Mirko Popović, Yenilenebilir ve Çevreci Düzenleme Enstitüsü Program Direktörü, Belgrad
“Sırbistan hükümetinin hammaddelere erişim için küresel rekabetteki konumunu iyileştirmeye odaklanan bir stratejisi yok. Öyle görünüyor ki, hükümetin stratejisi daha ziyade, zayıf rekabet kuralları, gevşek çevre düzenlemeleri, ucuz işgücü ve cömert devlet sübvansiyonları ile Sırbistan'ı ham madenlerin çıkarılması için elverişli koşullara sahip bir ülke olarak pazarlamak. Dolayısıyla, madencilik Sırbistan'ı hammadde ithalatına daha az bağımlı hale getirmiyor, aksine uluslararası şirketlere ve yabancı ortaklara daha da bağımlı kılıyor.
Çinli Zijin şirketinin yasaları ve Sırbistan‘ın çevreyle ilgili düzenlemelerini çiğneyerek bakır çıkarttığı Bor bölgesinde yaşananlar, özellikle endişe verici. İdare ve siyasetçiler şirketin payandası durumunda. İdare, çevre sektöründe halihazırda kabul edilmiş olan AB yasalarını ve yükümlülüklerini uygulamaya geçirebilecek durumda değil. Rio Tinto'nun Sırbistan'daki lityum madenciliği projesinin bugüne kadarki gelişimi de gösteriyor ki, Sırbistan yönetimi ne önleyici çevre koruma tedbirlerini uyguluyor ne de paydaşlarla diyaloğa giriyor.
Sırbistan'da çıkarılan, örneğin bakır gibi hammaddelerin ihracatı üzerinden madencilik, Çin gibi güçlü ortakların hammaddeye erişimini güvence altına alıyor. Sırbistan yasaları, yaşam, sağlık, mülkiyet ve bozulmamış bir çevre hakkı gibi insan haklarının ihlal edilmesini mümkün kılıyor. Madencilik ve Jeolojik Araştırma Yasası uyarınca, petrol ve gaz, kömür, bakır, altın ve lityum gibi doğal kaynakların işlenmesi kamu yararına olarak tanımlanabiliyor ve özel mülkiyet özel yatırımcılar lehine kamulaştırılabiliyor. Yasal çerçevedeki bu zaaflar ve yasaları uygulama kapasitesinin sınırlılıkları karşısında ne yapabiliriz? Madencilikten kaynaklı çevresel zararı engellemek için elimizde sadece ESG standartları, - sürdürülebilirlik raporlama çerçeveleri - sürdürülebilir madencilik için uluslararası standartlar ve ileriye dönük olarak da AB taksonomisinin uygulanması var.”
Matti Blind Berg, İsveç Girjas Sameby (Sami Toplumu) Başkanı
“Kritik Hammaddeler Yasasını (KHY, CRMA) büyük bir endişeyle karşılıyoruz. İsveç'in kuzeyinde yer alan bölgemizde halihazırda büyük ölçekli demir, bakır ve altın madenleri var. Madencilik faaliyeti, İsveç’in en sonuç alınabilir hukuk dallarından biri olan Madencilik Yasası temelinde gerçekleştiriliyor. Bir maden şirketi maden açmak istediğinde, istediği sonucu elde etme şansı epey yüksek. Elbette biz de sesimizi yükseltebiliriz, ancak bir madeni engellememiz hemen hemen imkansız.
Ren geyiği besiciliği yapan insanlar için madenciliğin sonuçları ölümcül. Madencilik faaliyeti bölgemizde gerçekleşse bile burada elde edilen kazançtan biz faydalanamıyoruz. Kârlar başka yerlerde elde ediliyor. Biz sadece kaybediyoruz; toprak haklarımızı, bakir arazilerimizi, sağlıklı çevremizi… Bu nedenle Kritik Hammaddeler Yasası konusunda böylesine endişeliyiz. Elbette Avrupa'da ekonominin yeşil dönüşümü için hammaddeye gereksinim duyuluyor. Ancak bu dönüşüm, kaynak zengini bölgelerde yaşayan yerli halkların yaşam koşullarına saygı duyulmadıkça yeşil olamaz.
