Sonsuza dek Dublin, lakin güneydeki ülkeler için yeni hiçbir şey yok

Analiz

İtalya’nın Kuzey Afrika’dan kitlesel bir şekilde deniz yoluyla gerçekleştirilen akınları göğüslemede yalnız bırakılmaması gerektiğine dair çok sayıda beyanın ardından, yeni Pakt, artık köhneleşmiş durumdaki Dublin sisteminin onarılması dışında bir değişiklik getirmiyor.

Bu analiz, Yeni AB Göç ve Sığınma Paktı hakkındaki dosyamız kapsamında yayımlanmıştır.

İtalya’nın yeni Göç ve Sığınma Paktına verdiği yanıtı tek kelimeyle özetlemek mümkün: Hayal kırıklığı. En üst düzeydeki siyasi çevreler tarafından Dublin sisteminin bütünüyle ilga edileceğine ilişkin sayısız beyanın ardından 23 Eylül’de kamuoyuyla paylaşılan bu Pakt, İtalya gibi hassas dış sınırları olan ülkelere tokat gibi geldi.   

30 yıllık Dublin sistemiyle ilgili en önemli eleştirilerden biri de bu sistemin, beraberlerinde geçerli bir giriş belgelerinin olmaması halinde sığınmacıların ve mültecilerin sorumluluğunu ilk varış yaptıkları ülkelere yıkmasıydı. Nitekim sığınmacıların %90’nından fazlasının ne bir pasaportu ne vizesi ne menşe ülkelerine geri dönüş biletleri ne de geçimlerini sağlayabilecekleri mali kaynakları var. Akdeniz’i botlarla geçmeye başarabilmiş tek bir kişinin dahi, birliğe yasal bir şekilde giriş yapabilmek için gerekli olan belgeleri bulunmuyor.

Bu nedenden ötürü de sığınmacıların ezici bir çoğunluğunun, onlara ev sahipliği yapacak, sığınma prosedürlerini yürütecek ve uluslararası koruma süreci tamamlandığında entegrasyonları için sorumluluk alacak ya da aksi durumlarda da geldikleri yere geri gönderecek “sınır hattındaki” ülkelerde kalmaları gerekiyor. Fiiliyatta ise bu kurallara neredeyse hiçbir zaman tam manasıyla riayet edilmedi ve kişiler herhangi bir izin almaksızın diğer ülkelere geçtiler. Nitekim bu kurallara uyulmuş olsaydı, İskandinavya ülkelerinde yahut Almanya ya da Fransa gibi ülkelerde neredeyse hiç sığınmacı olmazdı.

Sığınmacıların yeniden yerleştirilmeleri- yalnızca ihtiyari

Bu Pakt, temel olarak, yapılan onlarca araştırma ve çalışmanın ortaya koyduğu üzere çelişkili, insanlık dışı ve tamamıyla etkisiz olan Dublin yaklaşımını muhafaza etmeye devam ediyor. Komisyon, AB içi dayanışma ve üye devletler arasındaki karşılıklı güven kisveleri altında, sisteme yeni unsurlar ekleme hususunda yalnızca ürkek adımlar atıyor. Avrupa Parlamentosu’nun 2017 tarihli pozisyonunun ardından, sığınmacıların, düzenlenecek bir tahsis cetveli uyarınca, ilk varış yaptıkları ülkeden diğer ülkelere zorunlu olarak yeniden yerleştirilmelerini öngörülen bir politika üzerinde geniş çaplı tartışmalar cereyan etmişti.

Nitekim güneydeki üye devletlerle gerçek bir dayanışma ancak bu şekilde sergilenebilirdi. Dahası, Avrupa kavramını bir sığınma toprağı olarak bir bütün şeklinde de tanımlayan bir düzenleme içerebilirdi. Örneğin İtalya ya da Yunanistan’a varış yapan bir kişi, sığınma başvurusunu bu ülkelerden ziyade, özü itibariyle başlı başına bir tüzel kişiliği olan Birliğe yapabilir ve dolayısıyla da bir üye devletin sahip olduğu coğrafi konum, sorumluluk alma noktasında belirleyici bir faktör olmaktan çıkabilirdi.

