“Vilayetimizin Elmedin kazasına merbut, Raman aşiretinin rüesalarından, müteveffa İbrahim oğulları Mustafa ve Ömer ağaların, vilayeti celilimize, yaptıkları ve badema icra eyleyecekleri takdire şayan hizmetlerinden dolayı, mazide işledikleri efali gayri kanuniyeden ve ukubati gayri nizamiyenin, afvi şahaneye, badema icrai zunub eylemedikleri takdirde, mazhar olduklarını tasdik ve beyan eylerim.”
“Bu muavin kuvvetler ve İstiklâl madalyalarıyla taltif edilen bay Salih ve Abdi’nin komutaları altında bulunan çete efradı idi. Çete mensubininden olan bir kısım mücrim ve mahkûmlar hakkındaki adlî takibat bir kanunla durdurulmak suretiyle bunlar da mükâfatlandırılmışlardır.”
“Bu aşiretin önde gelenlerinden biri asker katiliydi. Ama o günün koşullarında aşiretleri karşımıza değil onları devletimizin yanına çekmek zorundaydık. Bazı yanlışlıkları görmezlikten geldik. Böyle bir mücadelede artıları, eksileri değerlendirmek gerek. Güneydoğu’da bunu yaptık.”
Sırasıyla, 1914-1915 yıllarında Raman aşireti mensuplarının Ermeni tehcirinde kullanılmasına dair Diyarbakır valisinin,1 1918’de Fransızlara karşı Viranşehir civarında savaşan Derikli Necimoğulları hakkındaki dönemin yerel yöneticilerinin2 ve 1985’te köy koruculuğunun ilk adımı olarak Korkut Eken’in Jirki aşireti mensupları ile ilgili beyanları,3 Osmanlı’nın son yıllarından günümüze, devletin Kürtlerle ilişkisinde “istikrarlı” bir şekilde devam eden resmî bakış açısı ve uygulamalarının açık göstergesidir. Osmanlı’nın son döneminde ve cumhuriyetin ilk yıllarındaki uygulamalarda, kimi Kürt aşiret mensupları Müslüman olmayan gruplara ve yabancılara karşı silahlandırılırken, köy koruculuğu sisteminde Doğu ve Güneydoğu illerinden çok sayıda eli silah tutan Kürt, yine Kürt gençlerinden oluşan ve 1984’te devlete karşı silahlı mücadeleye başlayan PKK’ya karşı silahlandırılmışlardır.
Osmanlı’nın Kürt aşiretleriyle ittifakları hem aşiretlerin birbirleriyle ilişkilerinin düzenlenmesine hem bu coğrafyada yerleşik olan Ermeni, Nasturi, Süryani gibi Müslüman olmayan halkların kontrol altında tutulmasına yönelikti. Bu nedenle, uzun süredir hem “devlet yanlısı” hem “devlet karşıtı” Kürt aşiretleri vardır. Ancak, aşiretlerin bu konumlarının çok istikrarlı olmadığını belirtmek gerekir. Bunun yanında, aşiretle olan ilişki ve ittifaklarda devletin de istikrarlı olmadığı gibi, pragmatik davrandığının çok sayıda örnekleri mevcuttur.
Devlet ve kimi Kürt aşiretleriyle ilk kapsamlı resmî ittifak 1891’de Hamidiye Alayları’nın4 kurulmasıyla olmuştur. Ermeni milliyetçi hareketini önlemek amacıyla kurulan Hamidiye Alayları Kürt aşiretleri arasındaki ayrışmanın kalıcı hale gelmesinin de önemli dönemeçlerindendir.
Hamidiye Alayları’ndan cumhuriyetin ilk yıllarına kadarki ittifakların çok uzun sürmediği, 1920-1938 döneminde yaşananlara bakılarak görülebilir. Cumhuriyetin kuruluşunda azımsanmayacak bir etkiye sahip olan Kürtlerin homojen bir ulus-devletin kurulması önünde en büyük “sorun”lardan biri olarak algılandıkları da bir gerçektir.
