Tarımsal yapı dar anlamda tarımsal işletme yapıları, yetiştirilen ürünler, işletme tipi gibi tarım işletmelerinin özelliklerine göre, daha geniş olarak da teknoloji, girdi özellikleri, toprak özellikleri, istihdam, üretici örgütlenmeleri, tarım ürünleri pazarlarının yapısı, tarıma dayalı sanayi, tarımın finansmanı gibi değişkenleri kapsar. Tarımsal yapı başta toprak olmak üzere sahip olunan tarımsal varlıklarla belirlenir. Türkiye’de tarım toprakları mülkiyet yapısı Osmanlı İmparatorluğu’ndan devralınan, 1926’da toprak üzerindeki özel mülkiyetin yasal çerçeveye kavuşmasıyla devam eden, sonrasında da izlenen politikalarla ağırlıkla küçük ölçekte arazi üzerinde faaliyet gösteren köylü tipi üretim yanında az sayıda büyük ölçekli mülkiyetten oluşan bir yapıdır. Geniş ölçekli arazi sahipliği Osmanlı dönemindeki bazı çiftlikler ve ağalık düzeninde oluşmuş; zamanla bir yandan sınırlı etkisi olan toprak reformu, göçler, topraksızlaşma ve toprakların miras yoluyla yeniden bölünmesi yoluyla günümüzde ağırlıklı olarak küçük ölçekli üretime dayanan bir toprak mülkiyeti yapısına gelmiştir.
Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda GSYİH’nın büyük bölümünü tarım üretimi oluşturduğundan ilk hükümetler tarımda üretim ve verimliliğin artırılmasına, ulusal pazarın oluşturulup ticaret ve üretimin geliştirilmesine yönelik politikalar izledi. İlk aşamada tarımda küçük üreticiliği geliştirmek hedeflendi. Kamu arazileri ve ağaların topraklarının halka dağıtımı, mübadeleyle gelen nüfusa toprak verilmesi gibi uygulamalar gerçekleştirildi. Tarımdan temel beklenti gıda ihtiyacını karşılamak, sanayiye hammadde sağlamak ve ihracat geliri elde etmekti. 1920’lerde ve sonrasında, üretimde modern yöntemler yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Devlet tarıma destek sağlayan ve tarım ürünlerini alıp satan, işleyen kurumlar kurdu, ihraç ürünlerine (tütün, pamuk, fındık, incir) Ziraat Bankası aracılığıyla kredi teşviki sağladı. Rize’de çay yetiştirilmesi, at ve sığırda daha dayanıklı ve verimli ırk hayvan geliştirilmesi ve Osmanlı döneminden kalma aşar vergisinin 1925’te kaldırılması cumhuriyetin ilk yıllarındaki önemli uygulamalardır. 1930’larda devlet öncülüğünde tarımın geliştirilmesi çabaları devam eder. Pazarlarda tek bir ölçü birimi ve para kullanılmaya başlanır, 1924’te kurulmaya başlanan ticaret borsaları yaygınlaştırılır, fiyat hareketlerinden çiftçinin olumsuz etkilenmesini önlemek için Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) kurularak destekleme alımları yapılır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, genel olarak iktisat ve tarım politikaları IMF, Dünya Bankası yaklaşımlarından etkilenir. Savaş sonrasında, James Baker başkanlığında hazırlanan kalkınma raporuna göre, ekonomi politikasında öncelik tarıma verilir. Marshall Planı desteğiyle 1950’li yıllarda traktör sayısı 12 kat artar ve yeni topraklar tarıma açılır. 1950-1953 döneminde ekim alanı 14.5 milyon hektardan 18.8 milyon hektara çıkar ve 1960’larda tarıma açılabilecek toprakların sınırına gelinir. “Yeşil devrim” ile gübre ve yüksek verimli tohumlar, ilaç kullanımı gelişmeye başlar, sulama önem kazanır ve yoğun tarım teknolojisine geçilmeye başlanır. 1960’larda tarım dış rekabetten de korunur ve tarımsal girdiler devletçe desteklenir. 1970’lerde de uygulanan Kalkınma Planları’nda devletin kırsal altyapıyı geliştirmesi hedeflenir.
