AKP kurulduğu 2001’den beri kendini muhafazakâr demokrat bir parti olarak tanımladı. Son on yıldır, muhafazakârlığın demokratlıktan çok, “iktisadî” liberalizmle yaptığı ittifakın toplumsal hayatı şekillendirdiği bir AKP iktidarı söz konusu. Dünyadaki benzer örneklerin neoliberalizmin yeni muhafazakârlıkla yaptığı ittifakta cisimleştiğini görüyoruz. Bu ittifakın unsurları arasında finans dünyası, önde gelen sanayiciler, ticaret kesimi, ihracatçılar, medya baronları, büyük toprak sahipleri, yerel siyasî liderler, en üst düzey kamu görevlileri ve ordu mensupları ile bu kesimlerin siyasî ve düşünsel vekilleri bulunuyor.1 Değişik ülkelerde değişik kompozisyonlarla ortaya çıkan bu ittifak tüm dünyada aynı hedef doğrultusunda siyasî etkinliğini geliştiriyor. AKP de bu etkinliğin Türkiye koşullarındaki siyasal temsilciği rolünü üstlendi.
2002’de iktidara geldiği andan itibaren, gizli ajandasını ortaya koymamakla itham edilen AKP, 2010 referandumundan sonra, bu suçlamalardan kurtulmuş görünüyor. Zira gizli ajandasını yürürlüğe sokma beklentilerini karşılayacak adımları hızlandırdı ve kamusal alanı ideolojik yaklaşımları çerçevesinde hızla dizayn etmeye başladı. 4+4+4 “eğitim reformu”, kürtajı yasaklama girişimi ve içki yasakları AKP’nin hep andığı 2023 toplumsal vizyonunu ortaya koymaya başladı. Başbakan’ın üç çocukla başlayıp beş çocuğa yükselttiği kadınları daha çok doğurmaya teşvik çağrıları, dindar nesil beklentileri ve her kürtajın bir Uludere olduğu savı, 2023 vizyonunda kadınlara biçilen rolün önemini de gösteriyor. Kadınları ev içinde annelik göreviyle tanımlayan bu yaklaşım 2011 seçimlerinin hemen arefesinde Kadın Bakanlığı’nın ismini Aile Bakanlığı olarak değiştirirken kadınların aile-annelik dışında bir kimlikleri olamayacağını varsaydığını göstermiş oluyordu.
Diğer yandan, sürekli olarak kadın istihdamıyla ilgili plan ve projelerle karşılaşıyoruz. AKP Kadın Kollarının 2012 tarihli İş ve Aile Yaşamını Uzlaştırma Çalıştay Raporu’nda, 2015 için belirlenen kadın istihdamı hedefi yüzde 37. Aslında, 2008’deki istihdam yasasından beri kadın istihdamını artırma hedefleri AKP’nin gündeminden hiç düşmüyor. 2008’deki istihdam yasasında (5763 sayılı iş kanunu) yapılan düzenlemede de aynı hedefler gözetiliyordu:
‘‘Bu adım ile bir yıl içinde işe alınan ve fiilen çalıştırılan 18 yaşından büyük tüm kadınların Kanunun yürürlük tarihinden önceki altı aylık dönemde prim ve hizmet belgelerinde kayıtlı sigortalılar dışında olması şartıyla, bu maddenin yürürlük tarihinden önceki bir yıllık dönemde işyerine ait prim ve hizmet belgelerinde bildirilen ortalama sigorta sayısına ilave olarak bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren