Johanna Sydow: Sara Larrain, olumlu bir haberle başlayalım: Bu yılın Mayıs ayından beri Şile’nin bir madencilik vergisi yasası var. Bunun anlamı tam olarak ne, yasayla birlikte neler değişti?
Yeni madencilik vergisi yasası, yeniden dağıtım etkisine sahip ilk vergi aracı. Büyük ölçekli madencilikten elde edilen kazancın özellikle madencilik bölgelerinin ve ülkenin en yoksul toplulukların kalkınması için daha fazla kullanılmasının yanında, merkezi hükümete bir pay ayrılmasını da amaçlıyor. Bu doğrultuda, büyük madencilik şirketlerinin vergilerinde değişikliğe gidildi, bölgelere daha fazla fon ayrılması sağlandı. Gelirler üç fona gidiyor: Bir fon, maden bölgelerinde yaşayan topluluklar için ayrıldı. Böylece bu topluluklara, doğal sermayenin çıkarılması karşılığında bir tazminat ödeniyor. Diğer bir fon ise, kişi başına düşen gelire göre değişen miktarlarla, ülkedeki en yoksul ve en kırılgan 300 topluluğa yönelik kamu yatırımlarını finanse etmeyi amaçlıyor. Kaynakları merkezi hükümete aktarılan üçüncü bir fon ise Fondo General de la Nación, yani Genel Devlet Fonu. Bu fon da devletin araştırma, eğitim, inşaat projeleri, sağlık gibi hizmetlerinin finansmanı için kullanılıyor.
Siz pek ikna olmuş görünmüyorsunuz?
Dediğim gibi, ilk kez bir yeniden dağıtım söz konusu. Karbon emisyonları ve yerel atıklar üzerinden alınan ekoloji vergisi gibi diğer vergi araçlarıyla toplanan paradan, ne 28 kömürlü termik santralin bulunduğu beş belediyeye ne de başka endüstrilerce kirletilen diğer belediyelere tek bir peso bile gitmedi. Hem de hiç. Bu parayla yerel sağlık sistemi iyileştirilebilirdi. Bilişsel eksiklikleri olan çocuklar için okullar finanse edilebilir veya epidemiyolojik çalışmalar yapılabilir, çevre kirliliği nedeniyle kronik olarak hasta olanların tedavisi karşılanabilirdi. Ancak verginin belediyelere dönüşü sıfır. Devlet çevre kirliliği vergisini topluyor ve toplanan para genel bütçeye akıyor.
Tekrar iyi haberlere dönecek olursak: Örgütünüz Chile Sustentable, madenlerin kapatılması ve faaliyetlerin durdurulmasına ilişkin bir yasanın istişare sürecinde aktif rol aldı. Orada tam olarak ne tartışıldı?
Bu yasanın gerekçesi, Şili'de 500'den fazla arıtılmamış atık sahasının var olması ve bunlardan bazıları kapatılmışken, bazılarının hala maden imtiyaz alanlarında bulunması. Daha önce herhangi bir yasa olmadığı için, tüm Şilililer için bir yük olan çevresel zarardan hiç kimse sorumlu tutulamıyordu. Yeni yasayla, maden sahalarının işletmeden çıkarılması ve madencilik projelerinin çevresel değerlendirmesine ilişkin bu sorumluluk, yatırımın yapıldığı andan itibaren düzenlenmiş oluyor. Yasa ayrıca, kirlenmiş sahaların kapatılması ve arındırılmasına ilişkin masrafların Şili toplumunun sırtına yüklenmemesini, yatırımcı tarafından karşılanmasını güvenceye alıyor.
Ülkenizin reklam sloganı "Madencilik ülkesi Şili”. Madencilik şirketleri için çok davetkar bir slogan. Sizin bu konuda görüşünüz ne?
Bizim açımızdan kabul edilemez bir slogan. Ancak şunu da bilmek gerekiyor: Şili, özellikle dünya pazarı için bakır üretimini neredeyse üç katına çıkarmak istiyordu. Diğer aktörler daha az üretmek ve Avustralya'nın stratejisine benzer bir strateji uygulayarak, ikinci bir teknolojik aşamaya geçmek istedi. Avustralya en az son beş yıldır danışmanlık hizmetleriyle ve yeni teknolojiler geliştirerek, madencilikten ya da maden satışından elde ettiği gelirle hemen hemen aynı, hatta bundan daha fazla gelir elde etti. Şili'de maden çıkarma endüstrisini tamamen devre dışı bırakmak, ve madencilik ve maden arazisi kavramıyla bağlantılı, ikinci bir aşama inşa etmek için epey kafa yoruldu.
