Her
ne kadar “Amerikan tek taraflılığı” (unilateralism) lûgatımıza George W. Bush
hükümetleri sırasında (2001-2009) ve özellikle de 11 Eylül saldırılarından
sonra ABD’nin Birleşmiş Milletler’in onayı olmaksızın Irak’ı işgal etmesiyle
girmişse de2 aslında “emperyalizm” ve “tek taraflılık” 20. ve 21.
yüzyılın büyük bir bölümünde ABD dış politikasına hâkim olan ideolojik altyapıyı
beslemiştir.
Aslında,
ideolojik ve fizikî alt yapısı3 daha İkinci Dünya Savaşı sırasında
şekillenmeye başlayan “müdahaleci” ABD dış politikası hem güvenlik ihtiyacı
nedeniyle hem de savaşla çok ciddi seviyelere ulaşan üretimi devam ettirme ve
yeni pazarlar bulma kaygısıyla yeni bir millî güvenlik tanımı geliştirdi.
Stratejik olarak düşünüldüğünde ABD millî güvenliği, hava üsleri sayesinde
düşmanın önceden durdurulmasını gerektirir. Bu millî güvenlik algısının
ekonomik alana yaptığı referansa gelince şu söylenebilir: ABD ekonomisi uzun
vadedeki refahı için serbest pazarlara ve Avrasya’daki hammaddelerin çoğuna
–mümkünse hepsine– ekonomik engeller olmaksızın erişip bunların liberal
ekonominin genel prensiplerine uygun hale getirilmesine ihtiyaç duyar.4
Bu
millî güvenlik algısı Obama’nın ilk dört yıllık görev süresinde sorgulanmaya
başladı. Gerek ABD’nin yaşadığı ekonomik zorluklar gerekse askerî
stratejistlerin ilgisinin Avrupa ve Ortadoğu’dan Asya’ya kaymasıyla, ABD İkinci
Dünya Savaşı sonrasında benimsediği, anavatanına yönelik tehditleri ileride
karşılama ve güç bulundurma (forward presence) politikasından Asya Pasifik’e
yönelik yeniden stratejik dengeleme (strategic rebalancing) politikasına
geçmiştir ki, bu da Pentagon’un hava-deniz savaşı stratejisinde kendini
göstermektedir.5 ABD’nin Ortadoğu politikasını da bu bağlamda okumak
gerekli. Nasıl ki, İkinci Dünya Savaşı’nın sonları, ABD’nin Ortadoğu’da var
olması ve etkisini arttırması gerektiğini idrak ettiği dönemse, içinde
bulunduğumuz yıllar da belki ABD’nin bölgeden 70 yıl sonra –en azından askeri
olarak– çekildiği dönem olarak tarihe yazılacak.
Soft-power
siyaseti
11
Eylül saldırılarından sonra Bush yönetiminin küresel terörle mücadele politikası
ve “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi” kapsamında ABD ordularının
yeniden Ortadoğu’ya askerî müdahalesi ve bölgenin stratejik öneminin artması,
Türkiye’nin de ABD’nin bölge hesaplarında yeniden aranan bir partner olmasını
da beraberinde getirdi.
ABD
ordularının Türkiye’deki üsleri ve limanları kullanarak Irak’a operasyonlar
düzenleme talebi 1 Mart 2003’te TBMM tarafından kabul edilmediğinde, her ne
kadar Bush yönetimi 2002 Kasım ayında iktidara gelen AKP’yi değil, Türk
Genelkurmayı’nı suçladıysa da, bu olay ikili ilişkilerde ciddi bir gerilime
neden oldu. Meclis’in “1 Mart Tezkeresi”ne bu itirazı ve ardından sekiz yıl
süren Irak işgali Türkiye için ciddi bir güvenlik problemi yarattığı gibi,
Türkiye’yi bölgedeki çıkarlarını askerî olmayan yollarla aramaya ve
“soft-power” stratejileriyle hareket etmeye itti.6 “Dış politika yapıcıları
bu dönemdeki dış politika hedeflerini Türkiye’nin stratejik pozisyonunu, tarihi
ve kültürel bağlarını ve ekonomik refahını kullanarak komşularıyla ilişkilerini
geliştirme ve onlar üzerinde etki sağlamaya yönelik ‘soft-power’ siyaseti”7
olarak tanımladılar.
Bu
döneme kadar Kıbrıs konusu dışında hep tedbirli bir dış politika izleyen ve
karar mekanizmaları yavaş işleyen, dengeli hareket etmeye öncelik veren Türkiye
dış politika yapıcılarının yerini hızlı kararlar verip, çabuk taraf ve tutum
değiştirebilen, çok daha bağımsız hareket eden bir kadro aldı. Bu bağlamda,
2003-2010 arasında Ankara’nın Suriye ve İran politikaları Washington’a rağmen
yürütülmüştür.8
2001’de
başlayan Afganistan Savaşı’nda, El Kaide’yi barındıran Taliban rejiminin
devrilmesinden sonra, Türkiye’nin Afganistan’da gerek askerî gerekse sivil
alandaki katkıları9 ve ABD ile işbirliği, 2003’teki “tezkere” olayının
olumsuz etkilerinin kısmen unutulmasını kolaylaştırdı.