bir yıl içinde işe alınan ve fiilen çalışanlar için; prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan sigorta primine ait işveren hisselerinin; a) Birinci yıl için yüzde yüzünün b) İkinci yıl için yüzde sekseninin c) Üçüncü yıl için yüzde altmışının d) Dördüncü yıl için yüzde kırkının, e) Beşinci yıl için yüzde yirmisinin- İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanması sağlanmıştır.’’2
Ancak, aynı kanunda 150’den fazla kadın çalıştırılan yerlerde kreş açma zorunluluğu kaldırılarak bu hizmetin işverenin öngördüğü yerden işveren tarafından satın alınması düzenlemesi getirildi. 2011’deki torba yasa adıyla anılan 6111 sayılı kanunla da kadınların ev eksenli, esnek ve kısmî çalışma olanaklarını teşvik edecek işverenlerin istihdamda kadınları tercih etmesini sağlayacak düzenlemelerin öne çıktığını görüyoruz. 2012 Haziran ayında sezaryenle doğuma ateş püsküren, her kürtajı bir Uludere olarak adlandıran Başbakan’ın “Kadını özel hayata hapseden, kamu alanından dışlayan, cinsiyet ayrımcılığına dayalı, baskıcı ve tutucu anlayışlar medenî olamaz. Kadına karşı ayrımcılık ırkçılıktan daha kötüdür, daha tehlikelidir, daha ilkel bir anlayıştır” sözleri AKP kadın kollarının çalıştay raporunun başlangıç bölümünü oluşturuyor.3 Başbakanın şu sözleri de kayıtlardaki önemli yerini koruyor: ‘’Aile var oldukça, millet var oldukça devlet var olur. …En az üç çocukla beraber güçlü aileler istiyoruz. Ailelerimizi güçlü kılmamızın yolu buradan geçiyor. Bunu başaracağız, güçlü bir millet istiyoruz. …Muhafazakâr demokrat partiyiz. Çocukların artmasını istemek hakkımızdır. İktidar olarak bunu başarmalıyız.”4
AKP’nin iktidara geldiğinden beri en çok vurguladığı hedeflerden biri aileyi güçlendirmek. Güçlenen aile içinden yapılan kadın tanımı kadınları öncelikle (hatta yer yer sadece) annelik kimliğiyle tanıyor/tanımlıyor. 2004’te TCK’da yapılan değişiklikler esnasında, önceki düzenlemelerle suç olmaktan çıkarılan zina yeniden ceza yasası kapsamına alınmak istenirken aileyi koruma hedefi öne çıkıyordu. 2008’de yürürlüğe giren SSGSS (Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası) yasasıyla tüm işçi sınıfı için emeklilik yaşı yükseltilirken bu değişim kadınlar için emeklilik hakkının iyice ulaşılmaz olması anlamına geliyordu. Zira özellikle özel sektörde çalışan kadınlar açısından hem evde hem işte çalışmanın yükü, doğum nedeniyle işe ara verme gibi sebeplerle yarım bırakılan ev dışında ücretli çalışma hayatı tamamlanamaz hale geliyor. Bu da kadınları evdeki erkeğin gelirine, sağlık güvencesine daha fazla bağımlı kılmak demek. Yani, kadınlar ya babaya ya da kocaya bağımlı olarak aile içinde yaşamaya mahkûm edildi.
