“Bugün, komşumun yeni bebek doğuran ineğini sevdim. Yavrunun adını Nazlı koymuşlar. Bir ay önce de keçisi hastalanmıştı komşumun. Kıyıp da kesemediler keçiyi. ‘Neden kesmediniz?’ dedim, ‘elimde büyüdü, kıyamadım’ dedi komşum. Ben Almanya’da kentte büyüdüm. Romanlarda okuduğumuz köy yaşamı, kent yaşamından bitmiş bedenlerimizi, ruhumuzu emekliliğimizde dinlendirebileceğimiz sığınabileceğimiz ana kucağı oldu. Varolmak için tükettiklerimizin yaralarıyla yorulmuş ruhlarımıza ilaç olacak, bizi kucaklayacak, sarıp sarmalayacak yaşam alanlarımıza neden müdahale ediliyor? Bu çok zoruma gidiyor…”
Bu sözler Çıralı’da yaşayan Emine Aslan’a ait. Emine Aslan Almanya’da kadın sorunları üzerine pek çok sosyal projede çalışmış bir sosyolog. Emekli olunca arkadaşları aracılığıyla keşfettiği doğa cenneti Çıralı’da kendine küçük bir ev yapmış. Yıllardır burada yaşıyor. Ne var ki, Aslan’ın emeklilik düşleri giderek bir kâbusa dönüşmeye başlamış. Yıllardır imar sorunlarıyla boğuşan ve koruma amaçlı imar planı bir türlü tamamlanamayan Çıralı’da kitle turizminin baskısı ve orman kapsamı dışına çıkarılan yerleri belirleyen 2B adlı düzenleme yaşamı tam bir karmaşaya dönüştürmüş. Her kafadan ayrı bir sesin çıktığı Çıralı’nın öyküsü doğa alanlarının plansız ve gelişigüzel yapılaşmayla rant ve daha çok kazanç uğruna nasıl da yağmalandığının en çarpıcı örneklerinden birini oluşturuyor.
Antalya’nın Kemer ilçesine bağlı Ulupınar köyünün mahallesi olan Çıralı, dünyaca ünlü bir tatil ve doğa cenneti. Ancak, Çıralı epeydir bu özelliğiyle değil, “tahsis”, “kiralama”, “eylem” gibi kavramlarla gündeme geliyor.
Yıl 1946. “Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki topraklar”da sürdürülen kadastro çalışmaları, o yıllarda sadece iki-üç köylünün yaşadığı Çıralı’ya uzanır. Büyük kısmı kumul olan bölgede, köylülerin mısır ektiği arazilerin bir kısmı kadastro çalışmasında orman dışında kabul edilir. 1972’de yapılan başka bir kadastro çalışmasında da benzer kararlar çıkar. Ancak, 1976’daki kadastro çalışmasında, bugün tartışmaların odağında olan 397 no’lu parsel orman sınırına dâhil edilir. Ayrıca, 1980’lerde yürütülen “kullanım kadastro” çalışmalarında da arazilerin büyük kısmı ormana dâhil edilir ve ardından köylülerle devlet arasında bitmeyen davalar başlar. Davalar sürerken, 1989’daki bir başka kadastro çalışmasında, daha önce orman sınırına dâhil edilen yerlerin bir kısmı orman dışına çıkartılır.
Bir öküze beş dönüm tarla
Çıralı’daki kadastro çalışmalarının kısa tarihi bir içeri, bir dışarı biçiminde böyle sürüp gidiyor. Bütün bu kadastro çalışmaları, tartışmalar ve davalar sürerken “Çıralı halkı ne yapıyordu?” diye sormak için köylülerden Sami Demir’in kapısını çalıyoruz. Sami Demir “Dedelerimiz burayı 1320’lerde almış, o dönemden tapularımız var” diyerek başlıyor hikâyesini anlatmaya: “Yörükmüş dedem. Buralarda hayvancılık yapmışlar. Zaten o zaman, bir inek ya da öküz verip beş dönüm yer alıyorlarmış. Çok sıcak olduğu için burada kimse kalmıyormuş. Çıralı’da üç tane ev varmış. Mart dedi mi, ille 1400-1700 metre yüksekliğe Korkuteli, Elmalı yaylalarına çıkıp üç direkli kıl çadırı kuracaklar. Eylül olunca da dönecekler…” Sami Demir, bugün sokaklarında dünyanın dört bir yanından gelen turistlerin dolaştığı Çıralı’daki düzlüklere mısır ve susam ektiklerini anlatıyor, “Öküzlerle sürüyorduk tarlaları. Ürünü hasat edince yaylaya çıkardık. Akdarı ektiğimiz için burada çok sivrisinek ve sıtma oluyordu. Darıyı tarladan kaldırınca atları sivrisinek ısırıp kabartırdı. Atları denize götürüp yıkardık. Bir gün çadırda yatıyordum, yumurta yemek istedi canım, ninem bana kızdı, yumurta yememi istemedi. Israr ettim, ‘Cavırın eniği yumurtayı yersen ye’ dedi ve kafama vurdu. Meğer yumurta sıtmaya iyi gelmiyormuş. Geçmişte burada günler böyle geçiyordu.”