1980’li yıllarda neoliberal politikalar benimsenir; korumacılık ve piyasanın düzenlenmesi yaklaşımından vazgeçilir, gübre ve ilaç dışındaki sübvansiyonlar kaldırılır, tarıma destek veren bazı kamu kurumları özelleştirilir. İklim koşulları da olumsuz gelişince 1980’ler tarımın gerileme yılları olur. Sonuçta, tarım ticaret hadleri 1976-79 yıllarında 100 iken 1988’de yüzde 53’e düşer. 1987’de AB’ye tam üyelik için başvurulmasıyla AB Tarım Politikaları tarıma yönelik politikaların oluşturulmasında etkili olmaya başlar. 1994’te, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Tarım Anlaşması imzalanır. 1995’te yürürlüğe giren anlaşmayla Türkiye on yıl içinde her tarım ürününde yüzde 10, tarım ürünlerinin tümündeyse ortalama yüzde 24 oranında gümrük tarifelerini indirme taahhüdünde bulunur. 1999’dan itibaren yaşanan ekonomik krizlerin ardından IMF ve Dünya Bankası’yla yapılan anlaşmalar ve istikrar programları tarım politikalarının oluşturulmasında daha belirleyici konuma gelir. Diğer yandan, AB Ortak Tarım Politikası (OTP) reform süreciyle birlikte, tarımsal ürün bazında destekleme politikalarından, kırsal kalkınma, gıda güvenliği, hayvan sağlığı ve refahı gibi kriterlerin ön plana çıktığı destekleme politikalarına doğru bir gelişim öngörülür. 1999’da IMF’ye verilen Niyet Mektubu’nda, araziye dayalı doğrudan gelir desteği (DGD) sistemine geçilmesi, hububat, tütün ve şekerpancarında zaman içinde destekleme alımlarının kaldırılması, Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri’nin (TSKB) özerk yapıya kavuşturulması doğrultusunda yasa çıkartılması, kredi sübvansiyonunun aşamalı olarak kaldırılması gibi taahhütlerde bulunulur.
Bu gelişmeler Türkiye’ye özgü olmayıp, geride kalan 30-40 yıl içinde dünyada tarımı etkileyen en önemli olgu olan tarım ürünleri dış ticaretinin ve tarım ürünleri pazarlarının serbestleştirilmesi yaklaşımıyla paralellik gösterir. Bu süreçte tarım alanında da küreselleşme eğilimleri güçlenir; DTÖ içindeki tarım tartışmaları, tarım ürünlerinin vadeli ticareti ve spekülasyonu, birkaç büyük şirketin tarım pazarlardaki gücünün artışı, uluslararası perakende zincirlerinin Güney ülkeleri pazarlarında artan payı, fikrî mülkiyet hakları, biyoteknoloji uygulamaları, biyo-korsanlık, gıdalara bağlı sağlık sorunlarının artması, açlık ve yetersiz beslenme sorunları, tarım ürünlerinden biyo-yakıt üretilmesi, tarım ve gıda ürünlerinin ülkeler arasında artan taşımacılığı öne çıkan global gelişmelerdir.
Kırsal yapıdaki değişiklikler
1980 sonrasında tarımda izlenen neoliberal politikalarda olduğu gibi, kırdaki gelişmeler de önemli ölçüde dünyanın başka yerlerindeki gelişmelerle paralellik göstermektedir. Köylülük ve kır yerleşimlerinin geleceğine dair ileri sürülen görüşlerden öne çıkanları şöyle sıralayabiliriz: “Köylülük sona ermektedir”, dayanışma ve piyasanın yıkıcı etkilerine karşı direnç temelinde “yeni bir köylülük” gelişmektedir ve kentlerden kırlara göç ve kır-kent etkileşiminin artması ve ayrımının belirsizleşmesi temelinde “karşı kentleşme” ortaya çıkmaktadır. Böylelikle kır ve şehir mekânı arasındaki ayrım belirsiz hale gelmekte ve mekâna daha geniş perspektiften, kır şehir ayrımının ötesine geçerek yaklaşmayı gerektirmektedir.
Türkiye’de güncel kırsal kalkınma politikaları 2001-2023 dönemini kapsayan Uzun Vadeli Gelişme Stratejisi çerçevesinde oluşturulur. Bu stratejide bölgeler ve kır-kent arasındaki gelişmişlik farklarının azaltılması, göçün istikrara kavuşturulması amaçlanır. Ayrıca, tarımın yeniden yapılandırılmasına bağlı sosyo-ekonomik ve çevresel olumsuzlukların azaltılması, çevrenin ve doğal kaynakların korunması, geliştirilmesi ve sürdürülebilir kullanımı ve AB ile ekonomik ve sosyal yakınlaşmanın ve müktesebat uyumunun sağlanması hedeflerine ulaşmada katkı beklenmektedir. Maalesef, kâğıt üzerinde göze hoş görünen bu politikalar ile gerçekler oldukça farklıdır.