Patriyarka-kapitalizm ilişkisi bağlamında kadın istihdamı
Kapitalizmle birlikte kadınların yığınsal olarak işgücüne çekilmesi başlıyor. 18. ve 19. yüzyıllarda kadın ve çocuk emeğinin ucuzluğu ve daha az örgütlü oluşu sermayenin tercihinde belirleyici faktör haline geliyor. Ancak, kadınların ev içindeki iş yükleri devam ederken işçi ailelerinde kadın ve erkek işçi arasındaki eşitsizlik ortadan kalkmıyor. Kadın işçiler bir yandan ücretli emek gücünde sadece kadın oldukları için daha niteliksiz ve düşük ücretli işlerde çalışırken diğer yandan ev içinde çocuk, yaşlı bakımı, yemek, temizlik gibi işlerden sorumlu olmaya devam ediyordu. Kadınların ev içinde harcadıkları karşılıksız emeğe ilişkin analizler ve bu bağlamda aile, 1960’larda ikinci dalga feminist hareketin yükselişiyle yeniden gündemin ön sıralarına yerleşiyor. Feministler aile, ev içindeki karşılıksız kadın emeği, kadınlara yönelik erkek şiddeti, heteroseksüellik, ırk, cinsiyet ilişkileri, beden ve cinsellik gibi bağlamlarda kadınların ezilmişliğini sorgularken hiç kuşku yok ki, belli bir tarihsel gelişimi göz önünde bulundurmalarına rağmen, esas olarak içinde yaşadıkları toplumsal koşullardan yola çıkıyorlardı. Bu anlamıyla, gerek ücretli emek gücünde kadınların durumunu gerekse ev içindeki karşılıksız kadın emeğini analiz ederken hareketin ortaya çıktığı Batı toplumlarının sermaye birikim süreçleri bağlamında bir erkek egemenliği analizi yapılıyordu. İkinci paylaşım savaşının bitişinden kısa bir süre sonra, dünyanın yaklaşık üçte birinin sosyalist kampta yer almaya başladığı, sınıf mücadelesinin Batı toplumlarını sarstığı/tehdit ettiği dönemde, Fordist üretim tarzı diye anılan sermaye birikim rejiminin ve refah devleti politikalarının uygulamada olduğu bir kapitalizmin erkek egemenliğiyle ilişkileri/ilişkisizliği tartışılıyordu. ABD, Kanada, Avrupa ve Japonya gibi merkez ülkelerde büyük büyüme oranları, sürekli teknolojik gelişme, alım gücünde artış, başta sağlık, emeklilik ve eğitim olmak üzere refah sisteminin gelişimi ve düşük işsizlik oranları5 güçlü bir sendikal hareket, sokaklara dökülmüş bir gençlik hareketi ve anti-sömürgeci mücadelenin yanı sıra savaş karşıtı hareketin yükselişi söz konusuydu. 1935’ten 1960’ların sonlarına kadar, kadınlara biçilen rol ise esas olarak aile içindeki annelik göreviyle sınırlıydı. Aile ücretleri, erkeğin çalışmasıyla kazanılan sosyal güvenlik hakkının tüm çekirdek aile bireylerini kapsaması, kadınların ücretli emek gücüne katıldıkları koşullarda ise en düşük ücretli işlerde çalıştırılmaları ve ev işlerini yapmaya devam etmeleri de yine bu dönemin karakteristiğiydi. Feminist hareket öncelikle aile-yuva retoriğini sorgulamaya başlarken ev içindeki karşılıksız kadın emeğinin ekonomi politiğini maddeci temelde analiz etmeye başladı.
Christine Delphy patriyarkanın çağdaş sanayi toplumlarında erkeklerin kadınları ezmesi sistemi olduğunu, bunun ekonomik bir temelinin de ev içi üretim tarzı (patriyarkal üretim tarzı) olduğunu söyler. Delphy’ye göre, iki toplumsal üretim tarzı ve iki sömürü sistemi vardır. Sınaî üretim tarzıyla kapitalist sömürü gerçekleşir. Ev içi hizmetlerin, çocuk bakımının ve bazı metaların üretiminin gerçekleştiği aile üretim tarzıyla da patriyarkal sömürü gerçekleşmektedir. Bu noktada, evdeki erkekler kadınları sömürmektedir.6 Ev içindeki kadın emeğini patriyarkal üretim tarzı bağlamında analiz eden Delphy hem kadınların kapitalizm-çekirdek aile öncesindeki ezilmişliklerini hem de ücretli emek gücü içinde yer aldıklarında neden daha düşük ücretli, güvencesiz, niteliksiz işlerde çalıştıklarını patriyarkal sistem bağlamında açıklamaz.