Bizim bu hammaddelere ihtiyacımız sınırlı, ancak bozulmamış bir doğal çevre bizim için elzem. Özellikle Arktik bölgesi çok hassas; ekosistemi kolayca bozulabiliyor. Madencilik için yollar, evler ve enerji gerekiyor. Bu altyapı bizim yaşam alanlarımızı parça parça ediyor. CRMA sürecine kendi tutumumuzla dahil olmaya çalıştık, ama şimdilik bir başarı elde edemedik. Oysa, yönergede yerli halkların çıkarlarının dikkate alınması çok önemli. Ayrıca Avrupa Parlamentosu'nun, İsveç hükümetine Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) 1989 tarihli 169 sayılı sözleşmesini nihayet imzalaması için baskı yapmasını istiyoruz. Bu sözleşme bağımsız ülkelerdeki yerli ve kabile halklarının haklarını tanımlıyor. İsveç'in bu sözleşmeyi imzalaması, CRMA'nın bu ülkede nasıl uygulanacağını da önemli ölçüde etkiler. Böylece bizlerin daha fazla söz hakkı olabilir, bu da endişelerimizi kısmen hafifletir.”
Viktoria Kovalenko, düşünce kuruluşu Dixi-Group Kiew’de danışman
“Avrupa'da madencilik projelerinin yürütülme şekline baktığımda, Ukrayna'da madencilik faaliyetlerinin artma olasılığını, daha ziyade olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Çevresel etki değerlendirmeleri ve sektörde en iyi uygulamaların hayata geçirilmesi, olumsuz etkileri hafifletiyor. Ukrayna, AB tarafından kritik olarak sınıflandırılan 34 mineralden 22'sini içeren, daha önce değerlendirilmemiş bir dizi kritik hammadde yatağına sahip. Dolayısıyla yeni madencilik projelerinin planlanması ve uygulanması gerek. EITI (Extractive Industries Transparency Initiative, Maden Çıkarma Sanayii Şeffaflık Girişimi) standartlarının “altın kural” olarak hizmet edebileceği bu süreçte şeffaflık çok önemli. Bu standartlar halihazırda yasal düzeyde uygulanıyor ve sözleşmelerin yayınlanmasını zorunlu kılıyor.
Avrupa'da kritik hammaddelerin çıkarılması, Ukrayna için iki bakımdan avantajlı: İlk olarak, Rusya ile savaş bittikten sonra, enerji sisteminin yeniden inşa edilmesi şart. Planlanan, bu yeni sistemi yenilenebilir enerjilere dayandırıyor. Bunun için merkezi olmayan üretim kapasitelerine ihtiyaç olacak, bu da ürünlere, teknolojilere ve ilgili hammaddelere olan talebi tetikleyecek.
İkinci olarak, hammadde çıkarılmasıyla, başta Çin ve Rusya olmak üzere otokrasilerden yapılan ithalata olan bağımlılık azalacak. Elbette artan madencilik faaliyetleri riskler de barındırıyor. Bu bağlamda, Ukrayna AB karşısında sadece bir hammadde tedarikçisi olarak görünmemeli. Yatırımlar, ortaklıklar ve müşterek girişimler vasıtasıyla, işleme ve üretim tesisleri geliştirilmeli, istihdam yaratılmalı ve ekonomi canlandırılmalı.
En büyük sorun elbette halen savaşın kendisi. Kritik hammadde yataklarının bir kısmı ya cephe hattının yakınında bulunuyor ya da Rusya tarafından işgal edilmiş durumda. Sıkıyönetim, hammadde yatakları hakkında hiçbir bilginin açıklanmamasını öngörüyor. Bir yandan da hükümet şimdiden doğal kaynak projelerinin geliştirilmesi için güvenli bölgelerde bir dizi alan öneriyor.”