“Siyasi kampanya ortamını insanlar için daha güvenilir, şeffaf ve anlaşılır kılmak için çalışıyoruz.”

Röportaj

Who Targets Me’nin kurucu ortağı Sam Jeffers ile sosyal medyanın ve özellikle sosyal medya reklamlarının seçim kampanyalarında insanları etkilemedeki gücü ve siyasi kampanya ortamını insanlar için daha güvenilir, şeffaf ve anlaşılır hale getirmenin yolları üzerine bir söyleşi.

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz, neler yapıyorsunuz? Dezenformasyon konusu ile ilgilenmeye nasıl başladınız?

Sam Jeffers: Yedi yıl boyunca dijital kampanyalar (2008-2012 Obama kampanyaları, Fransa, Hindistan, Brezilya, Birleşik Krallık ve İrlanda’daki kampanyalar) bünyesinde ve çevresinde çalıştım, ilerici siyasi partilerin mesajlarını iletmeleri ve seçimleri kazanmaları için onlarla birlikte çalışmaya çaba sarf ettim. 2016’da işimden ayrıldım, ancak o 2016 seçim döngüsünden (hem Brexit hem de Trump) çok net bir soru ortaya çıktı: “Sosyal medyanın ve özellikle sosyal medya reklamcılığının seçim kampanyalarında insanları etkileme gücü nedir?” Buna cevaben, neler olup bittiğini gerçek zamanlı olarak anlamaya çalışmak ve yerel reklam stratejilerinde ters mühendislik yapmak için bir araç oluşturmak üzere bir meslektaşımla bir araya geldik. Bana göre işin en ilginç kısmı sorun yaratan kötü niyetli aktörleri görmekten çok, siyasi kampanya ortamının insanlar için nasıl daha güvenilir, daha şeffaf ve daha anlaşılır hale getirileceği. Dijital çağda siyasi kampanyalar teknik, zekâ ve rakiplerine karşı avantaj elde etmeye çalışan ikna edici insanlarla dolu. Kitle kaynaklı veri toplama, olayları gerçek zamanlı olarak insanların gözünden görmemizi sağlar: İnsanların gördüğü farklı bilgilerin dengesi nedir? Sol cenahın reklamlarına kıyasla ne kadar sağ cenahtan reklam görüyorlar? Partileri mi daha çok görüyorlar adayları mı? Bazı başlıkları diğerlerine oranla ne kadar sık görüyorlar? Sadece müstakbel seçmen olarak mı iltifat görüyorlar, bir siyasi partide aktif oldukları için de dikkate alınıyorlar mı? Bu bize demokratik süreçlerin etrafına yeni koruyucu bariyerler koyma konusunda pek çok farklı düşünme biçimi sunuyor.

Odaklandığınız temel soruların bazıları nelerdir?

İlgilendiğimiz sorulardan biri, siyasi reklamın gerçek sıklık derecesidir. 2016’da insanların siyasi reklam tufanı içinde kaldığına dair bir efsane vardı. Ancak, siyasi reklamlar, seçim dönemi dışında, genellikle tüm Facebook reklamlarının %1'inden daha azını oluşturur. Seçim dönemi geldiğinde bu oran yaklaşık %15 olur. İnsanlar siyasi reklamları fark eder, bu reklamlar haber akışlarının nispeten sık görülen bir parçası haline gelir, ancak kısa bir süre için. İkinci soru ülkeden ülkeye ve açıkçası seçim sistemine göre büyük ölçüde değişiyor: İnsanlar ne tür kampanyalar görüyor? Yalnızca “bir” taraftan gelen içeriği mi görüyorlar? Bu içeriğin belirli bir yöne meylettiğini mi, yoksa tüm siyasi yelpazedeki kampanyalara yayıldığını mı düşünüyorlar? Görüşleri ne kadar kutuplaşmış? Son olarak, “tuhaf” bir içerikle karşılaştıklarında insanlara ne olur? Reklam aracılığıyla doğrudan istikrarsızlaştırıcı dezenformasyon kampanyaları yürütenler, genellikle devlet aktörleri değil, daha çok kim olduklarını göstermeye pek hevesli olmayan yerel aktörler. Siyasi partiler çoğunlukla aynı kurallara göre oynarlar. Bugün barınma hakkından biz bahsediyorsak, ertesi gün öbür parti bu partiyi eleştirmek için barınma konusundan bahsediyor olacak. Parti dışı aktörler (kim olduklarını veya kimler tarafından finanse edildiklerini söylemeden) olağandışı, istikrarsızlaştırıcı meseleleri işin içine kattıkları sürece akış bu olacak. Çoğu demokraside para ve reklam konusunda koruyucu bariyerler bulunmadığından, güven tesis etmek için seçim süreçleri ve demokrasi kurumuna nasıl bir yatırım yapacağımız konusunda çok iyi düşünmek zorundayız.

Tarif ettiğiniz taktikler ile kamuoyu, politikacılar ve araştırmacılar tarafından algılandığı haliyle dezenformasyon arasında bir etkileşim görüyor musunuz? Bağlantı nerede?