Ev işlerini analiz eden ikinci yaklaşım 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında sosyalist hareketin yaptığı analizlerin devamcısı niteliğindeki Marksist feminist teoriydi. Margaret Benston (1969) kadınların ev içinde tutulmasının mevcut sistemin çıkarlarını iki yönlü olarak koruduğuna işaret ediyor. Ev içindeki karşılıksız kadın emeğinin üretim araçlarının sahibi olan sermaye sınıfının emek gücünü yenilenmesine ilişkin maliyetlerinin azalmasını, böylelikle kârlarının artmasını sağlaması birinci nedeni oluşturuyor. Kadınların ev dışında çalıştıklarında düşük ücret almaları, böylece refahın sermaye lehine yeniden dağılımının mümkün olması ise ikinci nedeni oluşturuyor. Benston kurum olarak ailenin ücretli çalışanlar açısından örtülü bir vergilendirme aracı haline geldiğini söylüyor. Kadınların işgücüne katılımının yine sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendiğini ifade eden Benston ev dışında çalışmaya başlayan kadınların daha düşük ücretle çalışmalarını (keza bazı dönemlerde daha yoğun, bazı dönemlerde daha sınırlı biçimde ücretli çalışmaya katılmalarını) aileyle ilişkilendirmekle birlikte, tüm bunları sadece kapitalizmin içsel dönüşümleriyle açıklamaya girişiyor. Ev içindeki erkek ile kadın arasındaki egemenlik ilişkisine emek dışındaki bağlamlarda değinmiyor.7
Heidi Hartmann patriyarka ve kapitalizmi iki ayrı, ancak içi içe geçmiş, birbirini sürekli etkileyen, yer yer çıkarları konusunda gerilimleri olan, ancak ittifak halinde iki bağımsız sistem olarak tanımlıyor. Bu bağlamda, kadınların ücretli emek gücüne katıldıklarında karşı karşıya kaldıkları cinsiyetçi işbölümünün kapitalist toplumda erkeklerin kadınlar üzerinde üstünlüklerini koruyan temel mekanizma olduğunu söylüyor. Keza kadınların emek piyasasında düşük ücretlerle çalıştırılmasını sağlayanın da bu mekanizma olduğunu ifade ediyor. Düşük ücretler kadınları erkeklere bağımlı kılıyor ve erkeklerle evlenmelerini teşvik ediyor. Evli kadınlar kocalarının işlerini yapmakla yükümlü oldukları için de erkekler hem ev dışındaki yüksek ücretlerden hem de ev içinde işleri kadınların yapmasından yarar sağlamış oluyor. Yani, ev içindeki iş bölümü emek piyasası tarafından sürekli kılınırken emek piyasasındaki cinsiyetçilik de ev içindeki cinsiyetçi işbölümüyle pekişiyor. Hartmann kapitalizm ile patriyarka arasındaki bu uyumun kadınlar için bir kısır döngü oluşturduğunu söylerken patriyarkayı maddî temelleri olan bir toplumsal sistem olarak tanımlıyor. Bu anlamıyla, Marksist ekonomistlerden ayrılığının altını çiziyor.8
Sylvia Walby ise ikinci dalga feminist hareketin analizlerinden yirmi yıl kadar sonra, bir sistem olarak patriyarkayı gelinen tarihsel konjonktür itibarıyla iki parçaya ayırır: Kamusal patriyarka ve özel (alanda) patriyarka. Kamusal patriyarkanın esas olarak istihdam ve devlet bağlamında şekillendiğini, özel (alanda) patriyarkanın ise ev içi üretim bağlamında şekillendiğini ifade eder.9
