Tedarik zincirlerinde özen yükümlülükleri: Gönüllülükten yasal zorunluluğa

Alman tedarik zinciri yasası progresif bir adım. Avrupa tedarik zinciri yasası müzakereleri de insan hakları, iklim ve çevre koruma yanları zayıf kalsa da, bir umut ışığı. Ancak her iki metin de hammadde sektörünü gerçekten daha adil ve daha sürdürülebilir hale getirmek için tek başına yeterli değil. 

“Kötü bir madenin iyimser bir tablosuna karşı tek çare yasal çerçevedir.”  

100'den fazla sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu bir ittifakın parçası olarak Tedarik Zinciri Yasası Girişimi (Initiative Lieferkettengesetz), bu ve başka sloganlarla 2019'dan beri Almanya'da bir tedarik zinciri yasası için kampanya yürüttüler. Pek çok kişi hayata geçmesini olası görmüyordu. Ancak Ocak 2023'te Alman Tedarik Zinciri Özen Yükümlülüğü Yasası (ATZÖYY) yürürlüğe girdi ve belirli bir büyüklüğün üzerindeki şirketler için insan haklarına özen gösterme yükümlülükleri öngörüyor. 

Artık tedarik zincirlerinde insan haklarına saygı gösterme konusu şirketlerin insafına bırakılmıyor. Her ne kadar Tedarik Zinciri Yasası Girişimi ve diğer aktörler kampanya sürecinde beklentilerini düşürmek zorunda kalsa da, metin bu haliyle de mühim bir paradigma değişimi.

Özen yükümlülüğünün geçmişi ve yasanın temel ilkesi

Şirketlerin (örneğin korkunç paralar kazanılan mobil telefon üreticiliğinin) çatışmaların finansmanında kullanılması, uzun zamandır mide bulandırıyor ve sivil toplumca kınanıyor. Başka pek çok sektörde benzer bir harekete geçme baskısı var. Birleşmiş Milletler düzeyinde ulu ötesi şirketlere uluslararası hukuk kapsamında sorumluluk yükleyen standartlar oluşturmak amacıyla yürütülen müzakerelerden sonuç çıkmadı. Kurumsal sosyal sorumluluktan ibaret gönüllü eylem ilkesi hakimdi. 

Madencilik sektörü için bunun anlamı, şirketlerin risk önlemek yerine, yerel nüfusa hangi sosyal faydaları bahşetmek istediklerine büyük ölçüde gönüllülük esasına göre karar verebilmeleriydi. Daha doğrusu, yerel çatışmaları asgaride tutmak için ne kadarını gerekli gördüklerine. Mesela, okullar inşa ettiler, kısa vadeli istihdam olanakları yarattılar ve yerel halkla madenciliğin arazilerine ve mülklerine vereceği zarar için ne kadar tazminat ödeyeceklerini müzakere ettiler. Amaç, madenciliğin olumsuz sonuçlarını sınırlandırmak ve hatta bunları baştan engellemek yerine, dikkatleri başka yöne çekmekti. Benzer şekilde, tedarik zincirleri boyunca sorumluluk da uzun süre kabul edilmedi.

2011 yılında BM özel temsilcisi John Ruggie, BM İş Dünyası ve İnsan Hakları Rehber İlkeleri'ni tanıttı. İlkelerde, bilinen kurumsal özen yükümlülüğü ilkesi insan haklarına saygıya uyarlanmış, bunların hayata geçirilmesi için atılması gereken adımları tanımlamıştı. Tedarik Zinciri Yasası'nın temeli böylece oluşturulmuş oldu. 

OECD de mevcut İş Dünyası ve İnsan Hakları Rehber İlkelerinin bir sonraki versiyonuna şirketlerin insan haklarına ilişkin özen yükümlülüklerini dahil etti. Ruggie ayrıca tüm ülkelerin iş dünyası ve insan hakları için eylem planları geliştirmelerini ve koruma yükümlülüklerini nasıl yerine getireceklerini belirlemelerini önerdi. Muğlak olsa da, mağdurlara yasal başvuru hakkı da değinildi. 

Uzun bir müzakerelerin sonucu: Alman Tedarik Zinciri Yasası

2013 yılında Bangladeş'te meydana gelen bir fabrika yangınında binlerce kişi hayatını kaybetti. Mevcut yasal durum nedeniyle, fabrikanın müşterilerinden biri olan Alman Kik şirketi olaydan sorumlu tutulamadı. 

2019 yılında ise Brezilya'nın Brumadinho kentinde bir maden barajı çöktü; yüzlerce kişi öldü. Alman sertifikasyon şirketi TüV Süd kısa bir süre önce baraj için güvenli demişti. Demir cevheri Brezilya'dan Almanya'ya taşınmaya devam ederken, olayın mağdurları halen adalet ve tazminat bekliyor. 

Alman devletince yapılan resmi bir izleme çalışması, Alman şirketlerinin yalnızca beşte birinin kendilerinden talep edilen özen yükümlülüğüne zorlama olmaksızın uyduğunu ortaya koydu. Tedarik Zinciri Yasası İnisiyatifi'nin kampanyalarının yanı sıra tüm bu gelişmeler de siyasetçiler üzerindeki “kural” baskısını artırdı.

Alman Tedarik Zinciri Yasası, yalnızca uzun bir müzakere sürecinin sonunda varılan bir uzlaşma. 1 Ocak 2023'ten bu yana, 3 binden fazla çalışanı bulunan Alman şirketleri, başka şeylerin yanında küresel değer zincirlerini kontrol etmek, risklerin önüne geçmek, tedbirler almak ve bunları raporlamak zorunda. 