AKP
yönetimi, Ortadoğu’da yeniden etkili bir aktör olabilmek ve Arap dünyasıyla
ilişkilerini geliştirebilmek için çalışmaya başladı. Aslında, Ankara’nın bu
yeni politikasındaki esas hedefi kendisine küresel bir rol biçmekti.10
Müslüman
dünyasıyla Batı arasında köprü
Siyasal
İslâmın içinden yükselerek iktidara gelen AKP hükümetinin bir yandan Batı’yla
ilişkilerini sürdürürken, bir yandan da Ankara’nın uzun yıllar boyunca ihmal
ettiği Ortadoğu’yla ve genel olarak tüm İslâm dünyasıyla sıkı ilişkiler içine
girme isteği, hem George W. Bush hem de Obama yönetimlerinin işine geldi.11
Böylece 1993-2001 arasında Türkiye’nin Avrupalılığına ve Batlılığına vurgu
yapan ve Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen Clinton yönetimlerini, Türkiye’nin
sadece Avrupa Birliği’ne ait olmadığını, Müslüman dünyasıyla Batı arasındaki
ilişkilerin geliştirilmesinde çok önemli bir rolü olduğunu hatırlatan George W.
Bush ve yine Türkiye’nin Müslüman dünyasıyla Batı arasındaki köprü görevine
vurgu yapan Obama yönetimleri izledi.
Türkiye’nin
bir yandan Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleriyle yakınlaşması, bir diğer yandan
da Gazze işgali ve ablukası nedeniyle İsrail’le ilişkilerinin önce söylem bazında,
sonrasında da Mavi Marmara olayıyla kopma noktasına gelmesine, 2010’da BM
Güvenlik Konseyi’nde İran’a uygulanacak yaptırımlara ilişkin oylamada tüm
ülkeler lehte oy kullanırken, sadece Türkiye ve Brezilya aleyhte oy kullanınca
Türkiye-ABD ilişkilerinde gerilim arttı. ABD ve Batı medyasında bazı siyasî
gözlemciler, Türkiye’nin Batı’dan ve özellikle de NATO’dan uzaklaşıp, yüzünü
Ortadoğu’daki Müslüman dünyasına dönmesiyle ilgili olarak “eksen kayması”
yorumları yaptı.
Geçtiğimiz
dört yıllık dönemde Obama yönetiminin Ortadoğu politikasına göz attığımızda,
İsrail-Filistin barış sürecini yeniden harekete geçirme ve ABD’nin Müslüman
dünyasıyla ilişkilerini yeniden kurgulama ve bölgede imajını düzeltme
girişimlerinin sonuç vermediğini söyleyebiliriz. Obama yönetimi ilk dört yıllık
görev süresinde Ortadoğu’daki gündemi belirlemekten çok krizlere cevap vermek
durumunda kaldı; Tahran’a yaptırımlar uygulanmasına önayak olup, İran’ın
nükleer programının yaratacağı tehlikeyi önlemeye çalışmak ya da ABD’nin eski
müttefiklerini ortadan kaldırırken, İslamcı yeni iktidarları güçlendiren Arap
ayaklanmalarına destek mesajları vermek gibi.12 İlk dört yılında
Obama yönetimi askerî yükümlülük altına girmekten mümkün olduğunca kaçındı;
Irak’tan çekildi, ABD ve NATO güçlerinin 2014 sonu itibarıyla Afganistan’dan
çekilmelerini hedefliyor.
Haziran 2010’daki G-20
zirvesinde Obama ve Erdoğan’ın eteklerindeki taşları döktükleri ve bu görüşmeden sonra iki lider arasında güvene
dayalı bir ilişkinin temellerinin atıldığı söylendi.13 2010 Kasım ayında
gerçekleştirilen NATO’nun Lizbon zirvesinde, Türkiye’nin Füze Kalkanı projesi
kapsamında İran’a karşı İsrail’i korumak amacıyla ülkesinde radar ve füzelerin
konuşlandırılmasını kabul etmesiyle, soğuyan Türk-Amerikan ilişkileri yeniden
rayına girdi. Bu dönemden sonra, Türkiye 2003’ten beri takip ettiği bağımsız,
tek taraflı dış politikasına son verdi, elbette bu kararda Arap ayaklanmaları
ve ABD’nin Irak’tan çekilmesiyle burada İran’ın etki ve müdahalesinin mümkün
olması etkili oldu.14
Bu
gelişmeye, Afganistan’daki işbirliği, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki Kürdistan
Bölgesel Yönetimi’yle siyasî ve ekonomik ilişkilerini geliştirmesi –her ne
kadar son dönemde Amerika cephesinden, Türkiye’nin takip ettiği bu yakınlık
politikasının, Irak’ın bütünlüğüne zarar verdiği yorumları yapılmışsa da–,
Türkiye’nin Ortadoğu’daki ve Kuzey Afrika’daki Arap ayaklanmalarına karşı yapıcı
bir politika takip etmesi de eklenince, son iki yıldır Türkiye-ABD
ilişkilerinin bambaşka bir yakınlık sürecinden geçtiğini söyleyebiliriz. Öyle
ki, ABD dış politika yapıcıları Türkiye’yle olan stratejik ortaklıklarını
yeniden gözden geçirme ve ilişkilerini geliştirme ihtiyacı duydu. Sonuçta, NATO
Türkiye’nin halihazırda Batı’yla olan en büyük ve güçlü kurumsal bağı. Serhat
Güvenç ve Soli Özel’in de belirttikleri gibi, Arap ayaklanmalarından sonra NATO
üyeliği Türkiye’nin stratejik hesaplarında daha da önemli hale geldi ve NATO’ya
bu kadar güçlü bir şekilde sahip çıkmak Davutoğlu’nun dış siyaset düşüncesinde
ciddi bir yenilik.15
Aslında,
Arap ayaklanmaları Türkiye-ABD siyasî, askerî ve ekonomik ilişkilerini yeniden
canlandıran ve iki liderin yakınlaşmasını sağlayan bir süreç olarak yaşandı. Bu
süreçte ABD’nin bölgedeki diğer müttefiklerinin zayıflaması ve ABD’nin Irak’tan
çekilmesi, Türkiye’yi ABD’nin Ortadoğu politikası açısından daha da önemli kıldı.16
Obama
yönetimi Arap ayaklanmaları konusunda bir yandan ABD’nin çıkarlarını korumak
zorunda kalırken diğer yandan da halk ayaklanmalarını desteklemek zorunda kaldı.