1970’lerin sonlarına doğru, Türkiye’deki sol harekete paralel olarak gelişen Kürt siyasal hareketliliğine karşın, 1930’lardan 1984’te PKK hareketinin ortaya çıkışına kadar kapsamlı bir Kürt silahlı hareketinden söz edilemez. Ancak, bu durum bölgede bu süre zarfında sorunlar olmadığı anlamına da gelmemekte, sosyo-ekonomik sorunlar devam etmektedir.
15 Ağustos 1984’te, PKK militanlarının Eruh ve Şemdinli’deki karakol baskınlarıyla günümüze kadar süren çatışmalı dönem başlamıştır. Asker ve sivil onbinlerce insanın hayatını yitirdiği, binlerce insanın faili meçhul cinayetlere kurban gittiği bu dönemde binlerce insan da köyünü terk etmek zorunda kalmıştır.
Bu dönemin önemli olgularından biri de, genellikle olumsuz etkileriyle haber konusu olup tartışılan ve bu araştırmanın temel konusunu teşkil eden Geçici Köy Koruculuğu sistemidir.
Köy koruculuğu, 50 binden fazla maaşlı ya da “geçici köy korucusu” ve 30 bine yakın ruhsatlı silah taşıyan maaşsız, gönüllü olmak üzere, yaklaşık 90 bin kişiyi bünyesinde barındıran bir silahlı güçtür. Söz konusu silahlı insanların hemen tümü Kürtlerden oluşmaktadır. Bunun bir istisnası, Afganistan üzerinden gelip herhangi bir geçim kaynakları olmadığı için Geçici Köy Koruculuğu statüsü altında maaş bağlanan Van-Erciş’e bağlı Ulupamirler köyü sakinleridir. Koruculuk yapanların aile fertleri de göz önünde bulundurulduğunda, en az 500 bine yakın bir nüfus söz konusudur. Koruculuk yapanların bilerek ya da bilmeyerek, gönüllü ya da işleri gereği neden oldukları olaylar nedeniyle çok sayıda insanın mağdur olduğu bir gerçektir. Ancak, korucuların kendileriyle birlikte aile bireyleri de sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal nedenlerden ötürü bu sistem nedeniyle mağduriyet yaşamış ve yaşamaya devam etmektedir. Mensubu oldukları toplumsal yapının parçalanmasının asal öğeleri ve sorumluları olarak görülmeleri nedeniyle dışlanmaları yanında, herhangi bir statüsü olmayan “belirsiz” bir sistemin parçası olmaları, bir başka önemli soruna işaret etmektedir. Dolayısıyla, koruculuk sisteminin, üzerinde ciddiyetle durulması gereken çetrefil, çok boyutlu ve tüm Türkiye’yi ilgilendiren bir toplumsal sorun olduğu kuşkusuzdur.
Köy koruculuğunun kuruluşu
Köy koruculuğu denince ilk akla gelen Hamidiye Alayları’dır. Oysa, kimi Kürt aşiretlerin ve grupların devletin ordusu yanında paramiliter güç olarak kullanılması Hamidiye Alayları’ndan önce de denendiği gibi, bu alayların son bulmasından 1985 Geçici Köy Koruculuğu sistemine kadarki dönemde de –özellikle 1920-1938 arası– Hamidiye Alayları ve Geçici Köy Koruculuğu kadar kapsamlı, düzenli ve “yarı-resmî” olmasa da farklı şekillerde sürmüştür.
Hamidiye Alayları esas olarak Ermenilere karşı kurulmuşken, cumhuriyetin ilk dönemlerindeki dar kapsamlı oluşumlar diğer Kürt aşiret ve ayaklanmalarına karşı; Geçici Köy Koruculuğu ise doğrudan PKK militanlarına karşı oluşturulmuştur. Gerek Hamidiye Alayları, gerek diğer ara oluşumlar ve gerek Geçici Köy Koruculuğu’nun asıl çekici yanı ekonomik boyutu olmuştur. Bunun yanında, devletin imkânlarından yararlanmak açısından ayrıcalıklı bir konum elde etmek de bu görevleri üstlenmenin diğer önemli nedenlerinden biridir.5 Zira, Türkiye’de Kürtlerin devletle ilişkileri vatandaş olarak doğrudan değil, daha çok çeşitli kurum ve kişilerin aracılığıyla olmuştur. Oysa, koruculuk sistemiyle eski aracı kurumlarla birlikte, çok sayıda insan bireysel olarak da devlet (asker) ile ilişki kurma fırsatı elde etmiştir.