Sizin öneriniz neydi?
Biz, madenciliğin değer ve istihdam yaratma, sosyal faydaları artırma ve madencilikten etkilenen bölgelerde çevreyi restore etme aşamasına geçmesini destekledik. Her ne kadar bu mücadeleyi kaybetmiş olsak da Şili'de madenciliğe devam edilebilmesi için ön koşul olarak bazı temel sürdürülebilirlik kriterlerini ortaya koyan bir belge hazırladık. Bu anlamda, yakın zamanda kabul edilen madencilik vergisi doğru bir adım.
Anahtar kelime, katma değer: Ülkenizin daha fazlasını elde etmesi için neye ihtiyaç var sizce?
Katma değer, önemli olan unsurlardan sadece biri. Şili, Avrupa Birliği ile Şili arasında kritik madenlere erişim konusunda güncellenen ticaret anlaşması kapsamında Avrupa veya Almanya'ya hammadde tedarik edecek. Hammadde ve enerji konusunda özel bir bölüm içeren anlaşmada, çevresel etki analizleri ve çevresel etki değerlendirmelerine uyum sağlanacağından da bahsediliyor. Fakat yerli topluluklara saygı meselesinin adı geçmiyor. Yerli topluluklara danışılmasına ilişkin 169 sayılı ILO Sözleşmesi'nden hiç bahsedilmiyor, oysa sözleşme madencilik projelerinin yerel topluluklar tarafından önceden onaylanması gerektiğine hükmediyor. Yine bilmek gerekir ki, lityum söz konusu olduğunda, projelerin çoğu yerlilerin yerleşim bölgelerinde yer alan tuz yataklarıyla ilgili. Bu nedenle, “hammaddeye erişim” için ilk şart olarak maden çıkarma koşullarının sağlanması gerektiğini ve ancak bundan sonra değer yaratma meselesinin gündeme gelebileceğini söylüyorum.
Peki sizce maden çıkartmanın en önemli koşulları neler?
Şili'de güncel bir arazi çalışma yok. Peki, madenciliğin yapılacağı ekosistem tanımlanmış değilse, madenciliğin çevre üzerindeki etkisi nasıl değerlendirilebilir? O halde yerli toplulukların bölgesel hakları sorgulanmalı. Bugün lityum ağırlıklı olarak, başta halihazırda sömürülmekte olan Salar de Atacama da dahil olmak üzere birçok tuz yatağı düzlüğünün bulunduğu Atacama La Grande'de, yerlilerin kalkınma bölgesinde çıkartılıyor. Bu araziler yasalarımıza göre yerli kalkınma alanları olarak kabul ediliyor ve bu nedenle ancak ve ancak yerel toplulukların konuyla ilgili tam bilgilendirilmesi sonrasında ve rızası ile işletilebilirler.
Peki bu rıza konusundaki durum nedir?
Tüm toplulukların değil, kimilerinin rızası var. Nasıl elde edildi? Hem doğrudan Atacameño Halkları Konseyi'ne hem de dolaylı olarak bölgesel hükümete yüklü miktarda para vererek. Velhasıl, müzakereler genellikle kabul edilebilir bir çevresel etki değerlendirmesi ve yerli ve kültürel haklara saygı temelinde değil, para karşılığında yürütülüyor. AB ile Şili arasındaki ticaret anlaşmasında, vatandaş katılımından bahsediliyor ve bilgiye erişimi tanımlayan ve Latin Amerika Escazú Anlaşması'nın eşdeğeri olan Avrupa Aarhus Sözleşmesi'ne atıf var. Bu anlaşma 2021 yılında yürürlüğe girdi ve Latin Amerika ve Karayipler'de çevresel konularda bilgiye erişim, yargı yetkisi ve halkın katılımını düzenliyor. Ancak ILO Sözleşmesi 169'u dikkate almadan sağlanan bir halk katılımı yerli toplulukların haklarının ihlal edilmesine yol açabilir.
Ülkenin tümünü düşündüğünüzde, başarılı bir değer yaratmayı nasıl tanımlarsınız?