Ailenin rolü
Erkek egemenliğinin kadınları denetim altında tutarken en güvendiği kurum kuşkusuz aile. Zira erkek şiddetinin meşrulaşma zemini, kadınların karşılıksız emeğinin merkezi aslında erkek egemenliğinin kalesi olarak görev yapıyor. Aile, patriyarkal kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda her daim yeniden şekillendirdiği bir kurum. Çağdaş, muhafazakâr, milliyetçi ya da dindar tüm aile biçimleri kadınların erkek iktidarına tabiyetini meşru ve sürekli kılmayı hedefliyor. Patriyarkal sistemin uzun vadeli çıkarlarını korumak şartıyla bütün “erkek” iktidarlar kadınlar üzerindeki baskı mekanizmalarını aile aracılığıyla yeniden inşa ediyor. Örneğin, ABD’de yeni-sağ, okullarda cinsellik eğitiminin verilmesinin yanı sıra kadınlara eşit haklar tanınmasının tüm boyutlarına karşı çıkıyor. Kürtaj muhalefetlerini kadınları çekirdek ailede eş ve anneye indirgeyen geleneksel rollere döndürme hedefinden ayrı tutmak mümkün değil. Hristiyan sağın kürtaj karşıtlığı da bu temele dayanırken “aile yanlısı” gündemleri 1960’larda elde edilen tüm kazanımlara saldırmayı gerektiriyordu.10 AKP de iktidarının ilk yıllarından itibaren aileyi güçlendirmeye, böylece erkek egemenliğini korumaya yönelik adımlar atmaya çalıştı. İstihdam yasası, torba yasa, ev ve iş yaşamını uyumlulaştırma politikaları içindeki her düzenlemeyle AKP hükümeti kadın istihdamını artırma hedefini öne çıkarıyor. Aile Bakanı Fatma Şahin’in çalışan kadınlara kreş desteği için düzenleme yapacaklarını söylemesi bu sürecin son adımı oldu. Ancak, cinsiyetçi işbölümüne uygun olarak gerçekleşen kadın istihdamının erkek egemenliğini aşındırma şansının olmadığını, bunun sadece patriyarka-kapitalizm ittifakının sınıf mücadelesinin, feminist mücadelenin kazanımları karşısında içine girdiği yeni yönelim olduğunu düşünmek için yeterli veri mevcut. Bu durumda, kreş desteğinin arka planında sermayenin ihtiyaçlarına uygun ucuz emek olarak kadınların istihdam piyasasında yer almasının sağlanması yatıyor. Aynı istihdam düzenlemesinde kadınların sigorta primlerinin işsizlik fonundan sermaye adına karşılanması da uygulamanın amacının esas olarak sermayenin finansmanı olduğunu gösteriyor. Kaldı ki, mevcut açıklamalarda kadınlara yönelik kreş desteğinin nasıl finanse edileceği belirtilmemiş. AKP’nin bu desteği de işçi sınıfının haklarını sermaye adına gasp ederek oluşturacağı Kıdem Tazminatı Fonu’ndan karşılamayı düşünüyor olması hiç şaşırtıcı olmaz.
AKP’de bir Taliban görmeye çalışmak modernleşmenin, kadınların ev dışında ücretli çalışmaya başlamasının kadınları özgürleştireceği, erkek şiddetinden, öldürülmekten koruyacağı fikri kadar büyük bir yanılsama olur. AKP kadınları eve kapatmadan aileye zincirliyor. Kapitalizm-patriyarka ilişkisinin farklı bir tezahürü olarak, neoliberalizmle ucuzlayan kadın emeği çalışsa da çalışmasa da kadınları aileye mahkûm ediyor.
