En can alıcı sorun bağımlılık
Kaynak Cumhuriyet Gazetesi28 Kasım 2010
Hem Rusya’yla imzalanan anlaşmalar hem de Nabucco’yla ilgili hükümetler arası anlaşma “yüzyılın anlaşmaları” gibi sunuldu. Bu hiç doğru değil. Rusya ile yapılan anlaşmalarda ise Rusya’ya bağımlılığımız arttırıldı. Sadece yandaş şirketlere avantaj sağlandı.
Son yıllarda, gaz depolama kapasitesine hiçbir ekleme yapılmadı. Gazı depolama kapasiteniz olsa, bunu depolayarak, zararı kısmen önlersiniz; ama bu da yok... Gazın fazlasını üçüncü ülkeye satma hakkınız da olmayınca, tam bir kapana girildi. - Enerji alanında pek çok sorunlar olduğunu biliyoruz. Bu konunun uzmanı olarak sorunları özetleyebilir misiniz?
N.P. - Yandaş medya aracılığıyla yapılan tüm pompalamalara rağmen, çok ciddi sorunlar var. Türkiye’nin hem ekonomisinin hem ulusal güvenliğinin önündeki en önemli sorunların başında enerji konusu geliyor. Bu önceden de böyleydi. Bu dönemde daha da derinleşti.
Hem Rusya’yla imzalanan anlaşmalar hem de Nabucco’yla ilgili hükümetler arası anlaşma “yüzyılın anlaşmaları” gibi sunuldu. Bu hiç doğru değil. Zira Nabucco garanti edilmiş olmadığı gibi, koşulları Türkiye’nin beklentilerini karşılamadı. Rusya ile yapılan anlaşmalarda ise, Rusya’ya bağımlılığımız arttırıldı. Sadece yandaş şirketlere avantaj sağlandı. Türkiye, mevcut durumu itibarıyla, enerjide yüzde 71 oranında dışa bağımlı. Enerji ithalatı için 2008 rakamlarını vereceğim. Çünkü aksine söyleme rağmen, 2009’daki ekonomik kriz yüzünden enerji talebi daraldı. Enerji fiyatlarında da düşme oldu. Onun için 2009 rakamları tam olarak resmi vermiyor. 2008’de Türkiye sadece ham petrol, petrol ürünleri, doğalgaz ve LPG’ye 44.8 milyar dolar ödedi. Diğer (kömür gibi) enerji kaynaklarıyla birlikte enerji ithalatımız, 201 milyar doları bulan toplam Türkiye ithalatının dörtte birini oluşturuyor. Bu durum, sürdürülebilir değil.
İktidar tarafından yapılan projeksiyonlara da baktığımızda, yerli kaynak kullanımını arttıracakları yönündeki tüm söylemlere rağmen, eylemlerine baktığımızda, dışa bağımlılık mutlak değer olarak artıyor. Yüzde olarak da hemen hemen aynı seviyeyi muhafaza ediyoruz.
Türkiye aktör değil
- Peki, Türkiye enerji ihtiyacının kaçta kaçını petrol ve doğalgazla karşılıyor?
N.P. - Türkiye 2009 itibarıyla enerji tüketiminin yüzde 31’ini petrolle, yüzde 31’ini doğalgazla, yüzde 29’unu da kömürle karşıladı. Gördüğünüz gibi Türkiye, petrol ve doğalgazda toplam yüzde 62 ile yüksek oranda dışa bağımlı. Tükettiği petrolün yüzde 93’ünü, doğalgazın da neredeyse tamamı olan yüzde 98’ini ithalatla karşılıyor. Bu iki önemli kaynağın fiyatları üzerinde de hiçbir kontrolü bulunmuyor. Yani Türkiye’nin mevcut konumuyla enerjide aktör olması mümkün değil.
Petrol fiyatları uluslararası piyasalarda belirlenirken, başta üretici ülkeler ve şirketler olmak üzere, bu piyasanın aktörleri çok farklı. Ayrıca jeopolitik faktör, yani ABD’nin enerji kaynaklarına yönelik ihtirasları sonucu Irak’ın işgali, Afganistan’daki durum, İran’la olan gerginlikler; bütün bunlar petrol fiyatlarını yukarı çekiyor. Bunun ötesinde doğalgaz fiyatları da mevcut durumda, petrol ürünlerine endeksli. Petrol fiyatı arttıkça doğalgaz fiyatı da yükseliyor. Petrolde ve gazda tamamen dışa bağımlı olan Türkiye, böylelikle bir kurt kapanına sıkışmış durumda.