Dezenformasyon ile insanların hoşlanmadığı bilgiler arasındaki sınırların bulanıklaşmasından endişeliyim. Bu bir “zararlı olan mı, yasadışı olan mı?”, “internette ifade özgürlüğünün sınırları nerede?” sorusudur. Her şey çok bulanıklaşıyor ve karmaşıklaşıyor ve farklı insan grupları tarafından siyasi avantaj için kullanılma riski taşıyor. Aşırı sağ söylemleri platformlardan temizlememiz gerektiğini söyleyen sosyal medya neyle ilgiliydi? Bu gerçekten karmaşık bir soru. Bu eğilim, özellikle de kampanyacılık işinden dezenformasyon alanına geçen ve “neden?” sorusuna net bir kriteri olmadan “bu internette olmamalı” diyen insanlarda sıklıkla görülür. Bu siyasi reklamlarda gördüğümüze benzer: Bazı insanlar çevrimiçi siyasi reklamların tamamen yasaklanması gerektiğini savunuyor. Yine de dijital kampanya alanında demokrasiye yarayabilecek olasılıklar var. Bu olasılıkları istismar etmek ve kötüye kullanmak isteyenlerin işini zorlaştırmak için gerekli koruyucu mekanizmaları devreye sokarken bir yandan da söz konusu olasılıkları nasıl güçlendireceğimizi bulmalıyız. Bir dijital kampanyanın olasılıklı bir yapısı olduğunu anlayıp ayağımızı sağlam basabileceğimiz bir yer bulmamız gerekiyor. Bunu asla tam olarak çözemeyeceğiz. İnsanların demokratik bir düzende neler yapabileceğini belirlemede bize yol göstermesi gereken temel ilkeler üzerinde bir fikir birliği yok.

Bazı hukukçular, yalan haberlerin suç sayılması veya internetin sansürlenmesi yaklaşımına şüpheyle yaklaşıyor ve bunun yarardan çok zarara yol açabileceğini savunuyor. Yani kaygan bir zemin.

Katılıyorum. En çok odaklandığımız şey “hacim”. İfade özgürlüğü alanında uzman bazı insanların bu bakış açısını da dikkate aldıklarını biliyorum. Buradaki düşünce internette “çok fazla” şey olduğu, değil mi? 25 yıl geriye giderseniz, hemen hemen herkesin medya ortamını modelleyebilirsiniz; sabahları masanın üzerine düşecek gazete sayısını, televizyon kanallarını ve radyo istasyonlarını. Bugün bir gün içinde maruz kalınan farklı içerik hacmine akıl ermez, gerçekten çok fazla içerik var. Özellikle reklam konusunda tavsiye ettiğimiz şeylerden biri, daha az reklam olması gerektiği. Şu anda denetime açık tek sistem, çevrimiçi siyasi reklamların büyük ölçekli programlı, nicel analizini yapan bizim gibi insanlardır.

Pandemi ile ilgili belirli bir eğilim gözlemlediniz mi?

Pandeminin etkisinin açıkça görüldüğü alanlardan biri, birçok ülkede yüz yüze kampanyaların ortadan kalkmasıydı. Yüz yüze kampanyaların yapılamadığı koşullarda insanların paralarını çevrimiçine harcaması bekleniyordu. Gerçekten de 2020’de, gerçekleştirilen seçimlerin bazılarında kapı kapı dolaşıp konuşma yapmak söz konusu olmadığı için çevrimiçine beklenenden daha fazla para harcandı. Örneğin, Demokratlar hep yaptıkları büyük seferberlik faaliyetini bu kez yapamayacakları için Biden kampanyası Facebook reklamlarına büyük yatırım yaptı. Platformlar bazı ilginç küçük politika değişikliklerine gitti. Örneğin, Facebook pandeminin çok başlarında, insanları paniğe sevk edip maske satmaya ve fiyatları büyük ölçüde şişirmeye çalışan Çinli maske şirketlerinin sayısındaki muazzam artış nedeniyle maske reklamlarını yasakladı. Onlara maske reklamlarını “yasaklamalısınız” veya “şimdi yasağı kaldırmalısınız” diyen kimse yok, ancak kamu sağlığı tavsiyeleri doğrultusunda oluşan dengeli medya baskısına dayanarak bu öznel kararı almak zorundalar. Platformların olaylara güven telkin eder bir tarzda yanıt verip vermediğini anlamaya çalışmak ilginç oldu.

İçeriğin yasaklanması ve platform düzenlemesi sorusuyla ilgili olarak, neye izin verildiğini kim belirliyor? Platformların sınırlarını kim belirliyor?