Tüm bu yükümlülükler 1 Ocak 2024'ten itibaren en az bin çalışanı bulunan şirketler için de geçerli olacak. BM Rehber İlkeleri tüm tedarik zinciri boyunca bir risk değerlendirmesi yapılmasını gerektirirken, Alman Tedarik Zinciri Yasası sadece bir şirketin kendi alanında ve doğrudan tedarikçileri için düzenli bir değerlendirme yapılmasını öngörüyor. Tüm tedarik zincirinin denetlenmesi ve gerektiğinde riskleri önlemesi zorunluluğu, sadece bir insan hakları riskine ilişkin “doğrulanmış bilgi” olması halinde ortaya çıkıyor. 

Ancak “doğrulanmış bilginin” nasıl tanımlanacağına karar vermek için, hukuki içtihadın beklenmesi gerekecek. 

Yasadan daha fazlası umulmuştu; bilhassa mağdurların adalete erişimi, şirketlerin boyutu ve sorumluluğu, ve uygulama kapsamını düzenleyen hükümler bakımından. Yasanın eleştirilen bir diğer yönü de, uzun vadede şirketlere insan hakları risklerinin gerçekten üzerine gitmeden, cezadan kaçınma imkanı vermesi. 

Avrupa tedarik zinciri yasası merakla bekleniyor

Madenciliğin olumsuz etkilerini sınırlandırmayı hedefleyen başka yasal düzenlemeler de mevcut. Örneğin AB Çatışma Mineralleri Yönetmeliği veya Avrupa Parlamentosu tarafından 2023'te kabul edilen Batarya Yönetmeliği. 

Ancak bunlar ya çatışma mineralleri örneğinde olduğu gibi çocuk işçi ve zorla çalıştırma ve çatışmaların finansmanı gibi spesifik ihlallerle sınırlı, ya da belli bir ürünle ilgili. Şimdiyse Avrupa Tedarik Zinciri Yasası'na (Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Yükümlülüğü Direktifi) büyük umut bağlanmış durumda. Taslak Mart 2022'de AB komisyonuna sunuldu ve şu anda parlamento, komisyon ve bakanlar kurulu üçlüsü tarafından müzakere ediliyor. 

İklim ve çevre için umut var mı? Finans sektörü sorumluluk yüklenecek mi? 

Avrupa Yeşil Mutabakatı'nın bir parçası olarak sunulan Avrupa Tedarik Zinciri Yasası iklim ve çevre konusunda şirketlerden talep edilecekleri içeriyor. Ancak bu konuda yasal hükümlerin ne kadar etkili olacağını müzakerecilerin karara bağlaması gerekiyor. 

Her halükârda yasanın madenciliğin çevre üzerindeki sonuçlarına dikkat etme zorunluluğu getirmesi, sağlığın korunmasına ve insan hakları ihlallerinin önlenmesine önemli bir katkı. Finans sektörüne de sorumluluk yüklenmesi gerekiyor. Bir maden açmak için büyük miktarlarda paraya ihtiyaç duyulduğundan, finans sektörü madencilik sektörü için önemli bir kaldıraç olabilir. 

Avrupalı büyük maden makineleri üreticileri ve tedarikçileri de maden işletmecilerinin asgari insan hakları ve çevre standartlarına uymalarını talep etmekle yükümlü olmalı. 

Üzerinde halen hararetle tartışılan konulardan biri sertifikasyon meselesi. Bilhassa Alman partisi FDP, AB düzeyinde sorumluluğun sertifikasyon şirketlerine devredilmesi yönünde tutum takınırken, birçok sivil toplum örgütü buna şiddetle karşı çıkıyor. Sivil toplum örgütlerinin endişesi, yasanın etkisinin bu şekilde büyük ölçüde zayıflayacak olması.

Önemli bir paradigma değişikliği, fakat yetersiz 

Avrupa Tedarik Zinciri Yasası, Alman yasasına kıyasla insan haklarına saygı gösterilmesi ve ümit edilir ki, çevre ve iklimin korunması açısından da daha ileri bir düzenleme olacak. Ancak ne kadar etkili olacağı sadece halihazırda yürütülen müzakerelere bağlı değil.

İzlemelerin sürmesi, uygulamadaki durumun denetlenmesi gerekecek. İlgili ülkelerde, madencilik faaliyetlerinin etkisinin yakından izlenmeye devam edilmesi ve gerekirse yasanın yeniden düzenlenmesi son derece hayati. Tedarik zinciri yasası için bir Avrupa direktifinin kabul edilmesi sürecinde Alman Tedarik Zinciri Yasası'nın da yeniden uyarlanması lazım. Büyük ihtimalle, mağdurlar için yasal yollara başvurunun önünün açılması, AB önerisiyle de yeterince güvence altına alınmış olmayacak. 

Özen yükümlülüklerini tanımlayan bir tedarik zinciri mevzuatı önemli bir paradigma değişikliği. Ancak bunlar hammadde sektörünü daha adil ve sürdürülebilir kılmak için yeterli olmayacak. Son ve bir o kadar da önemli olarak, madenciliğin türlerin korunması veya su temini için elzem olan alanlarda yasaklanmasına ve daha adil bir ticaret politikasına ihtiyacımız var.


Johanna Sydow Heinrich Böll Stiftung'da uluslararası çevre politikalarının başında. Gana, Peru ve Ekvador'da madencilik alanında yaptığı saha araştırmasından bu yana (2009-2013), hammadde tüketiminin azaltılması ve şirketlere bağlayıcı kurallar getirilmesi için çabalıyor. 2014-2022 yılları arasında Germanwatch'ta kaynak politikası alanında danışmanlık yaptı.

İllüstrasyon: Maria Milenko / Hugmun

Fotoğraf: LAIF


İleri okumalar:


Bu makale ilk olarak burada yayınlandı. 

This article is licensed under Creative Commons License