“Kutuplaşmanın azalması, yanlış bilgi sorununun azalmasına katkıda bulunacaktır”

Röportaj

Wisconsin Üniversitesi Yaşam Bilimleri İletişimi Bölümünden Nicole Krause ile bilim ve siyasi iletişim ile muhafazakâr, dindar, kırsal kesimde yaşayan kitle ile daha etkili iletişim kurmanın yolları hakkında bir söyleşi.

Lütfen bize biraz kendinizden, geçmişiniz ve dezenformasyon konusuyla nasıl ilgilenmeye başladığınızdan bahseder misiniz?

Şu anda Madison’daki Wisconsin Üniversitesi’nde Yaşam Bilimleri İletişimi Bölümünde doktora öğrencisiyim. Her ne kadar ben bilim iletişimi ile ilgili konulara odaklanmış olsam da siyasi iletişim ve ikisinin kesişme alanı üzerine de çalışıyoruz. Aynı zamanda, yanlış bilginin tamamlayıcı bir bileşen olduğu Amerika Birleşik Devletleri’ndeki muhafazakâr, dindar, kırsal kesimde yaşayan kitle ile nasıl daha etkili iletişim kurulabileceğini araştıran bir projede araştırma görevlisiyim. Yanlış bilgi konusunu kısmen bilim iletişiminde çokça karşılaştığımız için araştırmaya başladım, özellikle antropojenik iklim değişikliğini inkâr eden tartışmalar ve iklim bilimini itibarsızlaştıran kampanyalar bağlamında. Pandemiyle birlikte bu alanda, özellikle bilim, siyaset ve toplum arasındaki bu kesişme noktasına dönük büyük bir ilgi gelişti ve çok sayıda araştırma yapıldı.

Dezenformasyonu anlama ve bununla mücadele etme konusunda neredeyiz? 2016 ile kıyaslarsak bugünlerde sorun ne kadar büyük?

Her şey “neyin yanlış bilgi sayılacağını nasıl tanımlarsınız?” sorusuyla başlıyor. Sorunun kapsamını değerlendirmedeki zorluk, bunun neyin doğru neyin yanlış olduğunu tanımladığınız zemin olan kanıt durumuna bağlı olması. Pandemi bağlamında bazen bir şeyi yanlış bilgi olarak tanımlamak şüphesiz kolay değil, çünkü bu yakın zamanda ortaya çıkan bir kriz ve bilim sürekli gelişiyor. Yanlış bilgiyi tanımlama ve kavramsallaştırma yöntemlerimiz, onu nasıl ölçtüğümüz açısından önemli ve müdahalelerimizin etkinliğini değerlendirmek için dolayısıyla, diğer şeylerin yanı sıra, ölçümler de önemli. Muazzam bir yanlış bilgi salgını olduğunu ortaya koyan birçok araştırma var, ayrıştırmak zorlaşıyor: Çok fazla yanlış bilgi fiilen sorun yaratır mı? İnsanların dünyanın düz olduğunu düşünmesi, insanlık için yakın zamanda bir tehdit oluşturmaz. Ancak, insanlara çamaşır suyu enjekte etmenin COVID’i iyileştirebileceğini iddia eden muazzam bir yanlış bilgi yığınını önemsememiz gerek. Bu ayrımları neye göre yaptığımız sorunun kapsamını ve tehdidin ciddiyetini doğru bir şekilde belirlemek için çok önemlidir.

Hâlâ tanımlayamıyorsak, bir ilerleme kaydettiğimiz söylenebilir mi?

Yanlış bilgiyi potansiyel olarak yanıltıcı bilimsel iddialar içeren bir şey olarak tanımlayan çalışmalar var. Örneğin, çiğ süt içmenin potansiyel tehlikelerine ilişkin bir mesajın yüksek veya düşük medya okuryazarlığı bağlamında sunulduğu koşullarda, okuyucular tarafından farklı şekilde işlenip işlenmediğini görmek için bir deney yapıldı. Bu tür deneyler, medya okuryazarlığını geliştirirseniz, insanların yanlış bilgiyi daha iyi işleme eğiliminde olduğu şeklinde faydalı bir bulgu ortaya çıkardı. Ancak bu bulguyu yanlış bilginin her biçimine yayarak genellemek zor. Çiğ süt gibi politize edilmemiş konular bağlamında, bazı müdahalelerin yanlış algılamaları azaltmaya yardımcı olabileceğine dair kanıtlar var. Ama tüm yanlış bilgi türlerinin eşit yaratılmadığı ve bir bağlam için işe yarayan bir müdahalenin bir başkası için işe yaramayabileceği ihtimali hesaba katılırsa, bu bulgu potansiyel olarak pek de işe yaramaz. Bir ilerleme olsa da, dikkate alınması gereken bir nüans da var.

