Bir tahribat sektörü olarak turizm

Teaser Image Caption
Datça - Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgesine ait 1/25.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı’nda Denizel Alanlara Yönelik Oluşturulan Plan Kararları

Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü (UNWTO) 2014 raporunda, 1950- 2013 arasında uluslararası turist sayısının 25 milyondan 1 milyar 87 milyona, yerli turist sayısının ise 6 milyara çıktığını belirtiyor. (Turist sayısı bir yılda yapılan seyahat sayısı temel alınarak hesaplanıyor.) Uluslararası turist sayısının 2030’da 1,8 milyar olması bekleniyor. UNWTO’nun verilerine göre, 2013’te dünya genelinde gayrisafi yurtiçi hâsılanın yüzde 9’u turizm sektöründen elde edildi, işlerin yüzde 9’u turizm sektöründen sağlandı. 2012’de turizm sektöründe çalışan sayısı 260 milyonu bulmuştu.

Turizm aslında bir alım satım sektörü. Hizmet ve “güzel peyzaj” satar; yani, emek ve doğa sömürüsüdür. Bunun için iki şey yapar: inşaat ve taşıma. Bunlara bağlı olarak tekstilden, hediyelik eşyaya, çimentodan enerjiye çeşitli sektörden çeşitli malların üretimi gerekir. Bu üretimin toplam miktarı bir yana, 2013’te kaydedilen yerli ve yabancı turist toplamı (seyahat sayısı da denebilir) 7 milyar. Korkunç büyüklükte bir rakamdan bahsediyoruz! Ekolojik tahribata dair tek bir örnekle yetinelim: Uluslararası turizm seyahatlerinin yüzde 53’ü (371 milyon) havayollarıyla, yüzde 40’ı (280 milyon) raylı sistemler hariç karayollarıyla yapılıyor. Karbon salınımı miktarını siz düşünün.

Turizm, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından güvencesiz, kayıtsız, geçici ya da kısa süreli (genelde mevsimlik), düzensiz, uzun ve yorucu çalışma sürelerine sahip, düşük ücretli bir sektör olarak tanımlanıyor.1 Buna ek olarak, turizm kentlerinde yaşam koşulları o kadar sorunlu hale geliyor ki, kimi zaman yerleşik nüfus için bu kentlerde yaşama olanağı kalmıyor. Sendrom olarak nitelenen bu duruma ismini veren Venedik bu konuda gösterilebilecek en önemli örnek. Turizmin getirdiği rant nedeniyle kentte konut fiyatları karşılanamayacak denli yükseliyor, tüm hizmetler yabancı turistlere yöneldiği için yaşanması güç bir kentsel ortam ortaya çıkıyor ve Venedik nüfusu 20 yılda 200 binden 50 bine düşüyor, bu sayının 2030’da sıfıra ineceği söyleniyor.

Tüm bu ekolojik ve sosyal tahribat üzerine agro-turizm (tarım turizmi), doğa sporlarına yönelik turizm vb. türleri içeren “ekolojik turizm” diye bir kavram ortaya atıldı. “Eko” eklemesi yapılınca masum göründüğüne bakmayın, örneğin Mallorca adasına yılda ortalama 10 milyon Avrupalı bisiklet turizmi için gidiyor. “Bunun ekosu nerde?” diye sormadan edemiyor insan.

