Algının kapıları Zorlanıyor - Yayınlar

Melda Onur

Yaşamının beşte üçünü İstanbul’da geçirmiş, İstanbul’da okumuş, yaşamış, çalışmış, bu şehrin ve hatta Gezi Parkı bölgesinin milletvekili olmuş, Çevre Komisyonu Üyesi olarak meclis faaliyetlerini sürdüren biri için 27 Mayıs’tan beri yaşananlara tanık olmak paha biçilemezdi.

Zira dünyanın her yerindeki demokratik hak arayışlarının çıkış noktasında çoğunlukla ekonomik ya da siyasî nedenler vardı. Oysa Türkiye’de, önce İstanbul’da, sonra 80 ilde baş gösteren protestoların çıkış noktası ise birkaç ağaçtı, yani çevre duyarlılığıydı. Bu durum toplumsal muhalefet tarihinde belki de bir ilkti. Belki de klasik siyasetin, iktidar ve muhalefet partilerin, meclis dışı partilerin anlayamadığı da bu çıkış noktasında uzlaşan, hani ‘beş benzemez’ dediğimiz anlamda birçok benzemezin buluşmasıydı. İtiraf etmek gerekir ki, şahsımın da içinde bulunduğu bizim neslin “bu çocuklar harika, bu çocukları kazanalım, yönlendirelim, bizim olsunlar” ağız şapırtısıyla, bu muhteşem ‘seçmen kitlesine’ içleri aktı. Ama bu tavır, yine bu kitleyi anlamamaktı. Zira Gezi Ruhu denen şey o kadar cazip, o kadar sizi içine çekiyordu ki, kimimiz iyi niyetle “yahu bu çocukları kendi hallerine bırakırsak ya başlarına bir şey gelecek, ya da bu muhteşem potansiyeli kinetik hale getirme fırsatını kaçıracağız” dedi. Kimimiz ise, kafamıza çok aykırı olanları eleyip öteleyerek, kalanları kendi partimize, kendi kurumumuza, kendi ideolojik grubumuza kazandırma emelleri güttük.

Azıcık felsefe…

Ama olmazdı. Bu akışkan hiçbir kaba sığmazdı. Zira bu kitle holistik akılla hareket ediyordu. Yani, onlar evrendeki aynı bütünün parçası ve birbirlerinden haberdar olarak tek bir sistem şeklinde hareket eden ve birbirleriyle ilişki, iletişim ve etkileşim içinde bulunan bir kitleydi. Her biri, diğerlerini etkileme, değiştirme ve yönlendirme gücüne sahipti. Bu nedenle kitlesel olarak yönlendirilemezdi.

Bu öyle bir devrim ki, kimilerinin “ele geçirmek, kelle almak, indirmek” olarak gördüğü klasik, konvansiyonel devrimlerden çok farklı. Kellenizi değil, beyninizi alıyor. Ben “algılarımızın kapılarını zorluyor” diyorum.

CHP bu hareketin neresindeydi?

"Bunları anladık, peki ya CHP ne yapacak” sorusu, bu yazıyı okumaya değer bulanların yüzde 100’ünün aklından geçmektedir. Zaten bu yazının da esas konusu budur. Ama takdir edersiniz ki, CHP’nin, 2. Bölge İstanbul Milletvekili olarak Gezi Parkı’ndan “şahsen” ne anladığımı yazmazsam, bu süre zarfında Genel Merkez, Genel Başkan ve parti yönetimine yazdığım raporların özünde bu bakış açısının olduğunu bilemezsiniz.