Siyasi dezenformasyona odaklanan çok fazla araştırma yapıldı ve şimdi bilim iletişimine doğru bir kayma var gibi görünüyor. Pandemi hangi araştırma bulgularını ortaya çıkardı?

Pandemi yanlış bilgiye veya dezenformasyon konusunda “her şeye uyan” tek bir çözüm bulmanın ne kadar zor olduğuna dikkat çekmeye olanak sağlıyor. Yanlış bilgiyi irdeleme bağlamında, hakkında onlarca yıldır araştırma yapılan iklim bilimi gibi bir konuda veya bir bilimsel topluluğun %97’lik bir oranla üzerinde anlaştığı herhangi bir şey hakkında net bilimsel veriler olsa bile, bunun kanıtların değiştiği ve geliştiği zamana göre çok farklı bir oyun olduğu görüldü. Pandemi sırasında kanıtların üzerinde yükseldiği zeminin sürekli değişmesi yanlış bilgileri düzeltmeyi özellikle zorlaştırıyor. Ayrıca bilim insanlarının iletişim kurmaları ve bizzat kendilerinin yanlış bilgi üretmekten sakınmaları açısından da zor bir zaman. Pandemi ilerledikçe, bilim insanları ve kamu sağlığı yetkilileri virüsle ilgili bilinmesi gereken bilimsel bilgileri aktarmak için toplumla temeli sağlam olmayan bir zeminde tavsiyelerde bulunmak ve iletişim kurmak zorunda kalıyor. Siyaset düzeltme çabalarına sadece pek çok dinamik ve kafa karışıklığı ekliyor, oysa süreç bu kadar politize edilmemiş olsaydı bilim geliştikçe ortaya çıkan yeni bilgilerin güvenilirliğini sağlamak daha kolay olurdu. Yanlış bilgilere nasıl tepki verdiğimizi bu faktörler etkiliyor.

Hem sorunun doğası hem de müdahale potansiyeli hakkında edindiğiniz düşüncelerden bazılarını bizimle paylaşır mısınız?

Sırasıyla açıklamak gerekirse, bunlar hakkında konuşmanın üç yolu var. 1) İşe yaramayabilecek olanlar. 2) İşe yarayabilecek olanlar. 3) Bir bağlamda çalışan ancak bir diğerinde veya farklı insanlar söz konusu olduğunda geri tepebilecek olanlar. Bilimin kendini düzelten bir sistem olduğu düşünüldüğünde, pandemi bilimsel süreçlerin ne olduğunu ve bilimden bilginin nasıl üretildiğini ne kadar çok insan anlarsa, bilim insanlarının yanlış bilgi üreticileri olarak algılanmama ihtimalinin o kadar yüksek olduğu fikrini ortaya koydu. Bilime duyulan güven probleminden bahsederken, çoğu zaman problemi insanlarda, insanların zihinlerinde aramaya meyilliyiz, bu da yapısal sorunları gözden kaçırmamıza neden olabilir. Evet, halk arasında epistemik okuryazarlığı geliştirebiliriz, ama yanlış bilginin üretildiği diğer uçta ne yapabiliriz? Yanlış ve yanıltıcı iddiaların yayılması sorun teşkil ediyor. Geri çekilmiş olsa da hâlâ ulaşılabilir olan bilimsel çalışmalar, bilimsel bir iddiayı sanki çok kesin ya da doğruymuş gibi çok belirgin bir şekilde vurgulayan, güncel ve tek bir çalışmaya dayanan bilim-gazeteciliği yazıları aracılığıyla yayılabilir ve zararlı sonuçlar doğurabilir. Örneğin, tereyağın sizin için kötü olduğunu öne süren bir çalışmanın ardından başka bir çalışmanın çıkıp bunun tam tersini söylemesi, beslenme biliminin neden bahsettiğini bilmiyormuş gibi görünmesine neden olabilir. Sorunun bilginin kaynağından gelen bir diğer kısmı da bilim gazeteciliğindeki gerileme. İletişim alanında profesyonel eğitim almış insanlar için daha çok eğitim, daha iyi bilim iletişimi ve daha fazla fırsat yaratılması gerek.

Bu bilim iletişimi açısından küresel bir sorun mu? Eğer öyleyse, orada ne görüyorsunuz?