1970’lerden bugüne Türkiye turizmi

Türkiye’de turizmin gelişimi 1970’lere denk geliyor. Bu dönem kıyı bölgelerinde daha çok aile işletmelerinden oluşan ev pansiyonculuğu ön planda. 1970’lerin sonlarında başlayan kooperatif biçiminde üretilen yazlık siteler (teknik tabirle ikinci konut) giderek kıyı bölgelerinde büyük tahribat dalgasına dönüşüyor. Bu gelişimi bir yandan refah seviyesi artan ve tatil yapma alışkanlığı edinen orta sınıfın taleplerine bir yandan da büyük kent merkezlerindeki yap-satçı inşaat ekonomisinin yavaşlaması üzerine burada biriken sermayenin kıyı bölgelerine aktarılmasına bağlayabiliriz. Buna, Almanya’ya çalışmaya gitmiş işçilerin sıklıkla birikimlerini bu alana yatırmaları da eklenebilir.2 TÜİK verilerine göre, 2000 yılı itibariyle Türkiye’de yapılan 5,8 milyon konutun yaklaşık yüzde 8’i (464 bin) yazlık ev, yani ikinci konut niteliğinde. Kunter Manisa ve Tülin Görgülü’nün Akdeniz ve Ege’de gerçekleştirdiği araştırmaya göre, bu bölgelerde ikinci konutların yüzde 85’i yılda bir kez, yüzde 62’si yılda iki ay ve daha az süre kullanılıyor.3

1980’lerin ikinci yarısında birçok sektörden büyük firmanın turizm ve inşaat sektörüne girdiği görülüyor. Bu hareketlilikte 1982’de çıkartılan Turizmi Teşvik Kanunu’nun etkisi önemli rol oynamıştır. Bu yasayla önemli kredi uygulamalarının yanı sıra gerek koruma yasaları gerek planlamanın “yavaş” süreci nedeniyle yeterince “hızlı” gelişemeyen sektörün önünün açılması sağlanmıştır. Turizm bölgeleri, turizm alanları, turizm merkezleri olmak üzere üç tip turizm bölgesi tarif edilmiştir. (2003’teki değişiklikle “kültür ve turizm koruma ve gelişme bölgeleri” eklendi). Bu bölgeler Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir ve ilan edilir. Ormanların, tarımın korunmasına dair yasaların getirdiği yapılaşma kısıtlarının aşılmasına yönelik kararlar böylece alınabilmektedir.

“Turizmi Teşvik Yasası’nın yürürlüğe girdiği 1982’den 2006’ya kadar, Çanakkale- Mersin kıyı bandı boyunca ilan edilen turizm bölge, alan ve merkezleri ile kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgelerinde bir milyonu aşan yatak kapasitesi arz eden çevre düzeni planlarının yapımı gerçekleştirilmiştir, yaklaşık 500 bin turistik yatak için belge düzenlenmiştir. Söz konusu dönemde her üç belgeli yataktan biri tahsisli araziler üzerinde gerçekleşmiştir.”4 Özetle, Turizmi Teşvik Kanunu1980’lerden itibaren giderek artan sayıda beş yıldızlı otelin kıyı ve orman alanlarını işgal etmesinin müsebbiplerindendir.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın hazırladığı Türkiye Turizm Stratejisi Eylem Planı’na göre (2007 – 2013), 1985- 2000 döneminde turizm sektörünün dünyada büyüme hızı yüzde 6,8 iken Türkiye’de yüzde 15. Planda 2013’te 1,5 milyon yatak kapasitesi, 40 milyonun üzerinde turist sayısı, yaklaşık 50 milyar dolar dış turizm geliri hedefleniyor. Buna ek olarak, dokuz kültür ve turizm gelişim bölgesi, yedi turizm gelişim koridoru, on turizm kenti, on bir kurvaziyer liman, dokuz yat limanı, yirmi yedi balıkçı barınağı ve yat limanıyla bir yeni havaalanı, yeni demiryolu ve karayolu hatları da yer alıyor. Görülen o ki, yapılan plan da talan ve ekolojik tahribatın artarak devam etmesi anlamına geliyor.

Kıyıların yapılaşması

Turizm gelişimi açısından kıyı bölgeleri büyük öneme sahip. Bu alanların bir yandan korunmasını sağlamak adına yasal düzenlemeler yapılırken bir yandan da “turizm potansiyelinin” kullanılmasına yönelik koruma kısıtlarının esnetilmesine ve kimi zaman ortadan kaldırılmasına uğraşılıyor. Bu çelişkili durum nedeniyle kıyı mevzuatında 1926’dan 2007’ye kadar tam 26 değişiklik yapılıyor.5

Anayasa’nın 43. maddesinde kıyıların devletin hüküm ve tasarrufunda olduğu, deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, sahil şeritlerinin kamu yararına kullanılabileceği belirtilir. 1926 tarihli Medeni Kanun’da da kıyıların kamuya açık olduğu ve kamu mülkiyetinde olduğu vurgulanır.