Her şeyden önce, istihdamın sadece Santiago'da ya da daha sanayileşmiş bölgelerde değil, yerel düzeyde yaratılması, ya da bu sektörlerde çalışan Almanlar veya Çinliler tarafından doldurulmaması ideal olurdu. Bir de hangi teknolojinin kullanılacağı sorusu var. Günümüzün lityum çıkarma teknolojisi ekolojik açıdan sürdürülebilir değil. And Dağları'ndaki tuz göllerinin su rezervlerini muazzam biçimde etkiliyor ki buralar esasen maden sahası değil, sulak alan. Dolayısıyla değer yaratma dediğimiz şeyin temelde ekolojik bir bileşeni, sosyal bir bileşeni -bununla çalışma koşullarını kast ediyorum- ve kesinlikle teknolojik bir bileşeni var.
Şili ve Almanya'nın bu yılın başında hammadde ortaklıklarını yenilediği ve bu bağlamda bakır üreticisi Alman Aurubis şirketi ile Şili devlet madencilik şirketi Codelco arasında bir anlaşma yapıldığı söyleniyor. İddialara göre bu aynı zamanda teknoloji transferini de kapsayan bir anlaşma...
Ne bu anlaşmadan ne de ortaklığın yenilenmesinden haberdarız. Almanya, özellikle konvansiyonel olmayan yenilenebilir enerjiler ve enerji verimliliği alanlarında Şili ile teknolojik işbirliğini uzun zamandır sürdürüyor. Ancak diğer alanlarda durum böyle değil. Beş ya da altı yıl önce madencilik sektöründe sürdürülebilirlik konusunda Almanya ile bir işbirliği yapılmıştı, ancak uygulamaya yansıyan bir şey olmadı; protokoller ya da yönetmelikler açısından da hiçbir ilerleme kaydedilmedi. Bakır madenciliği, lityum madenciliği ya da Şili ile Avrupa Birliği arasındaki anlaşma kapsamına giren diğer endüstriler için de yeni bir öneri görmüş değiliz. Yeşil hidrojen örneğini ele alalım: Bunun için suya ihtiyaç var ve Şili'de, özellikle de ülkenin merkezinde ve kuzeyinde su kıt. Ancak tuzdan arındırma yoluyla elde edilmesi gerekiyor ki bu da hem çok enerji yoğun bir süreç hem de kıyı üzerindeki etkileri muazzam. Ve Şili'nin halen tuzdan arındırma sürecini düzenleyen bir yönetmeliği bulunmuyor.
Şu anda Şili'de madenciliğe izin verilmeyen hiçbir alan olmadığı doğru mu? Hatta, özel alanları koruyan bir yasa olmadığı için buzullarda bile madencilik yapıldığı?
Evet, durum tam da böyle. Çevresel etki değerlendirmesi kapsamında, birçoğu yasal olarak korunan alanlarda olmak üzere, birbiri ardına projelere onay veriliyor. Bunun tek istisnası, en sıkı yasal koruma statüsüne sahip olan milli parklar. Buzulları korumak, yerli halkların haklarını korumak ve sulak alanları muhafaza etmek için her bir madencilik projesiyle tek tek mücadele etmek zorundayız.
Chile Sustentable buzullar için epey uğraş verdi…
Çünkü bugün Şili'de buzullar su kıtlığı, kuraklık, mega kuraklık ve küresel ısınmanın neden olduğu yağış azalmasına karşı tek başına sigorta görevi görüyor. Santiago nüfusunun içme suyunun yüzde 80'inin yanı sıra Maipo Vadisi'ndeki 120 bin hektarlık tarım alanının ve bütün sanayinin suyunu sağlayan Maipo Nehri'nin yüzde 60'ını And dağlarındaki buzullar besliyor. Buzullar, ilkbaharla birlikte karlar erir erimez Maipo Nehri'ni doldurarak sonbaharda hasadı ve Şili nüfusunun yüzde 40'ının yaşadığı Santiago'nun suyunu güvence altına alıyor. Eğer bu buzullar olmasaydı, suyumuz da olmazdı.
Ancak bakır madenciliğinin büyük bir kısmı da yukarıda, buzulların üzerinde gerçekleşiyor.
