ve ötekileştirmeyi durdurarak konut üretiminde tekelleşmenin önüne geçmek; fizik mekânın iyileştirilmesini önceleyen yaklaşımı terk ederek sosyal ve ekonomik olarak iyileştirmeyi merkezine koyan ve mülk sahipliği / kiracı oranlarını göz önünde bulunduran, yalnızca “tapu sahipleri” için değil, kiracılar için de yaklaşımlar geliştirilen süreçlerde kamu-özel sektör ve sivil toplum işbirliği ve sosyal konut yaklaşımlarını gerçekleştirmektir.

Kaynaklar

i    Türkün, Asuman-Kurtuluş, Hatice (2005): Giriş, Derleyen: Hatice   Kurtuluş, İstanbul’da Kentsel Ayrışma, İstanbul, Bağlam Yayınları, 9-24.

ii   Gürler, Ebru (2004): 1980 Sonrası Kentsel Dönüşüm Sürecinde Küresel Perspektiften İstanbul Örneği: Kent İçi Tarihi Alanların Yeniden Üretim Modelleri, 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 28. Kolokyumu, ODTÜ, Ankara.

iii  Tekeli, İlhan (1998): Türkiye’de Cumhuriyet Döneminde Kentsel Gelişme ve Kent Planlaması, 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, İstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, 1-24.

iv   Şengül, Tarık (2009): Kentsel Çelişki ve Siyaset: Kapitalist Kentleşme Süreçlerinin Eleştirisi, İmge Yayınevi, Ankara.

v    Kurtuluş, Hatice (2009): Kentsel Dönüşümün Politik Ekonomisi, İstanbul, İFMC Yayınları, İktisat, 499, 26-33.

vi   Türkün, Asuman-Kurtuluş, Hatice (2005): Giriş, Derleyen: Hatice Kurtuluş, İstanbul’da Kentsel Ayrışma, İstanbul, Bağlam Yayınları, 9-24.

vii  Türkün, Asuman-Yapıcı, Mücella, (2009): Kentsel Dönüşüm ve Yasaların Araçsallaşan Rolü, İstanbul, İFMC Yayınları, İktisat, 48-58.

viii Şen, Besime (2009): Kentsel Dönüşüm: Kavramsal Karmaşa ve Neoliberalizm, İstanbul, İFMC Yayınları, İktisat, 34-41.

Dipnotlar

1.    Tüm veriler www.toki.gov.tr adresinden alınmıştır (Kasım 2012).

2.    http://www.tmmob.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=5088&tipi=9 ve www.mo.org.tr/belgedocs/toki-rapor-2.pdf.

3.    Bkz. http://www.spo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=3941&tipi= 4&sube=0

4.    Bkz. TMOBB İnşaat Mühendisleri Odası TOKİ Raporu, 2008.

5.    Bkz. TMOBB İnşaat Mühendisleri Odası TOKİ Raporu, 2008.

6.    www.toki.gov.tr.

7.    http://www.emlakkulisi.com/7408_toki_yi_ornek_alan_ulkeler_siraya_girdi….

Evrim Yılmaz

Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nü geleneksel dokunun gelişme konut alanı tasarımına etkileri hakkında yazdığı tezle tamamladı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Kentsel Tasarım Programı’ndan “Türkiye’de Kentsel Dönüşüm Uygulamalarında Süreç ve Aktörler: Sulukule Örneği” başlıklı teziyle 2009’da mezun oldu. Halen Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir Planlama Anabilim Dalı’nda doktora çalışmalarını sürdürmektedir.