Tunus ve Mısır’daki ayaklanmaları desteklerken, Libya’da NATO yönetimindeki
Muammer Kaddafi karşıtı harekette önemli bir rol oynayan ABD yönetimi buradaki
tutumunu ağır yükü üstlenmeyi bölge ülkelerine ve müttefiklerine bıraktığı
“geriden liderlik” olarak tanımladı.
Yönetimlerle
sıfır sorundan halklarla sıfır soruna
Türkiye’ye
gelirsek, Arap ayaklanmalarıyla Türkiye’nin komşu yönetimlerle sıfır sorun
politikasından komşu halklarla sıfır sorun politikasına geçmek zorunda kaldığını
söyleyebiliriz.17 Türkiye de Libya konusundaki tereddüdü ve siyaset
değişikliği dışında Arap ayaklanmalarını destekledi.18 Türkiye
Libya’ya kıyı şeridinin kontrol altında tutulması için donanma gemilerini,
denizaltısını ve de uçuşa yasak bölgenin güçlendirilmesine yardım etmek için
savaş uçaklarını gönderdi. Mısır konusunda ise Ankara zaten Mübarek’in Gazze
politikasından hazzetmediğinden, Erdoğan Mısır’da rejimin düşmesi için çağrıda
bulunan ilk lider oldu.19
Suriye
ayaklanmalarına tepki vermek elbette çok daha zorlu oldu. Suriye sıfır sorun
politikasının en somut örneğiydi. Ayaklanmalar Mart’ta başladı, Erdoğan’ın
Esad’ı istediği çizgiye getiremeyeceğini anlaması Kasım ayını buldu. Suriye
meselesi Türkiye için hem bir güvenlik hem de mülteci sorunu haline geldiğinden
bir an önce çözülmesi gereken bir durum yarattı.
Obama
yönetimi Suriye’de güvenilebilir bir muhalefet oluşumunu desteklemeye öncelik
verdi, isyancılara doğrudan silah sağlamasa da onlara silah sağlayan bölgesel
müttefikleri desteklemeyi, isyancıların komutanlarıyla son derece sınırlı
ilişkiler korurken daha çok şiddete başvurmayan muhalefetle ilişkilerini
geliştirmeyi tercih etti.20 Ancak, Ağustos ayında Hillary Clinton’ın
Türkiye ziyareti sonrası, AKP hükümetinin Obama yönetiminden talep ettiği
çeşitli seviyelerde askerî ve siyasî desteğe cevap verebilmek için Türkiye-ABD
arasında Suriye Çalışma Grubu kuruldu ve ilk toplantısını aynı ay içinde
Ankara’da yaptı. Çalışma Grubu özellikle büyük bir mülteci akını olduğunda
Suriye içinde “tampon bölge” oluşturulması, rejimin muhaliflere karşı kimyasal
silah kullanması durumunda yapılacak askerî müdahale ve özellikle Esad sonrası
Suriye’deki geçiş döneminde kamu düzeninin sağlanması ve güç boşluğunun oluşmasının
engellenmesi konuları üzerine yoğunlaştı.21
Suriye
meselesi bağlamında Türkiye-İsrail ilişkileri ve bu ilişkiler konusunda ABD’nin
konumu da çok önemli. İsrail tarafından ödün verilmediği sürece, Türkiye-İsrail
ilişkilerinde görünür bir iyileşme beklemek çok doğru değil. AKP yönetiminin
İsrail karşıtlığı yeni değil; ancak, AKP dış siyaset yapıcıları İsrail’le
ilişkileri soğutmadan önce AKP’nin içeride güçlenmesini, ABD’yle ilişkilerin
iyileşmesini ve Ortadoğu’da önemli bir aktör haline gelmesini beklediler.22
Sonuçta, Mavi Marmara olayını saymazsak, İsrail’le daha iyi ilişkilere
esas engel, İsrail’in Gazze şeridindeki politikası ve bölgenin abluka altına alınması
olduğuna ve İsrail bu tavrından vazgeçmeyeceğine göre, ilişkilerin görünürde
düzelmesi için bir sebep yok. Görünürde diyoruz çünkü kapalı kapılar ardında
ortak çıkarlar için birlikte hareket ediliyor olması olası.