Bakır madeni Şili'deki dağlık bölgede çıkarılıyor. Yurttaş girişimleri 2006 yılından bu yana buzulların korunması için bir yasa çıkarılması için mücadele ediyor ve Ulusal Kongre'ye de buzulların korunması için altı yasa tasarısı sunmayı başardık. Ancak şu ana kadar bir sonuç alamadık. Buzullar olmadan su olmaz, şehirler olmaz, tarım olmaz, okul olmaz. Buzullar olmadan hiçbir şey olmaz. Şili daha az madencilikle yaşayabilir ama daha az suyla yaşayamaz. Bir buzul koruma yasasının madencilik sektörünü kısıtlayacağı söyleniyor. Neden? Oysa tam tersi doğru. Buzullar olmadan madencilik de olmaz.
Bir örnek verebilir misiniz?
Şilili bakır madenciliği şirketi Codelco birçok buzulu işgal etti. Aconcagua havzasındaki Río Blanco buzulunu tahrip etti ve diğer birçok şirket gibi buzulları çöp depolama alanı olarak kullanıyor. Yaklaşık 10 yıl önce, 2011 yılında Codelco, çevresel etki değerlendirmesine göre 100 hektarlık buzulu yok etme kapasitesinde bir maden alanı genişletme başvurusunda bulundu. Bunun üzerine halk büyük tepki gösterdi ve proje reddedildi. Geçen süre zarfında Şili toplumu buzulların ülkenin su güvenliği için taşıdığı değerini idrak etti, ancak maden şirketleri buzul koruma yasasına karşı savaşmayı sürdürüyor.
Enerji dönüşümü için metallerin yanı sıra başka pek çok şeyin gerekli olduğunu biliyoruz. Ne var ki, bunun sadece ekonominin karbonsuzlaştırılmasıyla ilgili olduğu iddia ediliyor hep. Öyle olunca, başka sektörlerin de yüksek talepler yarattığı ve bu diğer alanlardaki talebin nasıl azaltılabileceğine de kafa yormamız gerektiği gerçeği göz ardı ediliyor.
Sorunun özü de burada yatıyor zaten. Şili'de nüfusun yüzde 60 ila 70'i sıcak suyla yıkanamıyor. Avrupa'da hiç kimse iç mekanların ısıtılmasından feragat etmek istemiyor, herkesin sıcak suyu var. İnsanlar neden dairelerini ve evlerini gaz veya petrolle değil de başka türlü ısıtmak zorunda olduklarını anlamıyorlar. Bu yapısal sorun, Böll Stiftung ile birlikte çeşitli ülkelerden kuruluşlar tarafından “Sonlu bir dünyada adalet” belgesinde ele alınıyor. Bu belge, belgenin içerdiği analizler ve öneriler, bugün karşı karşıya olduğumuz çetin enerji dönüşümü görevi için de birebir geçerli, bu dönüşümün adil olup olmayacağı ile ilgili sorular için de.
Yani, küresel kaynakların sınırlarına daha mı çok odaklanmalıyız?
Biyosferin sınırlarına ve onunla birlikte doğal kaynakların kullanılmasına ilişkin kurallara daha çok odaklanmalıyız. Fakat tabi söylemi sadece sınırlara değil, aynı zamanda kalkınma hakkına da dayandırmalıyız. Çünkü kalkınma hakkı aynı zamanda bir ülkenin doğal sermayesinin tümünü alıp götüremeyeceğinizi de ifade eder.
Peki, sizce Şili devleti nasıl bir rol üstlenmeli? Madencilikten elde edilen gelir tüm nüfusun faydasına mı, yoksa zamana yayılan bir gelirin yeniden dağılımı mı söz konusu?
Bugün madencilik, işlenmemiş madenlerin çıkarılması ve ihraç edilmesinden ibaret, katma değer söz konusu değil ve bir devlet şirketi olan Codelco istisna olmak üzere, elde edilen kâr ulus-ötesi madencilik şirketlerinin hesabına yazılıyor. Neler çıkardıklarını bile bilmiyoruz. Şili'de bakırın yanı sıra altın, gümüş, molibden ve kayıtlara geçmeyen bir dizi başka maden de çıkarılıyor. Devlet şirketi Codelco‘nun bakır ihracatından elde edilen gelirlerse devletin kasasına, yani devletin, eğitimin, sağlık hizmetlerinin, kamu inşaat projelerinin finansmanı için kullanılan bir fona akıyor. Codelco bakır madeni söz konusu olduğunda, tüm kâr devlet fonunda birikiyor. Bu nedenle de Maliye Bakanlığı tarafından yönetilen Codelco devletin cüzdanı diye anılıyor. Maden vergisi kanunu, Şili'nin doğal mirasının kullanımı bağlamında yeniden dağıtım etkileri olan ilk araç olması nedeniyle önemli.