Tarif ettiğim şeylerden bazıları kesinlikle ABD’ye özgü. Epistemik okuryazarlık örneği bir eğitim meselesidir, bu nedenle belirli bir ülkedeki eğitim sistemi potansiyel olarak işin içine girecektir. Aynı durum genellikle kamu fonları ile özel finansmanın bir arada görüldüğü melez bir yapıya sahip ve diğer birçok ülkeden farklı bir medya sistemi olan ABD için de geçerli olacaktır. Ülkenin öyle ticarileştirilmiş bir medya sistemi var ki, bu sorun özellikle göze çarpıyor. ABD’de bilim politikleştikçe bu saydıklarımdan bazıları daha da sorunlu hale gelecektir. Bireyler, kimliklerini korumak için daha önce sahip oldukları inançlarla tutarlı görüş ve inançlar oluşturma eğilimindedir. ABD’de siyasi partizanlık (Cumhuriyetçiler ve Demokratlar veya sadece, muhafazakârlar ve liberaller) kimliğin çok güçlü bir bileşenidir. Bilimin politik olarak tarafsız bir iletişimci olmasını istediğiniz için, bilim iletişimi bağlamında partizanlığın geçerli olmayacağını düşünmek isteriz. Bilimi çevreleyen siyasallaşmadan kaynaklanabilecek politik açmazları ve sorunları gördük. Sosyal medyanın ortaya çıkmasıyla birlikte yanlış bilgilerin kutuplaşmayı nasıl alevlendirebileceğini de. Geçmişte bu daha çok konu temelliydi, ancak yanlış bilgilendirmenin geleceğiyle ilgili rahatsız edici bulduğum şey, genel olarak bilimin siyasallaşmasıdır ki, bu da yakın zamanda ortaya çıktı. 2020 seçimleri öncesinde insanların ön bahçelerine astığı pankartlarda yazan “İnsan insandır. Aşk aşktır. Bilim gerçektir!” sözü bilime inanmak gerektiği fikriyle sol eğilimli politik düşüncelerin birleştirilmesinin bilimi nasıl liberal bir şey gibi gösterebileceğinin güzel bir örneği. Bu tür kimlik işaretleri bilimle ilgili yanlış bilgilerin düzeltilmesini zorlaştıracak, çünkü insanlar bilim insanlarını “öteki taraf” (yani siyasal sol) olarak görmeye başlayacak. İster siyasi seçkinlere hitap etmek, ister insanlardan az önce ön bahsettiğim türden pankartları bahçelerine asmaktan kaçınmalarını istemek olsun, bilimin herhangi bir siyasi ideolojiyle ilişkilendirilmesini en aza indirmek için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız. Bilimi o ya da bu tarafa yerleştiren bu oyuna dahil olmayın.

Bunun bir örneği, en azından ABD’deki liberal siyasi elitler tarafından başlatılan “Trump bilim karşıtı ve yeni Başkan Biden bilimi kurtaracak” gibi şeyler söyleme hareketidir. Bu liberallerin işine yarıyor, çünkü onların siyasi tabanlarını harekete geçiriyor, ama aynı zamanda bilimi bir partizanlık meselesi haline getirmenin maliyetini de beraberinde getirdiğini düşünüyorum. Bilimsel kurumların liderleri de buna katkıda bulunmamalı. Amerikan Tıp Derneği (AMA) başkanının Biden’ın bilimi kurtarmak için ihtiyacımız olan başkan olduğu anlamına gelen açıklamalar yapmasına gerek yok. Sol ve sağ arasında süren bir savaş olduğu ve bilimin kaderinin liberal kahramanların elinde olduğu fikri hayra alamet değil.

Durumu iyileştirmek için yapılması gerekenlerden biri muhafazakâr ve dindar kitle gibi bilime yabancılaşmış gruplarla daha etkili ve anlamlı bir iletişim kurmak ve bilimin değer sistemlerine ve kimliklere karşı olmadığını açıkça ortaya koymak. Kutuplaşmayı azaltmak için sarf edilecek her türlü çaba, yanlış bilgi yayma karşısında ilerlemeye katkıda bulunacak.

ABD’de bilim iletişimcileri ile dini inançlar arasındaki çatışmalar dışında başka örnekler var mı?

Amerika Birleşik Devletleri’nde farklı konularda getirilen bilimsel önerilerle çatışan başka kimlik grupları da var. Yaygın bir kutuplaşma ya da bilimin belirli bir siyasi ideoloji ile yan yana durması pek bariz olmamakla birlikte yavaştan su yüzüne çıkıyor. Pandemi bilime yönelik tutumların ve bilimsel fikir birliğine ters düşen inançlara (yanlış bilgi ve yanlış inançlar) sahip olma isteğinin tek bir konuda nasıl değişebileceğini gösterdi. İnsanlar kimliklerini korumaya, meselenin nasıl ilerlediğine ve ait oldukları grupların nerede konumlandığına bakarak motive oluyorlar. Mesele etrafında oluşan söylem, kimlik bağlılıklarını öne çıkaracak şekilde geliştikçe insanların konumları değişebiliyor. Dolayısıyla karşı karşıya bulunduğumuz sorun bilim ile din arasındaki o bildiğimiz gerilimlerden daha büyük.