Yürürlükteki Geçici Köy Koruculuğu’nun ilk adımı Jirkilerle Beytüşşebap’ta atılmıştır. 1985 Mayıs’ında bazı devlet yetkilileriyle Jirki aşireti reislerinin, Çeman-Beytüşşebap yolu üzerindeki Aşağıdere köyü muhtarının evinde yaptıkları toplantının ertesi günü, Jirki aşiretinin önde gelenleri Tahir Adıyaman, Hacı Öter, Abubekir Aydemir ve Kökel Özdemir askerî helikopterlerle Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı’na götürüldüler ve Kolordu Komutanı Kaya Yazgan’la görüştükten sonra koruculuğu kabul ettiler. Bunun üzerine, Korgeneral Yazgan aşiret mensuplarına devlete bağlı kalacaklarına dair Kuran’a el bastırıp yemin ettirdi.6
Koruculuk yasal olarak 1924’te çıkarılan 442 sayılı Köy Kanunu’na dayandırılmıştır. Geçici Köy Koruculuğu 26 Mart 1985’te, 442 sayılı Köy Kanunu’nun 74. maddesinde yapılan değişiklikle muhtarın teklifi, kaymakamın kabulüyle gönüllü ya da valiliğin teklifi ve içişleri bakanının onayıyla geçici olarak görev yapılan ve “Köy Koruculuğu” adıyla oluşturulan bir kurumdur. Sayıları dönem dönem 80 bini aşan geçici ve gönüllü köy korucuları idarî bakımdan muhtarın, meslekî bakımdan ise jandarma bölük komutanının emir ve komutası altındadır. 1 Temmuz 2000’de, köy korucularının işe alınması, görev alanlarının belirlenmesi, görevleri, sorumlulukları, eğitimleri ve işten çıkarılmaları ve diğer özlük hakları ile ilgili esas ve usûlleri düzenleyen bir Köy Koruculuğu Yönetmeliği yayınlanmıştır. Bunun ardından, koruculuğa dair son düzenleme 27 Mayıs 2007’de kabul edilen 5673 sayılı “Köy Kanununda Ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”la yapılmıştır. Korucuların maaşları, emeklilik koşulları ve yeni korucu alımlarına ilişkin son çalışmalar bu kanunla düzenlenmiştir. Bu düzenleme doğrultusunda 2011’de Diyarbakır, Mardin, Tunceli gibi illerde yeni korucular işe alınmıştır.
Yürürlükteki koruculuk sistemi, geçici köy koruculuğu ve gönüllü köy koruculuğu olmak üzere iki türdür. Geçici köy korucuları ruhsatlı silahla birlikte aylık ücret alıp bu ücret karşılığında nöbet ve operasyonlara katılırken, gönüllü köy korucuları ücret almayıp sadece ruhsatlı silah alabilmektedir; bunların nöbet ve operasyonlara katılma zorunlulukları bulunmamaktadır. Gönüllü korucular daha çok ağa ve varlıklı toprak sahiplerinden oluşmaktadır.
Bu sistemde hiyerarşik olarak korucubaşı, takım komutanı ve korucular bulunmaktadır. Korucubaşları genellikle muhtarlardan oluşmakla birlikte, köylerde bulunan korucu sayısına göre korucubaşı sayısı değişmektedir. Şırnak tarafındaki “timê xençerê” (hançer timi) gibi daha önemli operasyonlara katılan korucu grupları yanında, Van’daki beş binden fazla korucuyu bünyesinde barındıran “Şimşekler Taburu” gibi oluşumlara da rastlanmaktadır. Bu korucu taburunda, koruculardan oluşan tabur komutanı ile birlikte kendilerini bölük komutanı olarak tanıtan korucular bulunmaktadır.