Güncel, yeni bir lityum stratejisi, yani bu hammaddenin daha çevre dostu bir şekilde nasıl çıkarılabileceğine dair düzenlemeler de yok mu?
Hayır. Lityum meselesinde gerçekten yeni bir şey yok. Yeni olan tek şey, lityumun küresel talep karşısında kitlesel olarak sömürülmeye devam edecek olması. Bu süreçte madencilik And dağlarındaki tuz göllerini yok ediyor. Devlet müdahalesi önemli olabilir elbette, fakat bunu sürdürülebilirlik için herhangi bir koşul koymadan, lityum madenciliğinden elde edilen gelirin bir kısmını cebe indirmek için yapacaktır. Devlet, çevresel, sosyal, yeniden dağıtımı ilgilendiren konularda ya da sanayileşme ile ilgili herhangi bir koşul koymadığı gibi madenciliğin bugüne kadar kullanılanlardan farklı teknolojiler kullanılarak gerçekleştirilmesini de şart koşmadı. Umuyoruz ki, Avrupa Birliği iddiasının arkasında durarak, Avrupalı yatırım şirketlerinin çevre, insan hakları ve teknolojik işbirliği alanlarında yüksek standartlara ve kurallara bağlı kalmasını sağlar.
Dünya Bankası, Amerikalılar Arası Kalkınma Bankası, Yeniden İnşa için Kredi Kurumu ve Avrupa Bankası, hatırı sayılır büyüklükteki yatırımlarını yeşil hidrojene yönlendiriyor. Daha fazla katma değer üretmek için hidrojene ihtiyaç duyulduğu da sıkça dile getiriliyor. Yeşil hidrojenden Şili'deki ergitme tesislerinde de yararlanıldığını düşünüyor musunuz, ya da başka bir şekilde kullanılıyor mu?
Hidrojen endüstrisi için de madencilik endüstrisi için de aynı adımların atılması ve aynı standartların sağlanması gerek. Yeşil hidrojenin farkı, sanayileşme sürecinin Şili'de gerçekleşiyor olması. Çünkü ihraç edilen şey yeşil hidrojen. Yani endüstri Şili'de kuruluyor, teknoloji Şili'de kuruluyor. Ayrıca enerji taşıyıcı endüstrinin bir parçası olma ihtimali de var. Hidrojen endüstrisini beslemek için ulusal enerji matrisini iki katına çıkarmak istiyorsanız, çok büyük miktarlarda araziye ihtiyacınız var. Ayrıca çok fazla suya ve güneş ve rüzgar enerjisi üretmek için kapsamlı bir altyapıya da ihtiyacınız var.
Şu anda Almanya ve Avrupa'ya biraz daha sürdürülebilir bir dünyaya ulaşmak için ne yapmaları gerektiği konusunda -tüketimi azaltmanın dışında- önerilerde bulunabilseydiniz, bunlar neler olurdu?
Avrupa'nın kalkınma alanlarının her biri için enerji ve malzeme tüketimini çok yakından denetlemesi gerektiğini düşünüyorum ben: Ulaşım, çelik, ısıtma, inşaat. Dünyanın bir sınırı var ve Avrupa'nın dünyanın geri kalanının kaynakları pahasına ihtiyaçlarını artırmaya devam etmesi mümkün değil. Avrupa’nın ekolojik ayak izi gıda, enerji, mineraller açısından zaten büyük. Bu böyle devam edemez, gezegenin bununla başa çıkması mümkün değil. Avrupa'nın kaynak çıkarma ihtiyacını ya da ekolojik ayak izini azaltması lazım; Avrupa ekonomisinin enerji ve malzeme yoğunluğunun küçültülmesi gerekiyor. Bu noktanın iklim değişikliği, biyoçeşitlilik, madenler, kısacası her şey için hayati önemde olduğuna inanıyorum. Bence en önemli nokta bu.
Başka bir öneriniz daha olur mu?