Son yıllarda, peşpeşe gerçekleştirilen istihdam düzenlemeleriyle kadınların ucuz işgücü haline gelmesi, SSGSS ile kaybedilenlerin yerini doldurmaktan çok uzak. Bu düzenlemeler kadınların döven, ama bazen biraz da seven babaya değil, sevmese de dövse de kocaya mahkûmiyetini kesinleştiriyor. Evlenmeyen/boşanan kadınlar açlığa ve sosyal güvencesizliğe mahkûm. Evlilik kurumu kadınlar için her zamankinden daha çok sosyal güvenlik sağlayan bir istihdam sözleşmesine dönüşmekte. Ev dışında ücretli çalışmak da kadınları kurtaramaz görünüyor, zira öngörülen düşük ücretler, tek başına yaşamayı mümkün kılamayacak ölçüde patriarkal-neoliberal denetim altında. AKP’nin kadın istihdamını arttırma politikalarına eşlik eden SSGSS düzenlemeleri kadınların ucuz emeğini, hem sermayeye kaynak ve ucuz işgücüne dönüştürüyor; hem de istihdam rakamlarını reel olarak arttırmadan kadın istihdamını arttırmış göstererek (neoliberal) AB’ye vitrin, ama en önemlisi kaybolan gelecek hayallerini gözden geçirme aracı haline getiriyor. Örneğin, 2011’den itibaren kadın istihdamındaki sınırlı artışta, eğitim seviyelerine göre belirgin bir farklılaşma öne çıkıyor. En yüksek istihdam artışı yükseköğrenim gören kadınlarda; hemen ardından, ilköğretim ve daha düşük eğitime sahip kadınlar geliyor.11 Yani, AB’ye uygun vitrini oluşturan eğitimli kesimlerle sermayenin ucuz emek talebini karşılayan eğitimsiz kadınların istihdamının artışı söz konusu. Aynı ABD’deki gibi… ABD’de güç kazanan yeni-muhafazakârlık ilk elde kürtaj tartışmasını gündeme aldı. Geri alamadığı kürtaj hakkının acısını adeta Sosyal Yardım Reformu ile çıkardı. Yalnız yaşayan annelere verilen sosyal yardımlar kesilerek bu kadınlara aldıkları yardımlardan bile daha düşük ücretlerle istihdam zorunluluğu getirildi. Üstelik, çocukların bakımına ilişkin olarak ne patronlar ne de devlet tarafından herhangi bir sorumluluk üstlenildi. Bu da kadınları istihdama katma başarısı olarak iktidarın propagandasına alet edildi.12 İngiltere’de ise Muhafazakâr Aile Kampanyası, Aile Forumu, Aile Duyarlılığı, Aile ve Ulus Kampanyası gibi çok sayıda aile yanlısı örgüt kurulmuştu. Doğmamış Çocuğun Korunması Derneği (SPUC) ve LIFE gibi kürtaj karşıtı örgütler kürtaja izin veren yasal düzenlemelere birbiri ardına saldırılar düzenlediler. İngiltere’de geleneksel aile biçimi ile değerlerinin savunusunun siyasal temsilciliğini de Thatcher yönetimi üstlenmişti.13
Modern-muhafazakâr
çekirdek ailenin yükselişi
Kuşkusuz, (İslamî) yeni-muhafazakârlık da ideolojik hegemonyasını pekiştirmek ihtiyacında. ‘70’lerin edebiyat ve sinemasında, büyük fabrikalarda çalışan, sınıf mücadelesi içinde tanışıp, mahallenin “yobazlarına” direnen, aydınlık yüzlü, saçını hafifçe örten eşarplı işçi kadınlar ve onların kalın bıyıklı kocalarıyla şekillenen işçi ailelerinin gerçek hayattaki karşılığı hızla azalıyor. Başı türbanlı, evde parça başı iş yapan ya da mahallede sadece kadınların çalıştığı bir atölyede çalışarak kocasına katkıda bulunan (bkz. torba yasa 2012), vatana millete dini bütün çocuklar yetiştiren kadınlarla, cumaya giden, oruç tutan, güvenceli işi olmayan erkeklerden oluşan çekirdek aileler var artık yoksul mahallelerde. Bu muhafazakâr ailelerin çocuklarının sınıf atlama hayallerinde ise Akdeniz’in beş yıldızlı İslamî otellerinde tatil yapmak var. Aileler oğullarını, kızlarını okutabilirlerse, sınıf atlayacak çocuklarının kendilerini eski Türk filmlerindeki okumuş çocuklar gibi hor görmemesinin garantisini, kendi muhafazakâr inançları çerçevesinde de tüketim gücüne ulaşabilecekleri düşüncesinin huzurunda buluyor. Yani, düne oranla muhafazakâr toplumsal değerlere daha bağlı dindar nesiller yetiştirmeyi görev kabul eden modern muhafazakâr çekirdek ailelerin önü açılıyor.