Komisyon tarafından Paktın bir parçası olarak önerilen ve esasen de “Dublin 4” araçlarından biri olan “Sığınma ve Göç Yönetimi Yönetmeliği” devletlere yönelik olarak, denizdeki bir arama-kurtarma operasyonu sonrasında karaya çıkarılan kişiler haricindeki sığınmacıları kendi topraklarında yeniden yerleştirme yükümlülüğü de öngörmüyor. Dahası, bu kapsama dahil edilen kişiler için bile yeniden yerleştirme mekanizması yalnızca sınır prosedürüne tabi tutulmayanlar için uygulanabilecek.

Büyük bir çoğunluk için öngörülen sınır prosedürü

Tasarı uyarınca tüm üye devletler, güvenli üçüncü bir ülkeden gelen ya da güvenli menşe ülke vatandaşı olan veyahut açıkça dayanaktan yoksun başvuruda bulunan sığınmacıları kabul etmeden önce sınırlarda hızlandırılmış prosedür uygulamasını hayata geçirmek zorunda kalacaklar. Tasarıda ayrıca güvenli menşe ülke kavramı, AB genelinde ortalama %20’den daha az bir oranda uluslararası koruma verilen ülkelerin vatandaşlarının tamamını kapsayacak şekilde genişletiliyor.  

İtalya özelinde ise, 2020 yılı içinde deniz yoluyla gelen sığınmacıların ezici bir çoğunluğu, Tunus, Bangladeş, Cezayir ve Pakistan gibi “güvenli” ülkelerden gelenlerden oluşuyor. Dolayısıyla da bu kişiler, denizde kurtarılmış olsalar bile yeniden yerleştirme sistemi kapsamında olmayacaklar ve İtalya, bir şekilde diğer Avrupa ülkelerine düzensiz yollarla geçebilmeyi başarmış olanları da geri almak durumunda kalacak. 

Tünelin ucunda az da olsa bir ışık

Öte yandan bu Paktın bazı düzenlemeleri İtalya gibi ülkelere yardımcı olabilme potansiyelini barındırıyor. Özellikle de dış çeperlerde kara veya deniz sınırları olan bir ya da birden fazla üye devletin üzerinde olağandışı bir göç baskısının yaşanması durumunda, müstakbel Avrupa Sığınma Ajansı tarafından destek verilecek bir AB dayanışma planı devreye girebilecek.   

Taslakta ayrıca denizde kurtarmanın uluslararası bir yasal yükümlülük olduğu ve dolayısıyla da STK’ların kurtarma gemilerini işleten kişilere karşı ceza kovuşturmalarına ve gemilerin müsadere edilmesi uygulamalarına son verilmesi de açıkça ifade ediliyor. Aslında İtalya, Ekim 2020 tarihinde, önceki “Salvini Kararnamesinin” aksine kurtarma operasyonları için öngörülen cezaları ilga edilen yeni bir düzenlemeyi zaten kabul etmişti.

Komisyon, yine taslakta, uluslararası korumadan yararlanan kişilerin uzun süreli AB ikamet izni alabilmeleri için öngörülen ikamet süresinin kısaltılmasını ve bu kişilerin AB topraklarında serbest dolaşım hakkı kazanma süresinin de beş yıldan üç yıla indirilmesini de öneriyor.

Tüm bunlar ışığında, İtalyan hükümetinden beklenen ise, mümkün olduğu takdirde diğer Akdeniz ülkelerinin de katkılarıyla, Konsey’in, Komisyon tasarısının Dublin sistemiyle ilgili kısmını tadil etmesi ve dayanışma ve sığınma hakkının güvence altına alınmasına dair sözleşme yükümlülüğü temelinde hakiki anlamda bir Avrupalı çözümüne ulaşılması için elinden geleni yapmasıdır.