Türkiye-İsrail-İran
üçgeni
Kapalı
kapılar ardındaki olası ilişkiler için şu söylenebilir: Türkiye’nin Esad
rejimine karşı çıkması sadece ABD’yle değil İsrail’le de ilişkilerini olumlu
etkiledi.23 İsrail tarafından Suriye’deki hedeflerin vurulmasında,
söylendiği gibi, hem Türkiye hem de ABD önceden bilgilendirildiyse -ki böyle
olmuş olması büyük bir ihtimal - Türkiye ve İsrail’in ortak çıkarları konusunda
ABD’nin, iki ülke arasında arabuluculuk yaptığı ya da en azından aracı olduğu
düşünülebilir.24
Obama’nın
yeniden seçilmesinden hemen sonra Gazze’ye yönelik İsrail’in gerçekleştirdiği
“Bulut Sütunu Operasyonu” ise Türkiye-ABD ilişkileri için İsrail unsurunun ne
kadar önemli olduğunu bir kere daha gösterdi. Bölgedeki iki müttefikini ortak
bir paydada buluşturmak Obama’ya düşen zorlu görevlerden biri. Bunun ne kadar
önemli ve zorlu bir görev olduğunu John Kerry’nin Ankara ziyareti sırasında bir
kere daha gördük. Kerry’nin Başbakan Erdoğan’ın siyonizmin insanlık suçu kabul
edilmesi gerektiğiyle ilgili sözlerini kabul etmediğini söylemesi ve bölgedeki
hayati müttefikleri İsrail ve Türkiye ilişkilerinin iyileşmesine verdikleri
önemi ifade etmesi ve buna Türkiye cephesinden gelen tepkiler bunun en somut
göstergesi. AKP yönetiminin bu siyonizm çıkışıyla hem iç politikada puan
toplamayı, hem de ABD’nin İsrail ve Türkiye’yi barıştırma politikası karşısında
pazarlığı kızıştırmayı hedeflediğini düşünebiliriz -ki bu pazarlıkta Türk tarafının
Hamas’ın meşrulaştırılması talebi de olabilir, hatırlanırsa aynı günlerde Hamas
da Obama’dan Mescid-i Aksa ziyaretini gündeminden çıkartmasını istemiş,25
İsrail denetimindeki bu ziyaretin ‘’İsrail’i meşrulaştırma tehlikesi’’ anlamına
geldiğini duyurmuştu.
ABD
ekonomisinin içinde bulunduğu zorlu durum ve seçim kampanyasının daha çok
ekonomik konular üzerinden yapılıp kazanıldığı gözönünde bulundurulduğunda,
Obama yönetiminin ikinci görev süresindeki temel ilgi alanının dış politika
olamayacağı çok söylendi.26 Ancak, Temsilciler Meclisi’nin
Cumhuriyetçilerin kontrolünde olması, Obama’nın iç politika ve özellikle de
ekonomi konusunda hareket serbestisini azaltıp, onu ister istemez dış
politikayla daha çok ilgilenmek zorunda bırakabilir.27 Nitekim 1
Mart itibarıyla yürürlüğe giren bütçe kesintileri Obama’ya rağmen kabul edildi.
Dış politika alanında Obama’nın “Asya Pivot” stratejisi ve Çin’i çevreleme
politikasını ilk plana koymak istediğini biliyoruz. Dileği bu yönde olsa da,
Ortadoğu’daki karışıklıklar en azından iki yıl daha ABD dış politikası yapıcılarını
bölgeyle ilgilenmek zorunda bırakacağa benziyor. Ancak bu ilgi, Libya’da olduğu
gibi “geriden liderlik” stratejisi çerçevesinde devam edecek gibi gözüküyor.
Geçtiğimiz günlerde Suriye’deki belli hedefleri vurmaya başlayan İsrail
ordusunun ABD’den bu konuda yeşil ışık almış olduğu doğruysa, bu saptamanın
yerinde olduğunu düşünebiliriz.
ABD
Kasım ayında Katar’da Suriye’nin içindeki ve dışındaki muhalefeti birleştiren
yeni bir oluşuma destek oldu ancak bu hareketin olgunlaşıp Esad rejimine bir
alternatif olabilmesi için çok yol kat etmesi gerekiyor.28
Son
olarak İtalya’nın başkenti Roma’da düzenlenen “Suriye Halkının Dostları Grubu”
toplantısına katılan Kerry, ABD’nin Esad’a istifa etmesi için yapılan baskıyı
artırmak için muhaliflere 60 milyon dolar ek yardım gönderme kararı aldığını
belirtti.29
ABD
ve Türkiye’nin İran’la ilişkiler konusundaki tutumlarına gelirsek… Obama’nın dışarda
yeni askerî yükümlülükler altına girmekten kaçınma ve ABD’yi yeniden inşa etme
konusundaki kararlılığı sayesinde bugüne kadar İran’la nükleer programı dolayısıyla
ucu açık bir savaşa girmenin önüne geçildi. Üstelik, İsrail dışında ABD’nin
hiçbir müttefiki böyle bir savaşa destek vermek istemiyor. ABD İsrail’den önce
davranıp, İran’la karşılıklı görüşmelerle anlaşma arayışına girme hazırlıklarına
başladı ki, zaten İran’ın da bu görüşmelere sıcak baktığı çok konuşuldu.