Tarımsal yapının değişimi
Tarımsal yapıdaki değişim en başta metalaşma ve finansallaşma olarak kendini gösteren kapitalist ilişkilerin bu alana nüfuz etmesiyle ortaya çıkmaktadır. Metalaşma tarım girdileri ve ürünleri başta olmak üzere çiftçi hanenin yaşam araçlarını da içerecek şekilde ürünlerin pazardan temini ve pazar için üretimi şeklinde gerçekleşmektedir. Bunun yanında, dayanıklı mallar, otomobil gibi araçların da kır hanelerinde bulunurluğu oldukça yüksektir ve bunlar da pazardan temin edilmektedir. Tarım girdilerinden kimyasal gübre, ilaç ve yakıt tümüyle pazardan temin edilmektedir ve bunların kullanımı da oldukça yaygındır. Hane bireylerinin emek gücü de bu metalaşma sürecinin bir parçasını oluşturmaktadır ve hanelerin yüzde 38’inde tarım dışı bir işte ücretli çalışan bir kişi bulunmaktadır.
Geleneksel ev yapımı / üretimi ürünlerin evde yapılma ve satın alınma oranları (%) TABLO1
Kaynak: Öztürk, 2012
Finansallaşma ise tarımsal varlıklar dahil her türlü varlığın tarımda veya tarım dışında borç sermayesine ya da tarım dışı alanlara yatırılabilmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Neoliberal politikaların izlendiği son 30 yılda bu eğilim daha şiddetlidir. Kuşkusuz neo-liberal politikalar uygulanmasa da kapitalizmin tarıma ve kırlara yayılması yine de gerçekleşecekti, ancak şiddeti farklı olabilirdi. Tarım üretimindeki finansallaşmanın boyutları kır hanelerinin yatırımlarını, birikimlerini değerlendirme alanları ve borç alma kaynaklarını gösteren tablolardan izlenebilir. Bu veriler çiftçinin yaklaşık yüzde 38’inin kredi ve borçla tarımı sürdürdüğünü göstermektedir ve daha çok da bankalardan borç alınmaktadır.
Tarım faaliyetleri için kredi ya da borç kullanımı (%) TABLO2
Kaynak: Öztürk, 2012
Tasarrufların geçmişte kullanıldığı alanlarla gelecekte kullanılması düşünülen alanların karşılaştırılması çiftçinin ekonomik gelişmelere, alternatif yatırım fırsatlarına duyarlılığının yüksek olduğunu gösteriyor.
Tasarrufların kullanım biçimi (%) TABLO3
Kaynak: Öztürk, 2012
Kapitalizmin gelişmesiyle ekonomide hizmetler ve sanayi üretimi karşısında tarım üretiminin payının gerilemesi beklenen bir durumdur. Türkiye’de 1923’te GSYİH içinde tarımın payı yüzde 43.1 iken 2010’da yüzde 9.2’ye gerilemiştir ve bu pay azalmaya devam etmektedir. Tarım üretimi artmakla birlikte tarımın toplam üretimdeki payının azalması, tarımdaki gelişmenin ekonomi genelindeki gelişmeden daha yavaş gerçekleşmesinin sonucudur. 1968-2010 dönemi dikkate alındığında tarımdaki büyüme hızı ekonomideki büyümenin yüzde 30’u civarında gerçekleşmiştir. Yine 1923’lerde yüzde 90 olan tarım istihdamının payı da 2010’da yüzde 35 civarındadır. Tarım halen ekonomideki büyüklüğünün üç katından fazla istihdam sağlamaktadır. .
GSYİH ve GSYİH Büyüme hızı TABLO4
Kaynak: TÜİK, GSYİH istatistiklerinden hesaplanmıştır.
Türkiye’de tarım işletmesi sayısı 1963’den 2001’e önemli değişiklik göstermez. Ancak, küçük ölçekli işletmelerin sayısı ve işlediği toprak miktarı azalırken büyük ölçekli işletmelerin sayısı ve işlediği toprak miktarı artmaktadır. Orta ölçekli işletmelerin sayısı görece istikrarlıdır. Türkiye genelinde tarım işletmesi başına toprak büyüklüğü 93 dekardır. Tarım işletmelerinin yüzde 57.5’i 50 dekar ve altı, yüzde 78.9’u 100 dekar ve altı ortalama toprak büyüklüğüne sahip, dolayısıyla küçük ölçeklidir. Esas değişim küçük ölçekli işletmelerin işledikleri toprak miktarının azalması şeklinde ortaya çıkmaktadır; toprak kutuplaşması (polarizasyonu) eğilimi Türkiye tarımında şiddetli olmasa da gözlenmektedir. Ancak, büyük ölçekli işletmelerin miras yoluyla bölünmesi işletme sayısının artmasına yol açarken küçük ölçekli kimi işletmelerin topraksızlaşma oranının düşüklüğü nedeniyle toplam işletme sayısında önemli değişim olmamaktadır. Diğer yandan, kirayla işlenen arazi payı yüzde 28.6 oranındadır ve bu yolla işlenen arazi miktarı artmaktadır. Dolayısıyla, tarım işletmelerinin toprak büyüklüğü ölçüsüyle büyümesi daha çok toprak kiralanması yoluyla olmaktadır. Hükümetin izlediği politikalar da büyük ölçekli çiftçiliği teşvik ve zorlamayı amaçlamaktadır. TMO (Toprak Mahsulleri Ofisi) tarafından uygulanacak asgarî alım miktarı (peyderpey belli bir miktarın üzerindeki ürünleri satın alacak) ve toprakların bölünebilirliğine ilişkin alt limitler büyük ölçekli işletme oluşumunu zorlayıcı tedbirlerdir. Yakın gelecekte pek çok küçük toprak sahibi tarımcı bu uygulamalardan etkilenecektir.