1972’de, kıyı alanlarına dair yasal düzenleme getirilerek kıyılarda kıyı kenar çizgisinden itibaren belirli bir mesafenin kamu kullanımına ayrılacağı belirlense de bu mesafe ve bu mesafenin içinde ne gibi kullanımların yer alacağı yasa ve yönetmeliklerle sürekli değiştirilmiştir. Bu değişikliklerle bir yandan kıyıların korunması amaçlanırken bir yandan da kıyılarda yapılaşma ve özel kullanıma izin vermenin yolu açılmıştır.

Turizm tahribatı örneği olarak Datça

Datça Muğla İline bağlı, temel gelir kaynağı tarım ve turizme bağlı, doğal ve tarihî koruma alanlarını da barındıran bir ilçe. 2012’de Muğla’nın Büyükşehir Belediyesi ilan edilmesiyle Datça Muğla büyükşehir belediyesine bağlandı ve Datça Belediyesi sınırları da tüm ilçeyi kapsar hale geldi. Datça’nın 2013 yılı merkez nüfusu 11.651, köylerin toplam nüfusu 6332 ve toplam nüfusuysa 17.983. Çevre yerleşimlere az miktarda göç verse de gerek turizm faaliyeti, gerek 1990’lardan sonra büyük şehirlerden gelen göç nedeniyle nüfusu artan bir bölge.

Datça ulaşım zorlukları nedeniyle uzun yıllar mahrumiyet bölgesi olarak kaldı, 1970’lerde kara yolunun yapılmasıyla birçok hizmete ulaşım sağlanabildi. Biraz da bu nedenle Marmaris ve Bodrum’a göre daha az tahrip olmuştur. 1990’ların ikinci yarısından sonra bilinirliği artmış, 2000’lerde yoğun bir turizm faaliyeti başlamıştır. Belediye sınırları içerisinde kalan alanda planlı bir gelişim olduğunu söyleyebiliriz. Yine de bu planlı gelişim zaten dar bir kıyı şeridine kurulu olan kentin dağlara ve tarım arazilerine doğru yayılmasını engelleyemedi. Merkez bölgesinde çok sayıda yazlık site bulunur. Datça-Bozburun Çevre Düzeni Planı Araştırma Raporu’na göre, plan sınırları içerisinde, çoğu siteler halinde inşa edilmiş yaklaşık 6.500 ikinci konut bulunuyor. Bu yazlık konutlar son dönemde, emekli olan eski yazlıkçıların Datça’ya yerleşmesiyle kışın da kullanılan daimi konutlara dönüşmüş durumda.

Datça-Bozburun Çevre Düzeni Planı’na dair en önemli itiraz noktalarından biri Datça’nın koylarının imara açılmasıdır. Datça’da büyüklü küçüklü 52 koy var. Bunların büyük bir kısmında yerleşim yokken, bazılarına karayolu ulaşımı dahi yoktur. Doğal sit alanı olan koyların bazılarına bu planla turizm ve günübirlik tesis, yani restoran, kafe, açık spor alanları kullanımı getirilmiştir. Ayrıca, orman alanları, doğal karakteri korunacak alanlar ve ağaçlandırılacak alanlardaki özel mülk sahiplerine yapılaşma izni de verilmiştir. Bahsi geçen alanların planın yüzde 80’ini oluşturduğu düşünülürse, koruma alanlarının büyük bir kısmı özel mülk olduğu gerekçesiyle korunmayacaktır.

Palamutbükü ve Mesudiye’nin yapılaşmış koylarında ise, turizm tesislerine turizm belgesi zorunluluğu getirilmesi, minimum parsel büyüklüğünün halihazırdaki parsel büyüklüklerinden daha yüksek olması arsaların el değiştireceği ve var olan pansiyon turizminin büyük otellere dönüşeceği, kışın çiftçi yazın turizmci olan yerli halkın ise turizm işçisine dönüşeceği yorumlarını getiriyor.