Geçtiğimiz günlerde ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in doğrudan görüşme olasılığından
söz etmesini İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi “ileri bir adım” olarak
niteledi. Haziran 2013’te İran’da seçime gidileceği ve ABD ile Avrupa’nın
uyguladığı yaptırımlarla İran ekonomisinin içinde bulunduğu zorluklar göz
önünde bulundurulduğunda Tahran’ın da diyaloga daha açık olduğu ortada.30 Obama
da birçok kere İran’ın nükleer programı konusunda askerî yöntemlerdense
diplomatik yöntemleri tercih ettiğini ifade etti. ABD’de seçim kampanyası devam
ederken üstü kapalı da olsa Beyaz Saray’da yeniden Cumhuriyetçileri görmek
istediğini belli eden Netanyahu, Kongre’deki Cumhuriyetçilerden destek alıp bu
ikili görüşmeler konusunda siyasî baskı yaparak Obama’nın elini zayıflatmaya
çalışabilir.31 İran’la yapılan müzakereler olumlu sonuç vermezse,
İsrail’in İran’a saldırısı kaçınılmaz gözüküyor.
Suriye’deki
ayaklanmalar karşısındaki tutumları İran ve Türkiye’nin karşı cephelerde yer
almalarını beraberinde getirdi. Türkiye ve İran bölgede iki rakip olmakla
beraber, Türkiye’nin bugüne kadar Suriye’ye müdahale etmemesinde İran’la karşılıklı
bir çatışmadan çekinmesi ileri sürülen faktörlerden biri. Türkiye’nin Suriye,
Lübnan, Irak ve Hamas üzerinde önemli bir etkisi olan İran’ı tüm bölgede
dengelemek istediği bir gerçek.32 Üstelik, Tahran’a göre, Suriye’de
olup bitenler İran’ın bölgedeki en büyük müttefikini devirmek, uluslararası
arenada onu tecrit etmek için Batılılar’ın tezgâhladığı bir komplo.33
Örneğin, Türkiye’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle ilişkilerini geliştirmesi
İran’ın, Şii Irak merkezî yönetimi üzerindeki etkisini dengelemek açısından da
önemli, özellikle de Suriye’nin artık eskisi gibi İran’ın müttefiki olamayacağı
düşünüldüğünde.34
Tüm
bunlara rağmen, İran’la çıkacak olası bir savaşa Türkiye’nin aktif olarak katılacağını
düşünmüyoruz. Türkiye’ye konuşlanmış füze sisteminin kullanılması durumunda
dahi bu NATO kapsamında bir eylem olacağından Türkiye’nin doğrudan İran’la
ilişkileri büyük darbe almayacaktır. Ancak böyle bir olasılıkta, petrol ihtiyacının
yüzde 51’ini İran’dan sağlayan Türkiye, İran’ın petrolü kesmesi durumunda bu
ihtiyacını Suudi Arabistan’dan sağlayabilir. Bu konunun iki ülke arasında
konuşulduğu, Suudi’lerin daha uygun bir fiyat teklif ettikleri söyleniyor.35
Kaynamakta olan Ortadoğu
gözönünde bulundurulduğunda Türkiye ve ABD’nin önümüzdeki yıllarda da özellikle
de NATO kapsamında askerî ve siyasî işbirliğine devam edecekleri muhakkak. ABD,
daha önce de bahsettiğimiz gibi, Suriye konusunda doğrudan bir müdahaleden kaçınacak,
mecbur kalmadığı sürece de İran’a olası bir askerî operasyona katılmayacak.36
Türkiye’nin Suriye’ye olası bir müdahaleye katılması mümkün, özellikle de
“tampon bölge” oluşturulması konusunda. Ama Esad sonrası Suriye’de gerek sivil
–yeniden yapılandırma– ve gerekse askerî olarak –kamu düzenin sağlanması–
Türkiye’nin rol almasının yüksek bir ihtimal olduğunu söyleyebiliriz.
O
halde, ABD Türkiye’yle ilişkilerini Soğuk Savaş’taki büyük devlet-küçük devlet
denkleminde sürdüremeyeceğinin farkında, artık karşısında çok daha bağımsız bir
dış politika izleyen, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde ekonomik olarak ciddi
bir güç haline gelen, 2015’te G20’yi evinde ağırlamaya hazırlanan ve belki de
en önemlisi, bölgede diğer ülkelerin ve halklarının gözünde büyük bir
sempatiyle karşılanan bir Türkiye yönetimi ve lideri var. Obama’nın ikinci
görev süresinde daha dengeli ve Türkiye’ye daha fazla hareket serbestisi bırakan
bir politika izleyeceğini öngörebiliriz.
Güvenlik
ve askerî işbirliğini bir yana bırakıp gerek AKP hükümetinin Ortadoğu ve
Afrika’da takip ettiği ekonomi politikaları ve onların teşvikiyle bu bölgelerde
yatırım yapan Türk şirketleri, gerekse ABD’nin bölgeden askerî olarak çekilmek
istediği gözönünde bulundurulduğunda, önümüzdeki yıllarda Ortadoğu’daki
Türkiye-ABD ilişkilerinin daha çok ekonomik işbirliği ve çevresinde
şekilleneceğini öngörebiliriz.