Öte yandan, koruculuk erkekleri kapsayan bir sistem olsa da geçici köy korucuları derneklerinden alınan bilgiye göre, farklı bölgelerde toplam 35-40 kadın geçici köy korucusu bulunmaktadır. Kadın korucular kocaları korucu iken hayatını kaybettiğinde geçici köy korucusu olarak işe alınır, silah verilir. Ancak, görevlerini köydeki diğer korucular üstlenir ve nöbet, operasyon, vb. görevlere gitmezler. Sivil ve askerî yetkililerin bilgisi dahilinde, kocaları yerine maaş alsınlar diye bu uygulamaya başvurulur.
Koruculuğun toplumsal sonuçları
Kuşkusuz 26 yıldır süren bu “geçici” süreç, hem korucuların kendileri açısından hem korucu olmayan insanlar açısından sorunsuz değil. Korucular ve koruculukla ilgili halk arasında anlatılanlar dışında, basına yansıyan olaylara bakıldığında bu sürecin pek iç açıcı olmadığı açıkça görülebilir. TBMM Faili Meçhul Siyasî Cinayetler Araştırma Komisyonu raporuna7 göre, korucular PKK’ye yardım ve yataklık dahil, korucu kimliğiyle silah, uyuşturucu, vb. kaçakçılığına kadar pek çok olaya karışmışlardır. İşledikleri fiiller nedeniyle yargı tarafından aranan korucular, maaşlarını düzenli olarak aldıkları halde yakalanamamışlardır. Korucular yörede etkili olan aşiret sistemi nedeniyle aşiret ağalarının emriyle hareket eder olmuşlar; kendi yandaşları olmayan kişilere “PKK taraftarıdır” diyerek baskı uygulamışlardır. Söz konusu rapora göre, 1985’te başlatılan koruculuk uygulamasında, 1997’ye dek, 23 bin 817 geçici köy korucusu görevinden uzaklaştırılmıştır. Bu korucuların 20 bin 319’unun görevi ihmal suçu işlediği açıklanmıştır. İçişleri Bakanlığı’nın açıkladığı rakamlara göre, koruculuk uygulamasının başlatıldığı 1985’ten 2006’ya kadar geçen 21 yılda, 2 bin 402 korucu terör suçlarına karışmış, 936 korucu hakkında mala karşı işlenen suçlardan, 1234 korucu hakkında şahsa karşı işlenen suçlardan, 428 korucu hakkında da kaçakçılık suçundan işlem yapılmıştır.8
Söz konusu haberlerden yola çıkarak, gönüllülerle birlikte sayıları 80 bini aşan tüm korucuları suçlamak doğru olmamakla birlikte, gerek yukarıdaki resmî bilgiler, gerekse sivil toplum örgütlerinin raporlarındaki iddialar bu sistemin önemli toplumsal sorunlara neden olduğunu göstermektedir.
Ayrıca, Türkiye İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) yapılan başvurulara dayanarak hazırladığı rapor, söz konusu olayların yaygınlığını göstermek açısından önemli bir kaynaktır. İHD 1990-2009 dönemini kapsayan rapora dair “Bu rapordaki bilgiler, İHD’ye yapılan başvurulardan ve basına yansıyan olaylardan derlenmiştir. Rapora aktarılan vakalar, köy korucuları tarafından gerçekleştirilen ihlâllerin çok küçük bir kısmını oluşturmaktadır. Verilerin yetersizliği ve olayların yaşandığı dönemin ağır koşulları nedeniyle birçok vaka raporlaştırılamamış veya kamuoyuna yansıtılamamıştır” açıklamasını yapmıştı.9 Bunların yanı sıra, Dağın Ardındaki Gerçekler10 adıyla yayınlanan ve bizzat bir korucu tarafından yazılan kitaptaki bilgilerin kısmen doğru olması bile durumun ne kadar vahim bir hal aldığını göstermektedir.
Göçe sebep, köye dönüşe engel
Koruculuk sisteminin görünür amaçlarından biri olan, bölgeyi iyi bilen kişiler aracılığıyla PKK hareketinin etkisiz kılınması konusunda, kayda değer bir sonuç alınmadığı gibi, bu sistemin ciddi kayıplara ve mağduriyetlere neden olduğu yadsınamaz. Koruculuk, korucuların kendileri ve yakınları üzerinde de ağır sosyal, ekonomik ve psikolojik tahribat ve travmalara yol açmıştır.