Büyük kentlerdeki mutenalaştırma süreçlerini turizm kentlerinde de görmek mümkün. Bugün, Datça’ya sonradan yerleşmiş olanların sayısı yerlileri geçmiş durumda. Alaçatı’da yapılan bir araştırmaya göre, “tarihî kent merkezinden kentin yeni gelişme alanlarına göç eden yerel halk için Alaçatı yaşama maliyetinin yalnızca ekonomik olarak değil, toplumsal olarak da gün geçtikçe ağırlaştığı bir yer haline gelmiştir.”6

Datça Bozburun planında yer alan agro-turizm konusu da üzerinde durmayı gerektiriyor. Plan raporunda agro-turizm (tarım turizmi) şöyle tanımlanıyor: “Temel olarak küçük çiftlikler olmak üzere, çiftçilere ek gelir sağlamak amacıyla bağ, bahçe, tarla, ahır, ağıl, kümes vb. tarımsal üretim alanları ile küçük ölçekli ve geleneksel gıda işleme tesisleri gibi faaliyet alanlarını ziyaret etmek, günlük işlerine katılmak, çiftlik evinde gecelemek, gezinmek, eğlenmek, alış veriş yapmak ve bazen de eğitim almak gibi aktivitelerin bir veya birkaçını kapsayan turizm türü.” Agro-turizmin geliştirileceği alanlar olarak köy yerleşim alanları ve çevreleri planlanmış. Bu alanlarda da yapılaşma yoğunluğunun planda arttığını görüyoruz.

Planın en çok tartışılan konularından biri de Bağlarözü’ne yapılması planlanan marina. Bağlarözü Knidos Antik kentine en yakın ve 1. derece arkeolojik sit alanı içinde olması nedeniyle yapılaşmamış koylardan biri. Knidos antik kentinin içerisinde bulunan limanın, yoğun kullanımın yarattığı sorunlar nedeniyle kaldırılması için yeni bir liman yapılması savunuluyor. Oysa Knidos’ta teknelerin yanaştığı bir iskele mevcut. Bu iskelenin kaldırılması bölgenin korunabilmesine yönelik atılmış olumlu bir adım. Bağlarözü’ne liman yapılması beraberinde yapılaşmayı da getirecek. Planda, koyların büyük çoğunluğuna iskele vb. kullanımların yerleştirildiğini görüyoruz. Buna bakarak giderek yoğunlaşan yat turizminin tüm koyları tahrip edeceğini söylemek mümkün.

Datçalı ne istiyor?

Datça, planlama sistemini içinden çıkılamaz hale getiren iktidarların yönetememe krizi ve plan hizmetini sunmakla sorumlu kurumların yetersizliği nedeniyle yıllarca  plansız kalmış bir bölge. Datçalıların en temel sorusu 20 yılı aşkın süredir plansız kaldığı için sayıları bir hayli olan, çoğu pansiyon, restoran gibi ticarî kullanımdaki kaçak yapının başına ne geleceği. Bir yandan orman, deniz, tarih korunsun istiyorlar, ama evlerini ve işyerlerini de kaybetmek istemiyorlar.

Turizm sektörünün geleceğine dair temel eğilim pansiyon, apart otel, butik otel gibi küçük ölçekli faaliyetlerin devamı yönünde. Şirketleşmiş büyük otellerin gelmesini bir kesim istemezken, daha yoğun ve yüksek getirili turizmin gelişmesini destekleyen bir kesim de mevcut. Datça’da tarımdan gelir elde edemediği, yeterli araziye sahip olmadığı için tarımdan kopmuş bir genç nüfus var ve bu nüfusta işsizlik oranı çok yüksek. Bu nedenle istihdamın arttırılmasını sağlayacak gelişmeleri talep ediyorlar. Tarımdan tamamen kopulmuş değil, yazın turizm, kışın tarım yapılıyor, badem, zeytin ve bal önemli gelir kaynaklarından. Bu nedenle tarımın desteklenmesini istiyorlar.