Aile üzerinden ideolojik güçlenme, aileyi tüketim birimi olarak tanımlayan liberal ideolojinin yanılsamasına ihtiyaç duymadan mevcut üretim ilişkilerini ve yeniden üretim sürecini egemenler lehine koruyor, yeniden üretiyor. Ailenin yıkılmaması, sarsılmaması ise aile irşat büroları, boşanma ombudsmanları, aileyi koruma ve güçlendirme politikalarıyla sağlanmaya çalışılıyor. Yer yer kapitalizmden bağımsız olarak kendini koruma güdüsü geliştiren patriyarka bugün AKP eliyle hem kendi egemenliğini hem neoliberal sistemi ayakta tutmak için görev başında.
Kaynakça
1. Alfredo Saad Filho - Deborah Johnston, çeviren: Şeyda Başlı-Tuncel Öncel, Yordam Yayınları, İstanbul, 2008.
2. AKP Kadın Kolları Kadın İstihdamı Çalıştay Raporu, 2010.
3. İbid.
4. Erdoğan, T., http://www.haberler.com/erdogan-aile-varsa-devlet-var-4218034-haberi/, ind. tarih: 22 Mayıs 2013.
5. Dumeneil, G., Levy D., “Neo Liberal Karşı Devrim”, Neoliberalizm-Muhalif Bir Seçki, Der. Alfredo Saad Filho - Deborah Johnston, çeviren: Şeyda Başlı-Tuncel Öncel, Yordam Yayınları, İstanbul, 2008.
6. Delphy, C., “Baş Düşman”, çeviren: Handan Öz, Lale Aykent Tunçman, Saf, İstanbul, 1999.
7. Benston, M., “The Political Economy of Women’s Liberation”, Materialist Feminism, Ed. Rosemary Hennessy, Chrys Ingraham, Routledge, New York, 1969.
8. Hartman, Heidi, “Kapitalizm ve Patriyarka” Sosyalist Feminist Kollektif, “Kadın emeği konferansı” 12-13 Kasım 2011, İstanbul.
9. Walby, S, “Theorizing Patriarchy”, Basil Blackwell, Oxford, 1991.
10. Smith, S., “Kadınlar ve Sosyalizm”, çeviren: Etkin Bilen Eratalay, Yordam Yayınları, İstanbul, 2011.
11. Gürsel, S., (2013), “Kadın İstihdamında Patlama”, Radikal, 20 Mart 2013.
12. Abramovitz, M., “Still Under Attack. Women and Welfare Reform”, Socialist Feminist Project, Ed. Nancy Holmstrom, Monthly Review, New York, 2002. Cliff, T., “Kadınların Özgürlüğü ve Sınıf Mücadelesi”, çeviren: Şamil Beştoy, Ataol Yayınları, İstanbul, 1981.
13. Hogart, L., “Neoliberalizm, Yeni Sağ ve Cinsel Siyaset”, Neoliberalizm-Muhalif Bir Seçki, Der. Alfredo Saad Filho - Deborah Johnston, Çev. Şeyda Başlı -Tuncel Öncel, Yordam Yayınları, İstanbul, 20 08.
--------------------------------------------------------------------------
Hülya Osmanağaoğlu
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunu. Yüksek Lisansını aynı üniversitede Kadın Çalışmaları bölümünde yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Kalkınma İktisadı Bölümünde doktora öğrencisi. Feminist Politika dergisi yazarı ve Sosyalist Feminist Kolektif üyesi.