Bir yasal düzenlemenin nasıl olması gerektiği hakkında konuştuğumuz aşamaya artık geldiğimizi düşünüyorum. Platformların kontrolsüz olduğu ve küçültülmeleri gerektiği artık kabul edilmiş bir fikir. Bu konuyu daha etraflıca konuşmak için kendimi parçaladım. Doğru mekanizmalar nelerdir? Bu konunun bir gizlilik ve veri toplama perspektifinden konuşulduğunu görüyorsunuz. Bazıları tekelden ve şirketleri parçalamaktan bahsediyor, kimileri de içerik düzenlemesinden. Aslında çok geniş bir başlık olmasına rağmen güç bela siyasi reklamlara odaklanmaya çalıştık. Hükümetlerin yapabileceği çok şey var. Epey sorun yaratan bir konu, siyasi reklamlara harcanan para. Facebook’a bir milyon dolar harcayıp seçimi kazanmış birini, o milyon doların en başta harcanmaması gerektiğine ve yeni kurallara ihtiyacımız olduğuna ikna etmek çok zor. Yasal düzenleme için bazı fırsatlar var, ancak aynı zamanda platformların yenilikler yapması, daha güvenli ortamlar, daha iyi araçlar ve daha doğru dürüstlük ve güvenlik politikaları geliştirmesi için çok fazla alan da var. Sonuçta ortaya çıkan muhtemelen karma bir yaklaşım olacak, ancak hükümetin daha fazla öncülük etmeye başladığını görmek isterdim.

Platformların ne tür düzenlemeler getirebileceği konusunda ayrıntılı bilgi verebilir misiniz? Eksik olan ne tür bir düzenleme? Durumun değiştiğini düşünüyor musunuz? Politikacıların bu konuda daha proaktif olmaları için ne gerekir?

Siyasi reklam açısından güçlü bir “müşteriyi tanıma” politikasından yanayız. Bir platforma kimin hatırı sayılır miktarda siyasi reklam verdiği sorusu doğrulanabilir ve denetlenebilir olmalı. Bir milyon dolarla ortaya çıkıp bunu bir çırpıda harcayıveren biri hükümetleri endişelendirmeli. Düzenleyicilerin bu vakalarla ilgilenmesi ve rasgele aktörlere karşı koruma sağlamaya çalışması gerekiyor. Uygulamalarda sosyal etkileşimi artıran özelliklerin her tür ücretli reklamlara girmesinin yasaklanması ve demokrasilerin yüzlerce yıldır kurduğu hesap verebilirlik sisteminin geri getirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Sosyal etkileşimi artıran özellikleri kaldırmanın yanı sıra, ardışık reklamların sayısının azaltılmasını, bazı hedefleme türlerine ek sınırlamalar getirilmesini ve daha fazla şeffaflık sağlanmasını öneriyoruz. Denetleme süreçleri ve veri standartları (yani hangi verilerin yayınlanabileceği, farklı türlerdeki kuruluşların bu verilere nasıl erişebileceği ve bunlarla neler yapabilecekleri) ile ilgili özel bir şeffaflık bildirimine ihtiyaç var. Platformların bu önlemleri kendi başlarına uygulamaya başlamaları pek ihtimal dahilinde değil, o yüzden devletin bazı alanlarda inisiyatif alması gerekli.

Şu anda, bir tarafta (gelen eleştirilere cevaben halkla ilişkilerin nasıl yönetileceği konusunda savunma pozisyonunda olan) platformlar, diğer tarafta da mutedil eleştirilerden “yakıp yıkmaya”, “yöneticileri hapse tıkmaya” vb. kadar değişen bir yelpazede karşımıza çıkan eleştiriler olmak üzere iki kamp ortaya çıkmış gibi görünüyor. Şimdilik iki taraf arasında diyalogun mümkün olduğunu sanmıyorum. Bununla birlikte, bundan iki yıl sonra Facebook diye bir şeyin olmayacağı senaryosu pek olası görünmüyor, bu nedenle diyalog hayati önem taşıyor. En azından “platformlarınızı nasıl daha iyi hale getirebileceğiniz konusunda bizim de fikirlerimiz var” diyenlere platformların da “bu fikirleri makul derecede şeffaflıkla dinliyoruz, geçmişte bazılarını denedik, şu şu nedenlerden dolayı işe yaramadılar, bunları denemek istiyoruz yardımcı olur musunuz?” diyecekleri bir orta yol olması gerek. Bu da söz konusu alanda bilgeliğin kimsenin tekelinde olmadığı ve ilerlemek için hepimizin bir yol bulması gerektiği konusunda hemfikir olmayı gerektirir. İşin sarpa sardığından giderek daha fazla endişeleniyorum, bu aslında platformlar için çalışan insanlarla platformlar için çalışmayan insanlar arasındaki bir Twitter tartışması, ki bu da uygulanabilir çözümler geliştirmek için elverişli bir ortam değil. Taraflar arasındaki bu uçurumun nasıl kapanabileceğinden veya bunu kimin yapabileceğinden emin değilim. Ama bana öyle geliyor ki, bazı arabuluculuk çabalarına ihtiyaç var. Tartışmayı çıkmaza sokmamak için gerginliği azaltmak ve dikkatli olmak önemli.

Bu metinde ifade edilen görüşler yalnızca yazarlara ve/veya görüşülen kişilere aittir ve Heinrich Böll Stiftung, İsrail Kamu Politikası Enstitüsü (IPPI) ve/veya Tel Aviv’deki Almanya Büyükelçiliği’nin görüşlerini yansıtmaz.