Sonuç olarak, koruculuk sistemi “geçici” bir statüyle kurulmasına karşın, yaklaşık 26 yıldır varlığını sürdürmektedir. Ancak, bu “geçici” durum hâlâ müphemliğini korumaktadır. Ortalama 50 bin silahlı insan bu koşullarda hayatlarını sürdürmekle birlikte, gelecekleri hakkında kesin bir bilgiye sahip değildir. Bunun yanı sıra, 1990 sonrası bölgedeki köylerden Türkiye’nin pek çok kentine ciddi bir göçün olduğu bilinmektedir. Bu göçte korucuların önemli rol oynadığı konusunda çokca bilgi ve haber bulunmaktadır. Aynı zamanda, 1994’ten beri gündemde olan, ama henüz yeterince başarılı olduğu söylenemeyen “Köye Geri Dönüş”ün önündeki engellerden biri de koruculuk sistemidir. Koruculuğun neden olduğu ayrışmalar, her iki taraftan çok sayıda insanın hayatını kaybetmesi, korucuların boşalan kimi yerlere yerleşmeleri köye geri dönüşü zorlaştırmaktadır.
Kürt sorununun Türkiye’nin en yakıcı sorunu olduğu genel kabul görmektedir. Bu sorun bütün ülkeyi her geçen gün daha da kavurmaktadır. Başarılı olup olmadığı bir yana, çözüm konusunda çaba gösterilmediği söylenemez. Ancak, bu sorunun başat öğelerinden biri olan koruculuk sistemi eski cazibesini yitirmekle birlikte devam etmektedir ve eskiye oranla daha az sayıda olsa da hâlâ yeni korucular alınmaktadır. Bu sistemin lağvedilmesi ya da bir şekilde dönüştürülmesi gerektiği yaygın bir kanı olarak paylaşılırken, bu on binlerce silahlı insanın ne şekilde ve hangi statüyle istihdam edileceği konusu da önemli bir sorun olarak durmaktadır. Bu sorun sadece Kürtlerin değil, Türkiye’de yaşayan herkesin sorunudur.
Dipnotlar
1. Demirer, Hüseyin (2008): Ha Wer Delal, İstanbul: Avesta Yayınevi.
2. Toksoy, Ali Enver (1939): Milli Mücadelede Mardin, CHP Mardin Halkevi Neşriyatından No. 6. İstanbul: Resimli Ay Matbaası.
3. Korkut Eken, Star Gazetesi, 26.10.2002.
4. Aytar, Osman (1991): Hamidiye Alaylarından Köy Koruculuğuna, İstanbul: Medya Güneşi Yayınları.
5. Dorronsoro, Gilles (2006): “ Les politiques ottomane et républicaine au Kurdistan à partir de la comparaison des milices Hamidiye et korucu : modèles institutionnels, retribalisation et dynamique des conflits”, European Journal of Turkish Studies.
6. Tapan, Berivan (2007): Terörün Bekçileri, Hamidiye Alaylarından Günümüze Koruculuk. İstanbul: Güncel Yayıncılık.
7. Erdoğ, Fedai (2005): TBMM Faili Meçhul Siyasi Cinayetler Araştırma Komisyonu Raporu, Ankara: Gizlisaklı Kitap.
8. “21 Yılda 5 Bin Köy Korucusu Suça Karışmış”, Radikal gazetesi, 27 Temmuz 2006.
9. Ocak 1990-Mart 2009 Köy Korucuları Tarafından Gerçekleştirilen İnsan Hakları İhlallerine İlişkin Özel Rapor, İHD, Mayıs 2009.
10. Akdağ, Bedran (2012): Dağın Ardındaki Gerçekler: PKK, Korucular, JİTEM, İtirafçılar ve “Diğerleri”, İstanbul: Ozan Yayıncılık.
Abdurrahim Özmen
Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin Halkbilim Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Etnoloji anabilim dalında yaptı. 2007’den bu yana Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde yardımcı doçent olarak çalışmaktadır.