Bilimin siyasallaşmasının ve bunun neden olduğu sorunların üzerine gitmek için ne yapılabilir?

Bu çokkatmanlı bir problem. Bir yapısal gerçekler var, bir de insanların inanmaya yatkın oldukları şeylere dayalı içeriği yaymak üzere tasarlanmış sosyal medya sistemlerinin temelini oluşturan algoritmalar. Tabii bunların altında yatan ekonomik saikleri de saymalıyız. İnsanlar platformları kullanmaya devam ettiği ve ABD’de yasal düzenlemeler yapılması zor veya ihtimal dışı olduğu sürece bunun nasıl değişeceğini tasavvur etmek zor. Sorunun kapsamını değerlendirmek hayli zor, çünkü yanlış bilgilerin sosyal medyada nasıl dolaştığına ve algoritma tasarımının buna ne ölçüde katkıda bulunduğuna dair birçok veri mülkiyet hakkı kapsamında. Bunlar Facebook’un verileri ve Facebook şeffaflaşmaya karar vermediği sürece bu alana girmek zor görünüyor. Yine de sosyal medyanın oynadığı rolü daha iyi anlamak, etkilerinin yanı sıra algoritmaları da daha net anlamak için çok etkili olacaktır.

Sizce ileriye giden yol nedir? Kim öncülük etmeli?

Sorumluluğun bireylere yüklenmesi konusunda ikna olmuş değilim. İnsanlar bilinçli ve dikkatli seçimler yapmalı, ancak bu “iklim değişikliğini herkesin enerji verimli ürünler satın almaya başlamasını sağlayarak çözebiliriz” demek gibi bir şey. Bu yaklaşım bazı büyük sorunların siyasi veya yapısal düzeyde olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaya hizmet eder. Bilgi ortamlarında insanlara neleri farklı yapmaları gerektiğini anlatabilir veya bireysel yetenekleri ve okuryazarlığı artırmak için eğitim sistemini iyileştirmenin yolları hakkında konuşabiliriz. Bireyleri sorunun ana parçasıymış gibi hissettirmemeye özen gösterdiğimiz sürece, her şey yolunda ve güzel. En etkili çözümlerin, yukarıdan aşağıya, iktidar konumundaki insanlar tarafından başlatılan daha büyük ve yapısal değişiklikler aracılığıyla gelişeceğini düşünüyorum. Bireylerin devreye girdiği yer burası, çünkü toplumdan yeterli baskı gelmeden bu tür değişiklikler gerçekleşmeyecek. Kötümser görünmek istemiyorum ama değişimi hayal etmek zor. Sosyal medyanın olumsuz etkilerine karşı ilginin arttığını görmek cesaret verici. Toplumun potansiyel zararın daha fazla farkına vardığı, daha temkinli kullanıcılar haline geldiği, hükümet ve politikacılardan daha fazla eylem talep ettiği görülüyor. Çözümün her iki taraftan da gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Yine de bu işaretlere rağmen, insanlar veya kurumların bu değişiklikleri yapmak için gerekli motivasyona sahip olup olmadığını bilmiyorum. Son olarak, ülkeler arasındaki farklılıklar konusunda bir nüans olması gerektiğini de eklemek isterim. Yanlış bilginin nasıl bir fonksiyon gösterdiğinden ve yayılmasına katkıda bulunan faktörlerden ve bunun karşısında sorunların düzeltilmesine etkin bir şekilde katkıda bulunan faktörlerden bahsettik. Sorunlar yalnızca bizzat meselenin türü veya ne kadar siyasallaştığıyla ilgili değil, aynı zamanda kültürel bağlam ve siyasi iklimle de ilgili. Bu uyarılardan bazıları önemli. Tek umut ışığı, dünyanın her yerinde araştırmalar yapılıyor olsa bile, her şeyi yeniden icat etmek zorunda kalmamak için belki içgörüler edineceğimizi ve birbirimizin çalışmalarından bir şeyler öğrenebileceğimizi kabul etmek. “Her şeye uyan” tek bir çözüm olmayacak ama muhtemelen bazı sorunlarımız aynı. Daha fazla uluslararası işbirliğinin bu konuda yardımı olacağını umuyorum.

Bu metinde ifade edilen görüşler yalnızca yazarlara ve/veya görüşülen kişilere aittir ve Heinrich Böll Stiftung, İsrail Kamu Politikası Enstitüsü (IPPI) ve/veya Tel Aviv Almanya Büyükelçiliği’nin görüşlerini yansıtmaz.