Bir grup milletvekili olarak Gezi Parkı protestolarıyla başlayan süreci yakından izledik. İlk günden itibaren CHP milletvekilleri, parti yöneticileri, il ve ilçe örgütleri, kadın ve gençlik kolları ile birlikte Gezi Parkı eylemcileriyle beraberdik. Bu süreçte rolümüzü iyi anladığımızı düşünüyorum. Çünkü bize muhalefet eden birçok kesimin beklediği tavrı göstermedik. Kolaylaştırıcı olup siyaseten bu kitlenin önüne geçmemeye özen gösterdik. Çünkü toplumda CHP algısının hala devlet algısıyla özdeş olduğunu görüyoruz. Çok partili hayata geçişle birlikte doya doya tek başına iktidar tadamamış bir partinin hâlâ devleti yönettiği algısı, kurucu parti olmaktan geliyor. Bu doğal. Gezi Parkı öncesi toplumsal muhalefetin eylemlerini milletvekili sıfatımla takip etmiş biri olarak şu iddiadayım: Bu devlet algısıyla CHP, hem çok eleştirilip uzak durulan, ama orada olması hep istenen, hep güven veren, orada olmadığında en çok eleştirilen bir gerçeklik. Çünkü kimse “AKP, MHP, BDP milletvekilleri nerede veya diğer partilerin örgütleri nerede?” haykırışında değildi. Örneğin 1 Haziran 2013 günü Kadıköy’de yapılması önceden planlanmış mitingin iptal edilmese için herkes CHP’ye çağrıda bulundu. Dayanışma için mitingin iptal edilerek Taksim’e gelme kararı verilmesi de o gün için Gezi Parkı’nın açılmasında çok önemli oldu. Özetle, CHP’nin Gezi Parkı protestoları süresince güttüğü politika, başından beri kendiliğinden gelişen bu duyarlılığı anlamak, yanında dayanışma içinde durmak ve Gezi Parkı eylemcilerinin talep ve isteklerini ifade etmeleri için kolaylaştırıcı olmak şeklinde gelişti.

Ayrıca, yasama çalışmaları da bu paralelde yürütüldü. Taksim Gezi Parkı’nın imar durumu ile ilgili olarak araştırma önergeleri verildi. İktidar tarafından yaşandığı iddia edilen bazı saldırı olayları için araştırma önergeleri verildi. Güvenlik güçlerinin kullandığı orantısız gücün engellenmesi, biber gazının kullanımının yasaklanması için yasa teklifleri verildi. Mevcut yasaklayıcı ve engelleyici Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası yerine, bu hakkı güvence altına alan yeni bir toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasası önerildi. Ancak bu önergeler ve teklifler TBMM çoğunluğu elinde olan iktidar partisince gündeme alınamadı.

CHP Gezi Parkı’ndan ne anlamalı?

Bence bunlar çok güzel hareketlerdi. Ancak protestolar süresince verilen maddî - manevî desteğin bu noktadan sonra siyaseten de savunulması ve parti program ve politikalarına yansıtılması gerekiyor. Bunu sadece CHP’nin değil, bütün partilerin kendi kırmızı çizgilerini genişletecek şekilde uygulaması gerektiği kanaatindeyim.

Gezi Parkı protestoları her ne kadar ateşi azalan bir seyirle sürse de, öyle görünüyor ki, Türkiye gündemi hiçbir zaman eskisi gibi olamayacak. Zira Gezi Parkı protestoları öncesi gündemi işgal eden, keskin tartışmalar yaratan, gazete sayfalarını günlerce meşgul eden konular, bugün geldiğimiz noktada daha sönük tartışılır hale geldi. Toplumsal muhalefetin muhalefet ediş şeklini, muhalefet etme nedenlerini, gerekçelerini, yöntemlerini, kısaca kodlarını tümüyle değiştiren bu hareketin mevcut muhalefet partileri üzerindeki etkileri kaçınılmaz olacaktır. Çevre ve kentsel dönüşüm politikalarını belirlemekten tutun da yerel seçimlerde adayların belirlenmesi, kenti yönetecek kadroların oluşturulması ve kent yönetimindeki şeffaflığa, muhalefet yapma şeklinden, medyayı kullanma usullerine kadar çıkarılacak pek çok ders var. CHP’nin Gezi Parkı ve onu takip eden toplumsal muhalefet protestolarında talep edilen özgürlüklerin siyasal savunucusu olması gerekiyor. Gezi Parkı’nda çok farklı etnik, ideolojik, sınıfsal, eğitim, dini farklıkları olan gençler ve vatandaşlar yirmi gün boyunca kafalarında kurdukları bir ütopyayı gerçekleştirdiler. Bütün bu farklılıklara rağmen herkes birbirine “öteki, beriki” demeden yaklaştı. Kimsenin birbirini ötekileştirmediği bir dünya istediklerinin mesajını verdiler. Gezi Parkı protestolarına birlikte destek verdiğimiz milletvekili ve diğer parti yöneticisi arkadaşlarımızın da genel görüşü bu yöndeydi. Yukarıda da belirttiğim gibi, CHP Genel Merkezi’ne bu görüşler rapor edildi. Aslında demokratik haklar ile ilgili taleplerin büyük çoğunluğu CHP’nin gerek seçim beyannamesinde söz verdiği ve gerekse geçtiğimiz aylarda açıkladığı demokratikleşme raporu ve öneri paketindeki görüşleri içerisinde yer alıyor.