Temel ihtiyaçların karşılanması dışında, olağanüstü büyümek gibi bir eğilim Datça’ya hakim değil. Turizmin bölgenin doğal güzelliklerinden kaynaklandığının farkındalar, doğal alanların ve denizin korunmasını istiyorlar. Arıtma sistemi, içme suyu ve yangın riskine karşı altyapının geliştirilmesi önemli taleplerden. 

Datça’da tarımın yerini daha ağırlıklı olarak turizm alacağa benziyor. Turizmin ölçeğinin büyümesi, daha çok turist, daha çok işletme, daha çok kirlilik ve tahribat demek. Üstelik, bu yerli halk için zenginleşmek anlamına da gelmiyor. Emek sömürüsünün en yoğun yaşandığı sektörlerden biri olan turizmde ölçek büyüdükçe işçi sayısı ve kazanılan ücretler düşüyor. Tarım yerine turizmi koyduğunuzda, ister agro ister yeşil olsun, kapitalist üretim ilişkilerinin içinden çıkılamıyor. Sonuç olarak ortaya, korunmuş gibi yapılan kıyı ve orman alanları; sadece turistik cazibesi ölçüsünde korunan tarihî alanlar; kırsal/ tarımsal kültürün pazarlanabildiği ölçüde yaşanabildiği ya da karikatürize edilerek yeniden var edildiği bir garabet çıkıyor. Bu sorun tarımı yeniden canlandırmakla, doğal tarım yöntemlerini geliştirmekle ve küçük çiftçinin örgütlenmesiyle çözülür mü? Turizm ve ekoloji arasındaki gerilimli çelişkinin çözümü zaman alacak bir mücadele meselesi.

----------------------------------------------

Kaynakça

Image removed. Kurtuluş, Hatice, (2011), Mübadeleyle Giden Rumlar Turizmle Gelen Avrupalılar, Bağlam yayınları, İstanbul.

Image removed. TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı, (2014), Datça-Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgesine Ait 1/25.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı Revizyonu Planı Araştırma Raporu.

Image removed. TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı, (2014), Datça-Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgesine Ait 1/25.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı Revizyonu Planı Açıklama Raporu.

Image removed.            Töre, Evrim Özkan; Eren Özdemir, Zeynep; Çevik, Gülay; Korkmaz, Zeynep, Gökdemir, Mine, (2010), “İkinci Konut Turizminin Çevresel Etkileri: Trakya Kıyıları Örneği”, Kentleri Korumak savunmak, 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 33. Kolokyumu, TMMOB Şehir Plancıları Odası, Ankara.

Image removed. Doğmuş, Oytun Eylem, (2010), “Turizmin Antalya’ya Kaybettirdikleri: Bellek Üzerine Mekânsal Bir İnceleme”, Kentleri Korumak savunmak, 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 33. Kolokyumu, TMMOB Şehir Plancıları Odası, Ankara.

Image removed. Meşhur, Mehmet Çağlar; Serdaroğlu Sağ, Neslihan; Levend, Sinan, (2010), “Kıyılar Ve Orman Alanlarını Korumak/ Savunmak: Kısmi Yapılaşmanın Kıyıları”, Kentleri Korumak savunmak, 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 33. Kolokyumu, TMMOB Şehir Plancıları Odası, Ankara.

Image removed.            Tezcan, Ayhan Melih; Penbecioğlu, Mehmet, (2010), “Neoliberal Kentleşme Süreci Ve Kıyı Kentlerinde Mutenalaşma: Alaçatı Üzerine Bir Değerlendirme”, Kentleri Korumak savunmak, 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 33. Kolokyumu, TMMOB Şehir Plancıları Odası, Ankara.

--------------------------------------------------

2 Kurtuluş, 2011, s.105.

3 Töre, vd. 2010, s. 535

4 Doğmuş, 2010, s. 493

5 Meşhur vd., 2010, s. 550

6          Tezcan, Penpecioğlu, 2007, s. 514