- Peki, ekonomik kriz tamamıyla atlatıldıktan sonra petrol ve doğalgaz fiyatları yeniden yükselişe geçer mi?
N.P. - Tabii geçer. O zaman da Türkiye’nin ödemeler dengesinde ciddi sorunlar ortaya çıkar. Bir de doğalgazda Rusya’ya aşırı bağımlılık (yüzde 63) söz konusu. Hep ısrarla söylediğim şey; sorun, bağımlı olunan ülkenin Rusya olması değil. Yanlış olan, herhangi bir ülkeye aşırı oranda bağımlılık... Bu İran da, Türkmenistan da hatta Azerbaycan da olsa yanlıştır, kabul edilemez.
Bir de nükleer enerjide Rusya’yla anlaşma yapılacağı eleştirileri de geldiği zaman Sayın Bakan, “Verilen oranlar doğru değil. Rusya’ya enerji bağımlılığı yüzde 50’ler dolayında” diyor. Bu kelime oyunundan öte bir şey değil. Zira talep normal seyrindeyken, bağımlılık yüzde 63...
- Yüzde 50’ler de çok yüksek bir oran değil mi?
N.P. - Çok yüksek. İkincisi, 2009’da genelde talep düştüğü için resim böyle görünüyor. Rusya’ya bağımlılığımızda önemli bir azalma söz konusu değil. Kimilerinin dillendirmeye çalıştığı “Küreselleşen dünyada tek taraflı bağımlılık diye bir şey yoktur. Karşılıklı bağımlılık vardır” söylemi kulağa hoş geliyor. Ama gerçekçi olursak, Türkiye’nin Rusya’yla 2008 itibarıyla toplam dış ticareti yaklaşık 38 milyar dolar. Türkiye’nin Rusya’ya dışsatımı 6.5 milyar dolar, Rusya’nın Türkiye’ye 31.5 milyar dolar. Burada petrol ve doğalgaz başı çekiyor. Buna bir de nükleer enerjiyi eklerseniz; yani santralları inşa etme olanağı bulurlarsa, o zaman Türkiye nükleerde de bağımlı olacak. Rusya’yla imzalanan anlaşmaların “tamamlayıcı” öğesi, 23 ilin doğalgaz dağıtımını elinde tutan bir Türk özel şirketine Gazprom’la evlilik yaptırılması oldu. Bu, “paket anlaşmalar” kapsamında yapıldı. Böylece Rusya sadece doğalgaz tedarikçisi olarak değil, aynı zamanda doğalgaz dağıtımında da tekel oluşturma yoluna gidiyor. Bütün bunlar kamuoyunun gözünden kaçırıldı.
- Peki, gaz depolama kapasitesi ne durumda?
N.P. - Son yıllarda, gaz depolama kapasitesine hiçbir ekleme yapılmadı. Geçmiş yıllarda, yandaş şirketlere gaz santralı inşa ettirebilmenin altyapısını oluşturmak için, abartılı gaz talep tahminleri yapıldı. Bu bağlamda uzun erimli al ya da öde koşullu gaz anlaşmaları imzalandı. Gazı depolama kapasiteniz olsa, bunu depolayarak, zararı kısmen önlersiniz; ama bu da yok... Gazın fazlasını üçüncü ülkeye satma hakkınız da olmayınca, tam bir kapana girildi.
- Üçüncü taraflara satış hakkı bu anlaşmalarda yok mu?
N.P. - Üçüncü tarafa satış hakkı bugüne kadar bir tek Azerbaycan’la olan anlaşmada vardı. Oysa Türkiye beş ülkeden (Rusya, Azerbaycan, İran, Cezayir, Nijerya) doğalgaz alıyor. Azerbaycan’la olan anlaşmada, 6.3 milyar metreküpün içinde sadece 700 milyon metreküpü üçüncü tarafa (Yunanistan) satış hakkı bulunuyor.
Türkiye’nin bugün doğalgaz depo kapasitesi yaklaşık 1.6 milyar metreküp.Yaklaşık 15 yıldır Tuz Gölü’nün altında bir depo yapılacağı söylenir. Bugüne kadar ihalesi hâlâ bağlanmış değil.
- Neden?
N.P. - Çünkü sürekli usulsüzlük iddiaları var. Ayrıca teknik yetersizlikler ve beceriksizlikler nedeniyle şartnamelerdeki eksikliklerden ya da yandaş firmaların pozisyon almalarını sağlayacak koşullar yaratıldığı savlarıyla, sonuç sürekli erteleniyor. Böylesi kronik sorunlar var.