CHP, Gezi Parkı ve Barış Süreci

Bu rapor geçtiğimiz aylarda “Bu topraklarda huzur, demokrasi ve barış isteyen herkese çağrımızdır. Özgür ve demokratik bir Türkiye için...” mesajıyla kamuoyuna açıkladığı raporun Gezi Parkı talepleriyle örtüşme noktalarına geçmeden barış sürecine değinmek istiyorum.

Gezi Parkı eylemleri öncesinde gündemi en çok işgal eden konulardan biri Kürt sorununun çözümü ve barış süreci idi. Gezi Parkı protestoları her ne kadar barış süreciyle ilgili gündemi biraz geri plana itmişse de, hâlâ Türkiye’nin en önemli gündem maddesi olma özelliğini koruyor. Ancak dünden bugüne değişen ve kesinleşen bir durum var ki, o da Türkiye’de demokratikleşme gerçekleşmeden barış süreci de tam manasıyla gerçekleşemez. Gezi Parkı öncesi genel algı “Kürt sorununun çözümü ve barış süreci adı altında iktidar tarafından başlatılan ve yürütülen bu sürecin tamamlanmasıyla Türkiye’de de demokratikleşme olacak” yönündeydi. Oysa fiilî durum göstermiştir ki, ülkenin bir bölgesinde, şiddetin de sona erdirilerek bir barış sürecine girilmesini hedefleyen hükümet, ülkenin başka yerlerinde toplumsal muhalefetin farklı ve haklı taleplerini çok sert bir şekilde bastırabilmiştir. Medya ve gazeteciler üzerindeki baskıyı artırmış, protestoları sona erdirmek için müzakere değil şiddet, tehdit ve hedef gösterme yöntemlerini kullanmış, komplo bahanelerine sığınarak Gezi Parkı protestolarını gözaltı ve tutuklamalarla yeni bir dev davaya dönüştürebileceği sinyallerini vermiştir. CHP en başından itibaren Türkiye’de Kürt meselesinin çatışma dışında, ölümler olmadan, şiddet olmadan, terör olmadan çözümünden yana oldu. Aynı zamanda, Türkiye’de barışın ancak ve ancak demokrasi ve özgürlüklerle güvence altına alındığı zaman sağlam temellere dayanabileceği CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından ve parti yöneticileri tarafından defalarca dile getirildi. Gezi Parkı’nda başlayan süreç de, demokrasi ve barış için son derece önemli oldu ve buna kimsenin gözlerini kapamaması, herkesin görmesi, anlaması ve taleplere kulak vermesi gerekiyor. Demokrasi isteklerinin barış sürecine karşı olduğu yönündeki bir yanlışa düşmekten herkesin kaçınması gerekiyor.

CHP ne istedi? Gezi Parkı eylemcileri ne istedi? Yüzde 10 seçim barajı kaldırılmalı! Milletin vekillerini millet seçsin!