Deauville
ortaklığı
Öncelikle, 2011’de
Türkiye-ABD ticarî ilişkilerinin rekor seviyelere ulaştığını belirtelim.
2010’da 15,8 milyar dolar olan dış ticaret hacmi 2011’de 20 milyar dolara çıktı.
Elbette bu rakam 37 milyon dolarla başı çeken Almanya ve 30 milyon dolarla onu
takip eden Rusya’yla kıyaslandığında geride kalıyor.37 İki ülke arasında
serbest ticaret anlaşması imzalanabilir. Öyle görünüyor ki, Arap ayaklanmaları
Türkiye-ABD ekonomik ilişkilerini geliştirmekte de faydalı olacak. İki ülkedeki
kalkınma ajansları, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TIKA) ve
Amerikan Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) Ortadoğu ve Kuzey Afrika
ülkelerine ekonomik kalkınma desteği sağlamak üzere işbirliğine başladılar. Ayrıca,
Türk şirketleri zaten bölgede yoğun bir şekilde yatırım yaptıkları ya da önemli
iş ağları içinde bulundukları için önümüzdeki yıllarda Amerikan şirketleri ile
Türk şirketleri arasında bölgede işbirlikleri kurulması mümkün. Üstelik, bu
konuda ABD’de siyasî yelpazenin iki tarafında da beklenti var.38 8
Mayıs’ta Ankara’da Türkiye-ABD Ekonomik İşbirliği Komisyonu toplandı ve Arap ayaklanmalarıyla
geçiş süreci içinde olan ülkelerde ve Sahraaltı Afrika’da enerji ve altyapı
alanında işbirliği yapma kararı alındı.39
Aslında,
G8’in 26-27 Mayıs 2011’de Deauville’deki görüşmelerinde bazı Arap ülkelerindeki
demokrasi hareketlerinin ardından, bu ülkelerin ekonomik krize girmemeleri için
alınacak önlemler masaya yatırılmıştı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında olduğu
gibi, bu ülkelere yönelik yeni bir Marshall Planı’nın yürürlüğe koyulmasının
ayrıntıları görüşülmüştü. Ve bu kapsamda, “Deauville Ortaklığı” adı verilen,
Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerine siyasî, ekonomik ve malî destek sağlamak
amacıyla oluşturulan bir plan kabul edilmişti. Başlangıç olarak, sadece Arap
hareketinin başladığı, Mısır ve Tunus’un yer aldığı planın daha sonra bölgedeki
diğer ülkelere yaygınlaştırılması tasarlanıyor.40 Türkiye de Eylül
2011’de Marsilya’da düzenlenen G-8 Deauville İşbirliği Platformu’nun ekonomik
süreçten sorumlu Bakanlar Toplantısı’na Başbakan Yardımcısı Ali Babacan başkanlığında
bir heyetle katıldı. Hatırlanırsa, Ocak 2012’de basında Cumhurbaşkanı Abdullah
Gül’ün 2012’yi değerlendirdiği bir makaleye atıfta bulunularak yeni bir
Marshall Planı önerdiğiyle ilgili haberler çıktı.41 Bu makalede Gül,
Deauville’de alınan kararlar doğrultusunda, gelişmiş ülkelerin Marshall Planı’na
benzer kapsamlı bir ekonomik canlanma programını geçiş sürecinde Arap ülkeleri
için de hayata geçirmeleri gerektiğine dikkat çekmişti. Türkiye halihazırda
Eximbank vasıtasıyla Tunus’a 500 milyon dolar, Libya’ya da 250 milyon dolar borç
verdi.42
Bölgesel
aktörlük zor zanaat
Öyle
görünüyor ki, Türkiye Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da AB ile de rekabet edecek ve
kendini bölgede vazgeçilmez bir aktör olarak dayatmaya çalışacak. Türkiye’nin
bölgede ekonomik olarak önemli bir güç olduğu doğru. Ancak, yaşanan tüm bu
süreç Türkiye’nin bölgesel bir aktör olarak siyasete rota verecek bir konumda
olmadığını gösterdi. Geldiğimiz aşamada gördük ki, aynı bölgeyi paylaşmak,
bölgesel aktör olmaya yetmiyor: 2010’a kadar kendi girişimleriyle bölgede önemli
bir güç olmaya çalışan ve kimseye ihtiyacı olmadığını düşünen Türkiye dış
politika yapıcıları, sonunda yalnız kalıp tekrar yüzlerini ABD’ye dönüp, bölge
dışı bir aktörle ortak hareket etmek zorunda kaldı.
Yazımıza
Amerikan tek taraflılığından bahsederek başlamıştık, o zaman şunu söyleyerek de
bitirelim: Savaşların azalması ve evrensel barışın sağlanması ancak küresel
düzenin çok taraflı bir yaklaşımla sağlanmasıyla mümkün. Ortadoğu söz konusu
olduğunda, Obama bunu anlamış gözüküyor. Davutoğlu ve Erdoğan da Arap
ayaklanmalarının yarattığı durumla bunu anlamak ve çok taraflı bir politika
takip etmek zorunda kaldı.