Tarım işletmeleri büyüklükleri ve arazi payları 1963-2006 (%), Kirayla işlenen arazi payı (%) TABLO5
Kaynak: GTS sonuçları 1963 ve 2001
Tarımda verim düşüklüğüne ve neo-liberal politikalara bir gerekçe olarak öne sürülen ölçek küçüklüğü aslında tartışmalı bir durumdur. Zira, bitkisel üretim içinde tahılların payı toplam yüzde 36 civarındadır ve giderek azalmaktadır. Yüzde 64’lük bitkisel üretim ise meyve ve sebze üretiminden gelmektedir. Meyve ve sebze üretimi söz konusu olduğunda, optimum ölçek doğal olarak daha küçük arazilerden oluşabilir. Ayrıca, ölçek, sadece toprak büyüklüğüyle değil, aynı zamanda yürütülen hayvancılık faaliyeti ve tahıl dışı ürünlerin payı ve bunların birlikte yapılmasının getirdiği sinerji dikkate alınarak düşünüldüğünde, ölçek ve verimlilik ilişkisi, her durumda küçük ölçekte verim düşük olur şeklinde iddia edilemez. Kuşkusuz, toprakların çok parçalı olması ve küçük ölçekli olmanın dezavantajları da vardır, ancak bu sadece toprak büyüklüğüne bakılarak iddia edilemez. Yine de, hem akademik çalışmalarda hem de siyasî söylemlerde küçük ölçekten sanki bir hastalıkmış gibi bahsedilmeye devam edilmektedir.
Kaynak:TÜİK
Türkiye’de çiftçilerin çoğunluğu bitkisel üretim ve hayvancılığı birlikte yapar (yüzde 72.1), yalnız bitkisel üretim yapanlar yüzde 24.4 ve yalnız hayvancılık yapanlar yüzde 3.4’tür. Bu çok fonksiyonlu tarım uygulamasında önemli bir değişim gözlenmezken, üretilen ürünlerin bileşiminde ve ekili alanların dağılımında son yıllarda önemli bir değişim vardır: Toplam pazarlanabilir canlı hayvan ve hayvansal ürün değeri bitkisel ürünleri geçmiştir. Ayrıca, bitkisel üretimde sebze ve meyvenin payı artmakta, tahılların payı azalmaktadır. Üretimi artan ürünler göreli katma değeri yüksek ve sulanabilir alanlarda yapıldığı için doğal şartlara bağımlılığı daha az olan ürünlerdir. Söz konusu ürünlerde öngörülebilirlik, riskin hesap edilebilir olması (fiyat hariç), çiftçinin bu ürünlere yönelmesindeki diğer etkenlerdir. Üretimi artan bir diğer ürün de yem bitkileridir. Yem bitkileri üretimindeki artış hayvancılığın gelişimine ve hayvanların daha çok kapalı, yarı-açık alanlarda yetiştirilmesine bağlı olarak artan talepten kaynaklanmaktadır. Gerek var olan çiftçiler, gerekse tarım dışından gelen yatırımcılar da daha çok bu alanları tercih etmektedir. Tarım ürünleri işleyen sanayi kuruluşları ve market zincirlerinin düzenli ve standart ürün talebine bağlı olarak sözleşmeli çiftçilik de yaygınlaşmaktadır. Sözleşmeli sistem geleneksel bağımsız çiftçiyi adeta bu şirketlerin işçileri haline getirmektedir.
Türkiye tarımını etkileyen önemli faktörlerden biri de su imkânlarıdır. Türkiye su bakımından fakir sayılabilecek bir ülkedir. 2009’da işlenen 21.4 milyon hektar tarım arazisinin 8.5 milyon hektarı sulanabilir arazidir. Bu alanların 5.4 milyon hektarında (yüzde 63) sulama yapılabilir durumdadır. Sulama imkânları zaman içinde arttıkça sebze-meyve ve endüstriyel ürünler üretimi de artmaktadır.