Avrupa'nın diğer ülkelerden nelere ihtiyacını olduğuna baktığımızda, adil ve eşit bir alışveriş için uğraşması gerektiği ortada. Yani Avrupa lityum madeni çıkarmak istiyorsa, lityumun çıkarıldığı ülkenin çevre koruma standartlarına uymasını, insan haklarına saygı göstermesini ve çalışma koşullarını iyileştirmesini sağlaması gerekiyor. Söz konusu ülkenin sanayileşme ve kalkınma kapasitesini arttırabilmesi için bilgi ve teknoloji alanlarında işbirliği yapılması gerekiyor. Bu ülkelerin, istihdam ve eğitimli bir toplum yaratmak için gereken bilgi, teknoloji ve sanayileşmeye erişimleri olmaksızın her daim hammadde tedarikçisi olmaya mahkûm edilmeleri kabul edilemez.
Beklentiniz, eşitler arası bir ilişki; bir işbirliği tutumu. Bu ne kadar gerçekçi?
AB, başkalarına bağımlı olunduğunda bu tutumun benimsenmesi gerektiğini idrak etmeli. Ancak bazı İskandinav ülkeleri dışında, bu türden işbirliği örnekleri şimdiye kadar Avrupa'da çok yaygın değildi. Almanya örneğinde, Şili ile yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği alanındaki işbirliğinin çok ilginç olduğunu söyleyebilirim. Ancak bu Avrupa Birliği'nde genel bir politika değil. Hammaddeyi tedarik eden ülke, hammaddeye ihtiyaç duyan ülke ile aynı seviyede olmalı. Ben, sürdürülebilir bir geleceğin anahtarının bu olduğunu düşünüyorum. Aksi takdirde, gelecek giderek daha kötü, daha gergin ve jeopolitik olarak daha rekabetçi bir hal alacak ve sonumuz bir tür orman kanunu olacak. Demokrasi ve kalkınma birbirinden asla ayrılmaması gereken iki temel direk. Demokrasisiz bir kalkınmanın geleceği yok.
“Hammaddeyi tedarik eden ülke, hammaddeye ihtiyaç duyan ülke ile aynı seviyede olmalı. Sürdürülebilir bir geleceğin anahtarı budur. Aksi takdirde, sonumuz orman kanunu olur.”
1999'da devlet başkanlığına aday olmuştunuz. Seçilseydiniz, Şili'de şimdiye dek yapılanlardan farklı olarak ne yapardınız?
Tabi ki işe madencilik ve ormancılık sektörünü disipline etmekle başlardım. Ve su pazarına ortadan kaldırmak için su yasasında bir reform üzerinde çalışırdım. Çünkü bugün Şili'de yaşadığımız en büyük sorun, güvenli olmayan su rezervi sorunu. Madencilik suyu, tarımsal faaliyet yapılan vadileri ve nihayet gıdayı tehdit ediyor. Şili'de yapısal olarak değiştirilmesi gereken ormancılık konusunu da mutlaka ele alırdım. Su toplama alanlarının ıslahı ve kaybolan bitki örtüsünün geri kazanılması konularında, şimdiye dek çok daha fazla ilerleme sağlanmış olmalıydı. Geri dönüşü olmayan bir çölleşme sürecinin tam içindeyiz ve bu nedenle gelecek pek de parlak görünmüyor. Şili’nin kuzeyinde çok az su olduğu için, bir sürü çevre göçmenimiz var bugün. Bu karmaşık bir durum ve kanımca su, madencilik ve ormancılık politikalarında çok geride kalmış durumdayız. Sürdürülebilirliğin koşullarını disiplinli bir şekilde yerine getirmiş olsaydık, bugün çok daha iyi bir ekonomimiz olabilirdi.
Öyleyse, mutlaka mücadeleye devam etmeniz şart.
Evet, elbette. Şimdi ve daima.
Sara Larraín Şilili bir çevre aktivisti ve sivil toplum kuruluşu Chile Sustentable'ın başkanı. Şili Silahsızlanma ve Nükleersizleşme Komitesi ve Ulusal Ekolojik Eylem Ağı RENACE'nin kurucularından. 1999 seçimlerinde Şili devlet başkanlığı için Yeşil Hareket'ten aday oldu.
Johanna Sydow, Heinrich Böll Stiftung'da Uluslararası Çevre Politikası bölümünün başında. Gana, Peru ve Ekvador'da madencilik konusunda yaptığı saha araştırmasından bu yana (2009-2013), hammadde tüketiminin azaltılması ve şirketlere bağlayıcı kurallar getirilmesi için çalışıyor. 2014-2022 yılları arasında Germanwatch'ta kaynak politikası alanında danışman olarak görev yaptı.
Portre fotoğrafı: Juan Carlos Recabal Díaz
Bu söyleşli ilk olarak burada yayınlandı.