Bu iki talep CHP’nin demokratikleşme paketinin maddeleri. Son derece anti demokratik, çoğunluğun azınlığı ezmesinin, çoğunluğun azınlığın haklarını gasp etmesinin vücut bulduğu yüzde 10 seçim barajının kaldırılması konusunda CHP hep istekli oldu. Bu sözü seçim bildirgesine yazdı. Artık barajın düşürülmesi elzem. Bunun önünde durmak hiçbir partiye kazanç sağlamaz. 2011 seçimlerinde 29 ilde ön seçim yaparak bu yönde adım atan CHP, son olarak gerçekleştirdiği tüzük kurultayında da tüzüğüne ön seçimi koydu. Gezi Parkı protestolarının hız kesip, toplumsal muhalefetin “evet, şimdi bir şeyler yapmak lâzım” diye masa başına dönmesiyle birlikte başlayan ilk sivil kampanyalardan biri “seçim yasası hareketi” oldu. Hareketin ilk kampanya maddesi yüzde 10 seçim barajının kaldırılması. Diğeri ise “vekilimi ben seçmek istiyorum” kampanyası . CHP tüzüğü açısından daha fazla demokratikleşme gerekli mi? Bence gerekli. Çünkü ön seçimin ağırlıklı olduğu bir oran belirlenmesine ihtiyaç var. Bu nedenle “Yeter mi? Hayır” diyorum.

Demokrasi ve insan haklarına saygı

CHP’nin Demokratikleşme Paketi içerisindeki talepleri ve önümüzdeki süreçte parti programını belirleyecek olan bu taahhütleri demokratik hak ve özgürlükler ağırlıklı. 17 maddede dile getirilen en önemli hak ve özgürlük konuları şöyle sıralanabilir:

  • Demokrasi ve insan haklarına saygı gösterilsin.
  • Düşünce ve ifade özgürlüğü güvence altına alınsın. 
  • Din ve vicdan özgürlüğü korunsun. Her inanca eşit imkân tanınsın.
  • Toplantı, gösteri ve örgütlenme özgürlüğünü geliştirilsin.
  • Basın özgürlüğü sağlansın.
  • Tutuklu öğrenci ayıbına son verilsin.
  • Özel Yetkili Mahkemeler kaldırılsın, yeniden yargılama yolu açılsın.
  • Gizli tanık hukukuna ve yasa dışı dinlemelere son verilsin.
  • Halkın vekillerine özgürlük verilsin.

AKP’nin son dönem anti demokratikleşme faaliyetlerinin ortaya çıkardığı bazı talepler bunlar. CHP bu talepleri bir süredir dile getiriyor. Gezi Parkı için sokaklara dökülenlerin de dilinde daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, daha fazla hak talebi var. Farklı düşündüğü ve düşüncesini farklı ifade ettiği için, sadece muhalif olduğu için dev davaların torbalarına atılmış ve yıllardır tutuklu bulunan yazarların, öğretim üyelerinin, gazetecilerin, öğrencilerin, avukatların, memurların hak talepleri için meydanlara çıktı vatandaşlar. Hukukun çiğnendiği Özel Yetkili Mahkemelerin mağdurlarının aileleri koştu sokaklara. 1 Mayıs 2013 günü Taksim’le başlayan ve daha sonra İstiklâl Caddesi’yle Çağlayan Adliyesi önü diye devam eden toplantı ve gösteri yasakları, zaten patlama noktasına gelmiş muhalefeti iyice soluksuz bıraktı, sıkıştırdı. Sonunda bir ağaç dalının açtığı delikten muhalefet sokaklara taştı.

Demokrasi ve özgürlüklerde net olmak!

Bunun dışında toplum vicdanını yaralayan konuların aydınlatılması da CHP’nin demokratikleşme paketinde var. Bunlar da şöyle sıralanabilir:

  • Faili meçhul cinayetler çözümlensin.
  • Uludere Katliamı aydınlatılsın.
  • Diyarbakır’a cezaevi değil, müze yapılsın.