Bunun ötesinde enerji sektörünün en önemli yaşamsal alt sektörlerinden biri olan elektrik alt sektöründe de çok ciddi bir dar boğaz var. Bunda özelleştirmelerin ve yamalı bohça tabir edeceğimiz mevcut yapısal durumun yarattığı olumsuzluklar söz konusu.
- Türkiye’de dünyanın en pahalı elektriğinin kullanıldığı doğru mu?
N.P. - OECD ortalamasına göre özellikle sanayinin kullandığı elektrik, hemen hemen dünyanın en pahalı elektriği. Türkiye doğalgazı sanayide en pahalı kullanan ülkeler arasında. Hele petrol ürünlerini hiç tartışmasız açık ara en pahalı kullanan ülke konumunda.
Bu koşullarda hem tüketici, hem sanayici, hem ihracatçı perişan halde... Bu kadar pahalı elektrik kullanılırken OECD içindeki rakipler ya da Çin, Hindistan gibi ülkelerle nasıl rekabet edilebilir? Ama maalesef sanayici ve ihracatçı bıçak kemiğe dayanmadan, kendi çıkarlarını zedeler düşüncesiyle bu yalın gerçekleri, bizler yani meslek odaları, uzmanlar söyledikleri zaman yanı başımızda durmuyorlar. Bir taraftan da iktidar bu şirketleri farklı yöntemlerle baskı altında tuttuğu için sesleri çıkmıyor. Öte yandan, birtakım medya kuruluşları da elektrik ve doğalgaz ihalelerinin tam göbeğindeler.
- Ama hükümet enerjide çok önemli işler başarıldığını söylüyor...
N.P. - Hükümet akıllara durgunluk veren bir rahatlık içinde. Bir kere Türkiye’nin kendi kaynakları kullanılmıyor. Enerji, OECD ortalamasının iki katı verimsiz kullanılıyor. Aynı gayri safi hasılayı yaratabilmek için iki kat fazla enerji harcıyoruz. Ama Başbakan kalkıyor, duble yollarla övünüyor.
Oysa kitle ulaşımına ağırlık verilmesi gereken birçok yer var. Öte yandan enerjide kayıp-kaçak oranları çok fazla. Kâğıt üzerinde yüzde 15’lere düşürdük diyorlar (ki bu da yüksektir). Bütün bunların düzeltilmesi gerekir. Ama bu yönde adımlar atmak, ülkenin kendi kaynaklarını kullanmak yerine, söylemde “Biz 2023’e kadar Türkiye’nin hidroelektriğinin tamamını, güneşinin, rüzgârının önemli bölümünü devreye sokacağız” diyorlar.
Oysa Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun (EPDK) lisans verdiği projelere baktığımızda, mevcut kurulu gücümüzün yüzde 27’si oranında ithal kömür ve doğalgaz santrallarına lisans verildiğini görüyoruz. Yani, ithal kaynaklara ağırlık tam gaz giderken, halka masal anlatmaya devam ediliyor.
- Peki, bizim yerli kömürlere ne oldu? Bunlar devreye sokulamaz mı?
N.P. - Türkiye’de yaklaşık 11 milyar ton linyit var. Bunun bugüne kadar üçte biri devreye sokuldu. Üçte ikisi bekliyor.
Bir kısım lobiler, “Türkiye’de kömür var deniyor ama...” diye başlıyorlar. Temel saptamalar doğru da çaresi var... Doğrudur; Türkiye linyitinin kalori değeri görece düşüktür. Kükürt oranı da yüksektir. Ancak kömür santrallarının daha çağdaş, akışkan yatak teknolojileri başta olmak üzere ileri teknolojiye dayalı inşa edilmesi halinde, hem yaratacağı kirlilik minimize oluyor hem de verimi artıyor. Bunu yapabildiğimiz zaman, rüzgâr ve güneşteki bazı zaaflar söz konusu olmayacak. Örneğin, rüzgâr her zaman esmez. Güneş de her zaman parlamaz. Ama linyitinizi doğru teknolojilerle işletirseniz, böyle bir sıkıntı yaşamazsınız. Linyit yerli kaynaktır ve mutlaka kullanılmalıdır. Ama başta doğalgaz alım garantileri ve diğer kâr beklentileri nedeniyle Türkiye’nin linyitinin üçte ikisi bekliyor. Rüzgâr ve güneş ise, doğru teşvik politikalarıyla ve yerli imalat sanayisini geliştirerek, mutlaka devreye alınmalıdır. Ben mevcut bazı sorunlarına değinmek için bahsettim. Yoksa, kullanımda çok geç kalındı.