Sami Demir Çıralı’daki zor çocukluk günlerini aslında gözleri parlayarak anlatıyor. Kumluca’ya 10 lira yevmiye karşılığında pamuk toplamaya gitmelerini, keçi güttüğü günleri, kaput bezi ve çam dallarıyla ürünlerin üzerini örterek başladıkları ilk seracılık girişimlerini anlatırken neşe geçiyor yüzünden. Kumluca’da kendisine beş keçi karşılığı beş dönüm arazi teklif edilen ihtiyar Yörük’ün teklifi reddederek dağa çekilişini, atalarından dinlediği Çıralılı Rum Yorgi’nin hikâyelerini anlatıyor. Ve ekliyor: “yavaş yavaş turizm gelmeye başladı…”
Sami Demir’in turizmin gelişine ilişkin anlattıklarına uzun bir parantez açıp, Çıralı’daki rant romanının sayfalarını bu kez de devletin gözünden okuyalım. “Su akar iz bırakır, turist döviz bırakır” vecizesinin ilköğretim ders kitaplarında okutulduğu 1970’lerde, döviz açığı çeken Türkiye Antalya’da iki bölgede turizmin geliştirilmesi için planlama çalışmaları yapar. Kentin batısındaki ilk planlama çalışması Danimarkalı Ole Helveg firmasına yaptırılır. Meseleye yalnızca turizm açısından yaklaşarak 80 bin yatak önerisi getiren firmanın planı bölgenin yerleşimini ve doğal dokusunu gözardı ettiği gerekçesiyle eleştiri konusu olur.
Lâkin, eleştirilere rağmen Güney Antalya Turizm Gelişim Projesi 1974’te devreye sokulur. Dünya Bankası’ndan sağlanan 26 milyon dolarlık altyapı kredisiyle uygulamaya konan projede, Ole Helveg planı ile korumadan yana bir yaklaşım benimseyen Millî Park planı arasında bir orta yol bulunur. Kızıltepe, Tekerlektepe, Kemer, Çamyuva ve Tekirova’dan oluşan beş gelişme noktası seçilerek bu alanların dışındaki yerlerin korunmasına yönelik kararlar alınır. Kemer’in merkez olarak planlandığı bölgede öngörülen yatak kapasitesi 25- 30 bin civarındadır.
1976’da planın uygulamaya geçmesinin ardından, 1982’de bölge “turizm alanı” ilan edilir ve kamu arazilerinin tahsisine olanak sağlanır. Tahsislerin ardından yatırım talebi aşırı yükselir ve 1988’deki revizyonla yatak kapasitesi 52 bine çıkartılır. 1990’daki ikinci bir revizyonla yatak kapasitesi 60 bine yükseltilir. Korumacılıkla geliştiricilik arasında bir sentezle hayata geçirilen Güney Antalya Turizm Projesi giderek başlangıçtaki hedefinden sapar, aşırı geliştirici bir yaklaşımla korumacılıktan uzaklaşır. Kamunun ortak faydalanması gereken ve millî park sınırlarında bulunan Beldibi, Göynük, Kemer, Çamyuva ve Tekirova’daki tüm doğal plajlar turizm tesislerine açılır. Millî park sınırları büyük ölçüde küçülürken özel mülkiyetin kapladığı alan o oranda büyür.
Çıralı’ya agro-turizmin girişi
Bölgeye hakim olan bu genel tablo Çıralı’yı da kapsamına almakta gecikmez. Beldibi-Tekirova hattında bir doygunluğa ulaşan ve yatırım olanakları daralan sektörün hedefinde bu kez Çıralı ve ötesi vardır. 80’lerde çevrede yaşanan turizm hareketliliğinden Çıralı halkı da etkilenir ve burada ilk turizm denemeleri başlar. Çıralı’daki hareketlilik yetkililerin dikkatinden kaçmaz. Millî park sınırları içinde yer alan Çıralı önce devlet eliyle bu alanın dışına çıkartılır. Ardından, Çıralı’yı da kapsayan alan “turizm bölgesi” ilan edilir. Ancak bu arada Çıralı’da olumlu gelişmeler de yaşanır. Çeşitli sivil toplum örgütleri ve halkın işbirliğiyle bir agro-turizm, yani tarımsal kaynaklı turizm modeli geliştirilir. Organik ürünlerin yetiştirildiği tarımsal alanları, tarihi ve doğal dokusuyla Çıralı giderek ilgi odağı haline gelir. Ancak, bu durum yeni yatırım alanları arayan kitle turizmi yatırımcılarıyla, kamu arazileri üzerinden rant elde etmekten başka planları olmayanları da bölgeye çeker. Bu arada, plansız ve kontrolsüz, çarpık bir yapılaşma başlar. Kumul seddesini de içine alan yapılaşma sonucu, bölgenin ekolojik bütünlüğü de zarar görmeye, kumul ilerlemeye başlar. Anıtsal nitelikteki fıstık çamlarının birçoğu kurur. Bilinçsiz tarımsal ilaç kullanımı yüzünden yeraltı suları zarar görür.