Sebze, meyve ve hayvan üretimindeki artış kimi durumda genetiğiyle oynanmış tohumlar, kimyasallar ve gübre kullanımı ve hayvan üretiminde de yüksek et ve süt verimi sağlayan ırklardan hayvanların sayısının artışıyla mümkün olabilmektedir. Hayvan sayısı ve ekili alan azalışına rağmen yüksek verim elde edilerek toplam üretim artışı sağlanmış olması olumlu bir sonuç olarak görülebilir. Ancak, tarımsal girdi pazarlarındaki gelişmeler ve tarımın kendi içindeki dengeleri dikkate alındığında, aynı sonuca varmak mümkün değildir. Tarım pazarlarında uluslararası tekellerin hakim olması, sürdürülebilirlik ve sağlıklı gıda gibi başka sorunlara yol açmaktadır. Türkiye’nin 2012-2013 döneminde ilk defa saman ithal etmesi tarımın iç dengesindeki bozulmaya çok çarpıcı bir örnektir. Bunun nedenlerinden biri 2012 yazının kurak geçmesi ve tahıl hasadının düşmesi olmakla birlikte, geçmişte de kuraklıklar olduğu dikkate alınırsa, saman ithalinde esas sebebin artan yem talebi olduğu ve geleneksel bir besin olan samanın mevcut hayvan beslenmesini karşılamakta yetersiz kaldığı ortaya çıkar.
Girdi, ürün ve kredi pazarları
Son 30 yılda izlenen neoliberal politikalar tarım pazarlarında da köklü değişimlerle sonuçlanmıştır. Tohumculuk 1980’li yıllarda özel sektör ağırlıklı bir yapıya dönüşürken tohumlukları 400 kadar şirket üretmektedir. Bazı tohumlarda dünyada da tekel konumundaki firmalar pazarda hakim durumdadır. Bu yapılanmayla birlikte tarım girdilerinin fiyatları tarım ürünlerinin fiyatlarından daha hızlı artmış ve fiyat makası yoluyla tarım dışına sürekli bir kaynak aktarımı yerleşik hale gelmiştir.
Her ne kadar Türkiye’de hektar başına gübre kullanımı 100 kilogramla batılı ülkelerin gerisindeyse de yaygındır. İlaç kullanımındaki düzey de gübre gibidir. İlaç üretiminde kullanılan etken maddelerin yüzde 80’i ithal edilmektedir. Gübre, ilaç ve tohum gibi girdilerin kullanım miktarı çiftçinin sermaye imkânlarına ve maliyetine bağlı olmakla birlikte belirli ürünlerde ve belirli seviyede verim almak istendiğinde gerekli miktarda kullanımı zorunludur. Tarımın girdilerinden biri de tarım alet ve makineleridir. Son on yılda en önemli tarım aracı olan traktör sayısındaki artış 2001 yılındaki traktör stokunun yüzde 40’ı civarındadır, tarım alet ve makinelerindeki artış da buna eşlik etmektedir. Traktörü olan işletme oranı yüzde 50 civarında ve arazi uygunsa traktörle işlenen alan kiralamayla birlikte yüzde 100’e yakındır. Makineleşmeye bağlı olarak tarımda çalışma süresi kısalmış, tam zamanlı ya da yarı zamanlı tarım dışı işlere yönelim artmıştır. Ulaşımın ve iletişim imkânlarının artması da eklenince köy dışında yaşayanların tarım üretimi yapması yaygınlaşmıştır.
Hayvancılıkta da temel girdilerden biri olan damızlık hayvan ve tohumlama yoluyla hayvan gebeliğinde kullanılan spermler de ithal edilmektedir. Hayvan bakımında ve tedavisinde kullanılan ilaçlar ve belki de en önemlisi yem imalatında kullanılan kimi hammaddeler de ithal edilmektedir. Dolayısıyla, hayvancılıkta girdileri üreten sektörlere önemli bir kaynak transferi söz konusudur.
Neoliberal politikaların diğer bir uygulaması da devletin tarıma kredi desteklerindeki azalma olmuştur. Ziraat Bankası, Tarım ve Kredi Kooperatifleri (TKK), Tarım Satış Kooperatifleri ve özel ve kamu sermayeli birçok banka tarafından verilen kredilerin faiz oranları, kooperatiflerin verdiği krediler ve devam eden devlet destekli krediler hariç piyasa faiz oranlarından verilmektedir. Aynı çerçevede, tarımsal desteklemede 2001’den sonra toprak mülkiyetine dayalı doğrudan gelir desteği (DGD) sistemine geçilmiştir. DGD uygulamasından kısmen geri dönülmekle birlikte, mazot ve gübre desteği devam etmektedir.