Bu sıralama yeterli mi? Tabii ki yetmez. Daha Afyon var, Reyhanlı var, Gezi olaylarında kaybettiklerimiz var. Ama zaten bu paket açıklandığında son iki olay daha olmamıştı. Bir de Nevruz’un resmî bayram olması talebi var. Peki şimdi yeter mi? Tam da şimdi CHP için “hayır yetmez, daha fazla” noktasındayız. Gezi Parkı öncesi CHP’nin Demokratikleşme Paketi’ni hazırlayanlar, Gezi’deki taleplerin büyük çoğunluğunu zaten bu paketin içine yazmışlar. Ama bugün bu Demokratikleşme Paketi yazılsaydı, demokrasi, özgürlükler ve haklar konusunda daha geniş perspektiften düşüneceklerdir. En azından parti yöneticilerinin sözlü ifadelerinden bu umuda kapılmış durumdayım. Gezi Parkı eylemcileriyle sohbet ederken büyük kısmı, CHP’ye “siz iyi muhalefet yapmadığınız için biz buradayız” eleştirisini yöneltti. Şunu gördük ki, CHP olarak çoğunlukla kendimizi anlatamamış ve aynı zamanda da bu kitlenin talep ve isteklerini, beklentilerini, hayallerini karşılayacak “net ve kararlı” politikalar geliştirememişiz. İşte yetmeyen tam da budur. Bizden beklenen “ama”sız demokratikleşme, özgürlük ve haklardır. CHP’nin “ama”ları var mıdır? Elbette vardır. Sadece CHP’nin değil TBMM içi ve dışı bütün partilerin “ama”ları vardır. Herkesin “ama”sı kendine. Siyaset dilinde “kırmızı çizgi” diyebileceğimiz bu “ama”lar ne kadar artarsa, vatandaşın demokratik taleplerinden o kadar kopmuş oluyorsunuz. Özellikle sosyal demokrat anlayışla “biz din ve etnisite üzerinden siyaset yapmayız” söylemiyle girmekten uzak durduğumuz bazı alanlarda bıraktığımız boşluklar bize keskin “ama”lar olarak dönmüş durumda.

CHP bundan sonra ne yapacak?

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu Gezi Parkı protestolarından CHP’nin de ders aldığı yönünde beyanatlarda bulundu. Partinin genel başkan yardımcıları ve yöneticileri de benzer beyanlarda bulundular. CHP’nin bundan sonra ne yapması gerektiğini, hepimizin kendi algıladığımız anlamıyla küçük raporlar halinde sunduğumuzu yukarıda belirtmiştim. Bunlardan birini İstanbul milletvekilleri Binnaz Toprak ve Ayşe Danışoğlu’yla birlikte hazırladık. Gezi Parkı eylemcilerinin CHP’den ne talep ettiğini maddeler halinde sıraladık. Parti Meclisi’ne sunduk. Geniş bir kabul gördüğünü de öğrendik. Bir kısmı yerel yönetim seçimlerine dönük taleplerdi. Ama genel taleplerin bazılarından küçük bir özeti sizlerle paylaşarak sözlerime son vereyim:

  • Siyaset diliniz olumlu mesajlar versin. Sürekli iktidarı eleştirmek yerine CHP Türkiye vizyonunu anlatsın. Bağıran, hakaret eden, agresif, insanları ümitsizliğe, korkuya ve tedirginliğe sürükleyen, ötekileştiren ve dışlayan dil kullanmayın.
  • Demokratikleşme ve özgürlükler konusunda soyut kavramların kullanmanız seçmende karşılık bulmuyor, net olun.
  • Gezi Parkı eylemlerinde “asla bir araya gelemez” denebilecek farklı ideolojik ve etnik grupların kendiliğinden gelişen bir barış süreci modelini ortaya koydu. CHP de barış konusundaki politikalarında bu ruhu dikkate alsın.
  • Kimsenin çalışma hakkı kıyafetinden ötürü engellenemez. Gezi Parkı eylemlerinde omuz omuza direnen kitleler çalışma hayatlarında birbirlerinden koparılamaz.
  • İktidarın dinî saiklerle dayattığı muhafazakârlık karşısında seküler yaşamayı tercih edenlerin yaşam tarzlarını daha kuvvetli savunun ve haklarını koruyun.
  • CHP’nin demokratikleşme ve özgürlükler adına attığı somut adımları kamuoyu tarafından bilinmiyor. İletişim sorununuzu aşın, profesyonelleşin.

--------------------------------------------------------------

Melda Onur
1964 Eskişehir doğumlu. Marmara Üniversitesi İktisadî İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunu. 1989’da Günaydın’da gazeteciliğe başladı. Show TV, Kanal D, Star TV ve Akşam gazetelerinde çalıştı. Fransa Paris’te Uluslararası Kamu Yönetimi Enstitüsü’nde (IIAP) Ekonomik İlişkiler okudu. 2007’de iletişim koordinatörü olarak serbest çalışmaya başlayan Onur 2011’de CHP’den İstanbul milletvekili seçildi.