2000’lerin başında, artık tamamen çarpık bir yerleşime dönen Çıralı’da koruma amaçlı bir imar planı yapılması gündeme gelir. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yetkilendirilen bir sivil toplum örgütünün hazırladığı koruma amaçlı imar planı 2000’de tamamlanır, ancak onaylanması 2007 yılını bulur. Bu arada yaşanan gelişmelerin plana dâhil edilmediği iddiası ve başka onlarca gerekçeyle plana itiraz eden Çıralı halkının büyük çoğunluğu planı yargıya taşır. Danıştay planı iptal eder.
Aynı dönemde, önceki kadastro çalışmasında 2B kapsamında orman dışına çıkarılan kumsala bitişik ormanlık alan, açılan davalar sonucunda 2002’de yeniden ormana dâhil edilir. Ormanın kapsamıyla ilgili davalar Çıralı’nın gündeminden yıllarca düşmez. Aynı esnada koruma amaçlı planın bürokraside yedi yıl bekletilmesi plana yönelik itirazların artmasına neden olurken bu arada özellikle ormanlık alanlarda değişiklikler yaşanır. 2013’e geldiğimizde, 2B yasası çerçevesinde hak sahiplerinin yaptığı başvuruların ardından, yüksek rayiç bedeller yüzünden birçok köylü “işgal ettiği” araziyi satın alamaz.
Akıbet meçhul
Yazının başında sözlerini aktardığımız sosyolog Emine Aslan Çıralı’da insanların yarınlarının belirsizliğinin körüklendiğine işaret ederek “ekmek, şeker, kamçı” sisteminin uygulandığını ileri sürüyor. Aslan’a göre, rant odaklarınca korkutulan köylüler birlikte hareket etmekten kaçınıyor. “Köylüler yaşam alanlarını korumak için yasal çözümler üretmeye çalışıyor. Çıralı’nın doğal güzelliğinin korunmasını, köy kültürünün, ekolojik tarımın devamını istiyorlar. Gelen turistler, göbek dansı ve kebap değil, ahşap evlerdeki alternatif turizmin devamını istiyor. İspanya ve Portekiz’de kültür odaklı turizm yok edildi. Bu yanlışlardan ders alınmalı. Orman Bakanı Türkiye’nin Çin’le yarıştığını söylüyor. ‘Ne kadar para getirecek?’ diye bakılan doğamız, Çin’le rekabete feda edilmek isteniyor. Çıralı’da beslediğimiz ineğin sütünü içip etrafında koşturan tavuğun yumurtasını yiyemeyeceksek doğamızı kültürümüzü ve turizmimizi kiminle paylaşacağız?”
Emine Aslan’a göre kentlerden kaçıp Çıralı gibi yerlere sığınanların yüreği başka türlü atıyor. Yılın ilk yağmurunu Almanya’dan kendisini ziyarete gelen kızlarıyla karşıladığını anlatıyor Aslan: “Dün gece yılın ilk yağmuru yağdı Çıralı’ya. Uyumadan önce kızlarımla izledik bu yıkanışı. Sabah, doğa ana aklanıp paklanmış, yeşillerini bürünmüştü. Komşumun tavukları doluştu bahçeme. Kızlarım bu cenneti yaşayıp içlerine çektiler. Onlara, ‘yılda üç hafta sığınabildiğiniz bu cennet, pek yakında geldiğiniz yerlere benzeyebilir’ dedim. İnsanlığın dramını konuştuk. Gördüklerim ve olmasından endişe ettiklerim karşısında çok hüzünlüyüm.”
Emine Aslan’ın hüznünü pekçok Çıralılı paylaşsa da bu hüzne yol açan kıyımdan kazanç elde etmek için sırada bekleyenlerin varlığı da sır değil. Uzmanlara göre, Çıralı için özel yasa çıkarılması mümkün değil. Bu nedenle köylülerin birleşip kooperatif kurarak arazilerle ilgili sorunların çözümünde birlikte hareket etmesi önemli. Örneğin, kıyıya yakın orman arazisinin özel bir şirkete kiralanmasına karşı açılan dava geçenlerde köylülerin lehine sonuçlandı. Bir yandan da yasal düzenlemelerin ve plansızlığın yarattığı karmaşada, Çıralı’nın teker teker eriyip giden değerleri yaşam adına kayıp hanesine yazılıyor. Yine de Toroslar’da yaşayan Yörükler’in güzel atasözünün dediği gibi, “keçinin meşeye ettiğini, külü derisinden çıkartır!”
--------------------------------------------------------------------------------------
Yusuf Yavuz
Isparta, Sütçüler’de doğdu. 1984’te başladığı pastacılığı hâlâ sürdürüyor. 1996’dan bu yana, deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Aydınlık, Birgün, Gerçek Hayat ve Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayınlandı. Arkeoloji, çevre, kıyı ve enerji politikaları, tarım ve kırsal yaşam konularını ele alan çalışmalarını yazılı ve görsel medyada sürdürüyor.