Yaklaşık 15 yıl kadar önce, orada bir bakır madeni çatışmasının ortasında bulmuştum kendimi. Paramiliter güçler, insanları topraklarından sürmek için yağmur ormanlarındaki bir köye saldırdı. Fotoğraflar çektim, ama her şeyden önce olan bitenden çok etkilendim. Bunun bir biçimde benle de ilgisi vardı.
Benimle, Avrupa'yla ve dünyayla.
Ama ne olduğu hakkında fikrim yoktu. Bu uzun bir yolculuğun başlangıcıydı. Kısa süre önce Ekvador'a ve tam olarak alt tropikal And dağlarında, Quito'nun kuzeyindeki Intag'ın bu sis ve yağmur ormanına geri döndüm.
Biyoçeşitliliğin en yoğun olduğu yer olarak adlandırılan bu bölge, dünyanın başka hiçbir yerinde olmadığı kadar çok türe ev sahipliği yapıyor. Bir yandan şirketlerin gözü hala toprağın altındaki bakırda, çünkü küresel enerji ve mobilite dönüşümü için hammadde elzem. Ama bu ihtiyaç için bir yağmur ormanını yok etmek hiç de akıl karı değil.
Üstelik Ekvador'da artık yasal da değil.
Daha yeni, bir mahkeme, dünyanın en büyük bakır şirketi olan Codelco'nun Intag Vadisi'ndeki çalışmalarını, doğa haklarını ihlal ettikleri gerekçesiyle, durdurması gerektiğine hükmetti.
Orada yaşayan insanlar neredeyse 30 yıldır ormanları için mücadele ediyor. Bu uğurda çok uğraş verdiler, maddi sıkıntılara katlandılar, hatta aylarca hapis yattılar. Ancak kararın haberini şaşırtıcı derecede sakin karşıladılar. Çünkü mutlaka başka bir şirket ya da hükümet tekrar gelecekti, ormana yönelik tehdit henüz ortadan kalkmış değildi.
Keşke dünya en nihayetinde gerçek zenginliğin daha fazla araba ve para değil, toplumsal müşterekler ve sağlık demek olduğunu anlayabilse.
Bir mega ithalat ülkesi olarak Almanya, özellikle yenilenebilir enerjileri, e-mobiliteyi ve artan dijitalleşmeyi içeren mevcut küresel dönüşüm düşünüldüğünde, küresel hammadde ticaretinin merkezi aktörlerinden biri konumunda. Yeraltından taze bakır çıkarma baskısı giderek artıyor.
Ancak 2023 yılının başından bu yana Almanya, Tedarik Zinciri Yasası sayesinde kendi kendine küçük bir doz “Pachamama” reçete etmiş oldu. Yasa, Alman vatandaşları olarak yaşadığımız güzel hayatların dünyanın diğer bölgeleri üzerindeki yıkıcı etkilerini frenlemeyi amaçlıyor ve bunu öncelikle insan hakları yoluyla yapmayı deniyor. Aynı zamanda, örneğin insan hakları ihlallerine yol açabilecek zararlı toprak veya su kirliliğini yasaklayarak, en azından dolaylı olarak doğayı da korumuş oluyor.
Ve bir kez daha açıkça görülüyor ki, insan hakları ve doğa hakları ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır. Doğa biziz.
Elisabeth Weydt bağımsız gazeteci. Ümit veren hikayeleri yaygınlaştırmak için faaliyet yürüten, kâr amacı gütmeyen bir medya kuruluşu olan Radio Utopistan'ın kurucu ortağı. Hammaddelerin sömürülmesi, adalet sistemleri ve sivil toplumun dönüştürücü gücü konularına odaklanıyor. “Die Natur hat Recht” (Doğa Haklı) adlı bir kitabı var.
Bu makale ilk olarak burada yayınlandı.