Dipnotlar
1. Bu yazıyla ilgili yorum
ve önerileri için Alexandre Toumarkine’e teşekkür ederim.
2. Yine bu hükümetin Anti
Balistik Füze Anlaşması’ndan çekilmesi (ABM), Nükleer Silahların Yayılmasının
Önlenmesine İlişkin Antlaşmayı (NPT) ihlâl etmesi, Kyoto Protokolü’nü imzalamayı
reddetmesi gibi eylemlerini de hatırlayalım. Bush yönetiminin “yeni tek taraflılık”
politikası üzerine bkz. Nilüfer Karacasulu Göksel, “From ‘Multilateral
Engagement’ to ‘New Unilateralism’ ”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Cilt 9, Sayı: 1, 2007.
3. Daha 1945’te ABD’nin dünyanın değişik
bölgelerinde 300’den fazla sürekli deniz aşırı askerî üssü vardır, Gregory
McLAUCHLAN, “World War II and the Transformation of the U.S. State: The Wartime
Foundations of U.S. Hegemony”, Sociological Inquiry, vol. 67, no.1, Şubat 1997,
s. 10.
4. ABD’nin Soğuk Savaş başlangıcındaki bu yeni
“milli güvenlik” kavramı için, bkz. Melvyn P. LEFFLER, A Preponderance of
Power: National Security, the Truman administration, and the Cold War.
California: Stanford University Press, 1992 ve “The American Conception of
National Security and the Beginnings of the Cold War, 1945-48”, The American
Historical Review, vol. 89, n°2, Nisan 1984, s. 346-381.
5. Michael P. Noonan, “Flaws
Already Emerging in Obama’s Second Term Foreign Policy”, U.S. News and World
Report, 20 Aralık 2012. Amerika’nın “yeniden dengeleme” politikasını Savunma
Bakanı Leon E. Panetta Haziran 2012’de Singapur’de düzenlenen XI. The
Shangri-La Dialogue konferansındaki konuşmasında tanıtmış ve 2020’ye kadar
ABD’nin silahlı kuvvetlerinin yüzde 60’ını Asya Pasifik’e kaydıracağını
söylemiştir. Bkz. http://www.iiss.org/EasySiteWeb/getresource.axd?AssetID=66624&type=full…
6. Soğuk Savaş sonrası
Türkiye-NATO ilişkileriyleilgili sağlam bir analiz için bkz. Serhat Güvenç ve
Soli Özel, “Nato and Turkey in the post-Cold War world: between abandonment and
entrapment, Southeast European and Black Sea Studies, 12:4, 2012, s. 540.
7. Henri J. Barkey, “The Evolution of Turkish Foreign Policy in
the Middle East”, TESEV Dış Politika Programı, Temmuz 2012, s. 1.
8. Soli Özel, “Arap Baharı”
ile Ortadoğu’da değişen dış politika dengeleri”, Perspectives – Türkiye’den
siyasi analiz ve yorum, n.2, Ekim 2012.
9. Türkiye’nin düzenin
sağlanmasına yardımcı olmak üzere Uluslararası Güvenlik Destek Gücü’ne (ISAF)
asker sağlayan önde gelen ülkelerden biri oldu ve 2003 ve 2005 yıllarında ISAF’ın
komutasını iki kez, Kabil Bölge Komutanlığı
görevini de yine iki kez üstlendi.
10. Henri J. Barkey, a.g.m.,
s.3.
11. Bülent Alirıza ve Bülent
Aras, U.S.-Turkish Relations. A Review at the Beginning of the Third Decade of
the Post-Cold War Era,, SAM&CSIS, Kasım 2012., s. 7.
12. Tony Karon, “What Should
the Middle East Expect from Obama’s Second Term?”, Time, 7 Kasım 2012.
13. Serhat Güvenç, “Seçimler,
Başkanlar ve Türkiye-Abd İlişkileri”, Görüş Dergisi, TÜSİAD, n. 76, Aralık
2012, s. 52.
14. Serhat Güvenç ve Soli
Özel, a.g.m.
15. A.y., s. 18.
16. Gallia Lindenstrauss,
“Turkey and the Arab Spring: Embracing ‘People’s Power’ ”, Papers
IEMed/EuroMesCo, n. 14, 2012, s.22.
17. A.y.
18. Kaddafi’yle imzalanan iş
anlaşmaları ve orada yaşayan 20.000 Türk’ü düşününce tereddüt anlaşılıyor.
Libya’da ayaklanmalar öncesi Türk firmalarının 23 milyon dolarlık inşaat
anlaşmaları vardı ve bunların 15 milyon dolarlık kısmı hala devam ediyor,
“Eximbank to extend $750 billion loans to Tunisia, Libya”, Today’s Zaman, 24
Ocak 2012.
19. Gallia Lindenstrauss,
a.g.m.
20. Hannah Allam ve Jonathan
S. Lanfday, “Obama’s first foreign policy challenge will be replacing Hillary
Clinton”, McClatchy Newspapers, 7 Kasım 2012.
21. Anadolu Ajansı, 11
Ağustos 2012.
22. Steven A. Cook, “Can
Israel’s New Coalition Fix Relations With Turkey?”, The Atlantic, 28 Ocak 2013.