Neoliberal politikaların benimsenmesi AB, Dünya Bankası ve IMF yaklaşımlarıyla uyumludur. Türkiye’de 1980 sonrasında özellikle de 2004’te ARIP’le (Tarım Reformu Uygulama Projesi) izlenen politikalar tarımın verimlilik, rekabet edebilirlik hedeflerine ulaşması için uygun politikalardır. Ancak, bu politikaların izlendiği dönemde tarım ürünleri fiyatlarındaki belirsizlik artmış, çiftçi gelirleri düşmüş ve önemli sayıda çiftçi tarımdan geçinemeyip göç etmiş, tarım faaliyetine ek olarak gelir getirecek arayışlara girmiş, pek çok küçük çiftçi toprağını işletemeyip kiraya vermiş, kimi yerde de topraklar boş kalmıştır.
Tarım ürünleri dış ticaretinde Türkiye meyve-sebzede net ihracatçı, yağlı tohumlarda ise net ithalatçıdır. Gıda maddelerinde ihracat ithalattan fazlayken, hammadde dış ticaretinde ithalat daha yüksektir. Diğer yandan, ekolojik ürünlerin üretimi hızla artmaktadır ve bu ürünler neredeyse tümüyle ihraç edilmektedir. Ekolojik ürünler yüksek fiyatları nedeniyle iç talebi sınırlı ürünlerdir. Tarım ürünleri satın alan, işleyen ve pazarlayan kamu kurumlarının aradan çekilmesiyle çiftçi pazarda tüccar, sanayici ve market zincirleriyle karşı karşıya kalmıştır. Arz yanında çok sayıda satıcı ve talep yanında çok daha az sayıda alıcının olduğu bu pazar yapısında fiyatlar çiftçi aleyhine oluşmaktadır. O nedenle, çiftçi eğer mümkünse ilk önce ürününü kendi satmayı tercih etmektedir. Üretici ile tüketicinin doğrudan karşılaştığı yerel pazarlar, semt pazarları ve yeni gelişen alternatif gıda ağları kısmen bu imkânı sunabilmektedir.
Neoliberal politikalardan çiftçi örgütlenmeleri de nasibini almıştır. Tarım ürünleri pazarlaması ve tarımın finansmanında önemli roller üstlenen Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri (TSKB) geçmiş yıllarda siyasî tercihlerin ağır bastığı koşullarda, verimlilik hedeflenmeden çalışmış, kendi kaynaklarını kendileri yaratamamış ve buna bağlı olarak kamu bütçesinden finanse edilmeleri gerekmiştir. Tarım alanında liberal politikalara dönülmesiyle Dünya Bankası ile imzalanan ARIP’le Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri’nin yeniden yapılandırılıp piyasa şartlarında özerk olarak çalışmaları hedeflenmiştir. Yeniden yapılandırmayla TSKB’ler büyük ölçüde özerkleştirilmiş, dış finansmana bağımlı hale gelmiş ve borç yükümlülüklerini yerine getirmekte zorlanır olmuşlardır.
Kır yerleşimleri ve nüfusun değişimi
Türkiye’de kır nüfusunun payı sürekli azalırken sayısal olarak artmaktaydı, ancak 1980, özellikle 2000 yılı sonrasında kır nüfusu sayısal olarak da azalmaya başladı. Ayrıca, kır nüfusu hem gençlerin kırdan göçmesi hem de şehirdeki emeklilerin mevsimsel ya da sürekli olarak kırlara göç etmesi ile yaşlanmaktadır. Bu yaşlı nüfus içinde emekli nüfusun payı da artarken, bunların önemli bir kısmı tarım yapmaktadır. Hem genç nüfusun göç etmesi hem de bir kısım köylerin şehirlere katılmasıyla bir yanda köysüzleşme, kırların insansızlaşması yaşanırken bir yandan da 2000-2008 döneminde köylerin yaklaşık yüzde 10’unda ketlerden fazla nüfus artışı gözlenmektedir. Bu köyler pek çok bakımdan eski köyler değildir. Yeni köylerde tarım ve tarım gelirleri ikincildir, kimi köyler sadece yaşam alanı halini almıştır. Köy ile kent arasındaki hareketlilik yüksek ve çeşitlidir.
Mevcut trendin devamı halinde, bir yandan ıssızlaşan köyleri bir yandan yeni tip köylerin artmasını beklemek gerekir. Kırlarda genç nüfusun azalışı ve göç kır yerleşim yerlerinin yapısını da değiştirmektedir. Hızlı nüfus kaybıyla kimi köyler zorla boşaltılmasa da ıssız hale gelmiştir, köylerin yüzde 38’inde 200’den az, yüzde 64’ünde 400’den az kişi yaşamaktadır, 31 bin köyde yeterli öğrenci olmadığı için okul yoktur. Köy nüfusunun sınıf/grup yapısı tarım dışı gelir ve faaliyet ve emeklilik gelirleriyle farklılaşmaktadır. Üretim sürecindeki işlevleri, gelir ve artık elde etme, aktarma bakımından yaygın olarak ikili karakteri ağır basan bir kitle vardır ve bu gruplar kendi içinde ciddi değişim yaşamaktadır.