23. Mete Çubukçu, “Türkiye /
İran: Tarihsel rekabette kritik hamle”, Perspectives– Türkiye’den siyasi analiz
ve yorum, n.1, 2012.
24. Aslında, Haziran 2011’de
İsrail gizli servisi Mossad’a yakınlığıyla bilinen DebkaFile sitesi, Suriye’de
tırmanan gerginliğin önüne geçmek için Türkiye ve İsrail arasında istihbarat
işbirliği yapıldığını, Erdoğan ve Obama’nın 21 Haziran’daki telefon
görüşmesinde, Türkiye-İsrail ilişkilerinin geliştirilmesini konuştuklarını ve
bu bağlamda ABD ve Avrupa Birliği’nin, Suriye’’e karşı yaptırımları artıracağı
ve Türkiye’nin sınırda askeri yığınakla gözdağı vererek, İsrail ile istihbarat
anlamında işbirliği yapacağı yazılmıştı. Yine Erdoğan-Obama görüşmesinde,
Türkiye’nin Hamas ve El Fetih görüşmelerine arabulucu olması ve Hamas’ın da
Filistin barış sürecine dâhil edilmesi karşılığında İsrail ile ilişkilerin
düzeltilmesinin konuşulduğu iddia edilmişti. Bu habere göre, Haziran’da gizlice
Türkiye’ye gelen İsrail Başbakan Yardımcısı Moshe Yaalon, Erdoğan ve MİT
Müsteşarı Hakan Fidan bu konuları görüştüler ve Abbas ve Meşal’in aynı anda
Türkiye’ye gelmelerinde de bu anlaşma etkili oldu. Bkz. “Debka: Suriye’ye karşı
Türkiye-İsrail işbirliği”, Sabah, 26.06.2011. Ankara tüm bu haberleri yalanlamıştı.
Bu yazı yayına hazırlanırken İsrail Gazze yardım filosuna müdehalesiyle ilgili
sözünü ettiğimiz ödünü ABD arabuluculuğuyla verdi ve Türkiye’den özür diledi.
Kapalı kapılar ardındaki görüşmeler olumlu sonuç vermiş gözüküyor.
25. “Hamas’tan Obama’ya Çağrı”,
USA Sabah, 1 Mart 2013.
26. Tony Karon, a.y.
27. Saqeb Mueen, “Obama’s
Second Term: Realist or Radical?”, Huffington Post, 7 Kasım 2012, bkz.
http://www.huffingtonpost.co.uk/saqeb-mueen/obamas-second-term-four-mor…
28. P.J. Crowley, “Obama’s
Second-Term National Security To-Do List”, The Daily Beast, 13 Kasım 2012,
http://www.thedailybeast.com/articles/2012/11/13/obama-s-second-term-na…
29. The Times gazetesi,
Amerika’nın ve Avrupalı müttefiklerinin Ürdün’deki bir askeri üstte Suriyeli
muhaliflere askeri eğitim verdiklerini, bununla da Suriye’de Nusra Cephesi gibi
cihatçı örgütlere karşı üstünlüğün elde edilmesinin amaçlandığını yazdı., bkz.
Sheera Frenkel and Roger Boyes, “US and allies are training rebels in fight
against Assad”, The Times, 1 Mart 2013.
30. Saqeb Mueen, a.g.m.
31. Tony Karon, a.y.
32. Mete Çubukçu, a.y.
33. Bayram Balcı, “Suriye
krizi: Türkiye’nin Ortadoğu rüyasının sonu mu?”, Perspectives- Türkiye’den
siyasi analiz ve yorum, n.2, Ekim 2012.
34. Gallia Lindenstrauss,
a.g.m.
35. A.y.
36. Serhat Güvenç, a.g.m., s.
53.
37. Türkiye’nın dış ticaret
rakamları için bkz. “Ülkelere Göre Dış Ticaret Dengesi 2007-2011”, TUİK Dış
Ticaret İstatistikleri Yıllığı, 2011, s.36-67.
38. “U.S.-Turkey Relations: A
New Partnership”, Madeleine K. Albright and Stephen J. Hadley, Chairs; Steven
A. Cook, Project Director, Council on Foreign Relations, Independent Task Force
Report No. 69, Mayıs 2012; John McCain, “Transforming the U.S.-Turkey
Alliance”, Turkish Policy Quarterly, Vol. 11, n. 3, 2012.
39. http://www.state.gov/r/pa/prs/ps/2012/05/189473.htm
40. İktisadi Kalkınma Vakfı
E-Bülteni, 23-29 Mayıs 2011
41. “Arap ülkeleri için
‘Marshall’ formülü”, 9 Ocak 2013,
http://siyaset.milliyet.com.tr/arap-ulkeleri-icin-marshall-formulu/siya…
42. “Eximbank to extend $750
million in loans to Tunisia, Libya”, Today’s Zaman, 24 Ocak 2012.
-----------------------------------------------------------------------------------
Pınar
Dost Niyego
Galatasaray
Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde eğitim gördükten sonra Sciences Po-Paris
Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktorasını yaptı. Doktora tezi “Tarafsızlıktan
İttifaka - Türkiye’deki Amerikan Etkisi’nin Kökenleri (1939-1947)”üzerinedir.
Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde II. Dünya Savaşı ve Soğuk
Savaş Tarihi konusunda ders vermektedir.