Köy büyüklüklerine göre 1980-2008 köy sayıları (%) TABLO6
Kaynak: 1980, 1990, 2000 Genel Nüfus Sayımı, 2008 ADNKS.
Yüksek işsizlik, göreli düşük ve dalgalı tarım geliri kır insanlarını düzenli, göreli yüksek gelir ve güvenceli hayat şartları arayışına itmiştir. Çiftçilerin yaşamlarını ve tarımı sürdürebilmek için tarım dışı meslek ve işlerdeki istihdamı artmıştır. Son yirmi yılda, kırdaki istihdam içinde tarım dışı alanlarda çalışan oranı yüzde 22.7’den yüzde 38’e çıkmıştır.
Kırda istihdam edilenlerin tarım ve tarım dışı istihdama dağılımı (Bin kişi, 15+ yaş) TABLO7
Kaynak: TÜİK, Hane Halkı İşgücü Anketi sonuçlarından tarımsal faaliyet dışında kalan faaliyetler toplanarak hesaplanmıştır. 2004 sonrası için TÜİK rakamları NACE Rev-2’ye göre revize etmiştir. Not: 1) Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir. 2) İki bin kişiden az gözlem değerlerinde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli değildir. 3) 2001 yılından itibaren meslek kodlamasında ISCO-88’e geçilmiştir.
Diğer yandan, emeklilik temel bir geçim stratejisi halini almıştır, halen çiftçi hanelerinin yüzde 38’inde emekli nüfus bulunmaktadır. Tarım dışı alanlarda istihdam ve gelir arayışı hayvan, tarla gibi tarım araçları da dahil olmak üzere her türlü kaynağın tarım dışı bir işte sermaye olarak kullanılması ya da borç sermayesine dönüşmesini artırmıştır. Çiftçi üretim ve yatırım kararları alternatif alanların kârlılığından etkilenmektedir. Giderek farklılaşan, kapitalistleşen çiftçilerin artışı söz konusudur. Nüfusun yaşlanması, geleneksel bilgilerin yeni kuşaklara aktarılamaması, nakit gelir elde etmek için daha çok pazara yönelik üretimin artması çiftçi hanesinin tarım girdileri ve yaşam araçlarının kendi üretiminden karşılanma oranlarını da düşürmüş, pazardan temin edilme oranı artmıştır. Bu gelişmelere bağlı olarak kır sosyal yapısı da hızlı bir değişim içine girmiştir. Kırdaki sosyal sınıflar çiftçilikle ücretli işçiliği, tarım dışı girişimi birlikte yapmaya başlamıştır. Emeklilik gelirinin temel bir geçim stratejisi olmasına bağlı olarak emekli çiftçilik gibi yeni bir kategori ortaya çıkmıştır.
Kır sosyal sınıfları/grupları dağılımı TABLO8
Kırlar diğer yandan zayıf ve fakir nüfusun sığınağı işlevi görmektedir. Kırlarda yaşayan engelli, yaşlı nüfus oranı şehirlerden daha yüksektir. 2001 ve 2008’deki ekonomik kriz sırasında gözlendiği gibi şehirlerde tutunamayanlar, hayatlarını sürdürmekte zorlananlar tekrar kıra dönebilmektedir. Kırda gıdaya, barınma imkânlarına erişim zayıflamakla birlikte devam eden aile, akraba ve köylü dayanışması zayıf nüfusun kırda tutunabilmesini kolaylaştırmaktadır.
Neoliberal politikalara karşı direniş
Doğal şartlar, iklim değişimi, fiyat istikrarsızlıkları ve girdi maliyetlerindeki artış, çevrenin korunması, sürekli, kaliteli ve herkesin ulaşabileceği gıda ihtiyacının karşılanması, enerji ihtiyacı, istihdam, daha iyi bir çevre gibi hedeflere ulaşılması, kırsal yaşam biçimlerinin sürdürülmesi gibi çok zor alanlarda tarım ve çiftçi kendi kaderiyle başbaşa bırakılamaz. Neoliberal söylemlerin öncülüğünü yapan batılı ülkelerde ve tabii Türkiye’de de halen tarım desteklerinin devam etmesi bunun en önemli kanıtıdır. O halde, neoliberal politikalarla amaçlanan, verimlilik, etkinlik gibi kavramların arkasına sığınarak tarımın tümüyle kâr amacı doğrultusunda yeniden yapılandırılmasıdır. Bu yaklaşımın doğal sonucu olarak geleneksel kapitalistleşmiş çiftçilerin ve yerli-yabancı sermaye gruplarının tarımdaki etkinliği artmakta ve kimi yerde de geleneksel çiftçi kapitalist girişimci haline gelmektedir. Diğer yandan, daha geniş bir çiftçi kitlesi neoliberal saldırı karşısında bireysel ve örgütlü bir itirazı da dile getirmektedir. En başta topraklarını satmayarak, çiftçilikten geçinemeyince tarım dışında çalışıp gelirini artırarak, ürün çeşitlendirerek, dayanışarak tarımı sürdürme gayretindedir. Çiftçi-Sen gibi örgütlenmelerle, Bergama’da siyanürle altın çıkarılmasına karşı, “Derelerimizi Koruyalım” hareketiyle termik/nükleer santrallere karşı duruşuyla doğayı ve tarımı savunmaktadır.
Bir yandan kırlardan göç, kırda genç nüfusun azalışı ve kimi köylerin kentlere dahil olmasıyla kırların insansızlaşması, köysüzleşme yaşanmaktadır. Diğer yandan kır ve kent arasında artan hareketlilikle emekli nüfusun kırlara göçü, yazlık ve tatil zamanlarında yaşanan tarım yapılmayan köyler, tamamen emekli nüfusun yaşadığı köyler gibi yeni kır yerleşimleri ortaya çıkmaktadır. Zayıf nüfus için kırlar hala yaşamı sürdürme ve istihdam potansiyeli taşımaktadır.
Referanslar
Bernstein, Henry (2010), Tarımsal Değişimin Sınıfsal Dinamikleri, Yordam Kitap.
BETAM, Bahçeşehir Üniversitesi, Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi, Araştırma Notu 24, hesaplamalar her bir alt grubun orta noktaları baz alınarak hesaplanmış ağırlıklı ortalama değeridir
TÜİK, GTS sonuçları 1963 ve 2001, tuik.gov.tr, Mayıs-Ekim 2012 tarihlerinde ziyaret edilmiştir.
Brown, David L. (2012), “How ‘Mobilities’ are Restructuring the Rural-Urban Periphery”,
Agriculture in an Urbanizing Society, Conference, Wageningen University, Wageningen, 1-4 Nisan, 2012.
Hobsbawm, Eric. (1995). The Age of Extremes: The Short Twentieth Century, 1914-1991. NewYork, Penquin
Oksam, Arie, Burrell, Alison, Temel, Tuğrul, Van Berkum, Siemen, Longworth, Natasha,
Vilchez Irene Molina, (2004) Turkey in the European Union, Wageningen University, The Netherland.
Oral, Necdet, (2012), Tarımda Neoliberal Politikaların 30. Yılı, Http://Www.Bianet.Org/Biamag/Ekonomi/140765-Tarimda-Neoliberal- Politikalarin-30-Yili#.Uetdoqe6dim.
Öztürk, Murat: (2012b), 1980 Sonrası Yıllarda Türkiye’de Tarımda ve Kırda Dönüşüm Dinamikleri, yayınlanmamış araştırma raporu.
Öztürk, M. ve Jongerden, J. (2012), “The changing character of villages in Turkey”,
Agriculture in an Urbanizing Society, Conference, Wageningen University, Wageningen, 1-4 April, 2012.
Ploeg, Jan Dowe van der (2008), The New Peasantries: Struggles for Autonomy and sustainability in era of empire and globalisation, London: Earthscan.
Ruivenkamp, Guido (2008), Biotechnology in Development: experiences from the
South, Wageningen: Wageningen Academic Publishers.
TÜİK, GTS sonuçları 1963 ve 2001
TÜİK, 2006 Tarımsal İşletme Yapı Araştırması
TÜİK, (2008), 2006 Tarımsal İşletme Yapı Araştırması.
TÜİK, Genel Nüfus Sayımları.
TÜİK, ADNKS
TÜİK, Hane Halkı İşgücü Anketi Sonuçları
TÜİK(2010), Tarım İstatistikleri Özeti 2000 – 2009.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği, Zirai ve İktisadi Rapor, 2007-2010, Ankara.
------------------------------------------------------------------
Murat Öztürk
Marmara Üniversitesi’nde İktisadî Gelişme ve Uluslararası İktisat doktorası yaptı. Kadir Has Üniversitesi’nde öğretim görevlisi. Tarım ve kırsal yapıda dönüşüm, yoksulluk konularında araştırmalar yapıyor. Tarım ve kırsal yapıda dönüşümü konu alan saha çalışmasına dayalı araştırma projesini 2012’de tamamladı. Tarım, kır ve yoksulluk konularında yayınlanmış kitap ve makaleleri bulunuyor.