Dink cinayeti ve devlet yalanları

PDF

Hrant Dink cinayetinin planlanmasında ve işlenmesinde devletin ‘Ben bu işin içinde yokum’ sözüne bir an inansak dahi, katillerin yargılanmasında, ihmali ve kastı olan devlet görevlilerinin korunmasında devletin suç ortağı olduğu açık. Devletin tüm erkleri bu cinayetin içine karışmıştır. Devleti yönetenler yani yürütme ve yargı cinayete ortak edilmiştir.

Ne derse desin; devlet cinayetin planlanmasında, işlenmesinde, yargılanmasında ve dosyanın üzerinin örtülmesinde, polisiyle, jandarmasıyla, istihbaratçısıyla, siyasetçisiyle, müfettişiyle, savcısıyla, yargıcıyla rol oynamıştır.

İlk olarak 17 Ağustos 2010 tarihli bir köşe yazısında Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün emrindeki Devlet Denetleme Kurulu’nu (DDK) harekete geçirmesi talebinde bulunmuş, daha sonraki yazılarımda ‘DDK raporunu devletin namusunu kurtaracak son şans’ demiştim.

Ancak 2012 yılı Ocak ayında kamuoyuna açıklanan rapor ile maalesef bu şans da kaybedildi.

Raporu şöyle üstten okuyunca bile şu sonucu çıkartabiliyorum: Dink cinayetinde oyun (yalanlar) sürüyor. Hem de bir kısım bürokratlar, devletin tüm gücünü insanları bu yalanlara inanmaya zorluyor ama toplum açısından oyun bitti, yalanların son kullanım süresi doldu. Devlet tüm gücüyle kamu görevlilerini hâla aklamaya çalışsa da çabası sonuç vermeyecektir.

Dink cinayeti siyasi cinayetler tarihimizin son halkasıdır ve her siyasi cinayet gibi katillerin, sorumluların ve devletin gerçekten yargılandığı yer toplumun vicdanıdır. Toplumun vicdanında kimin suçlu olduğu da çoktan karara bağlanmıştır. Mahkemelerin karanının vicdanlardaki karara uygun olması beklenirdi. Siyasi cinayet davalarının doğası da budur; vicdanlara uygun karar verilmesi.

Yalnız beş yıl boyunca katillerin yargılandığı İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin azmettirici Yasin Hayal dışındaki herkesi beraat ettirmesi ve ‘örgüt yok’ şeklindeki 17 Ocak 2012 tarihinde verdiği kararın yarattığı tepki de işte bu nedenle büyük oldu. Mahkemenin verdiği karar ile toplum vicdanındaki karar birbirinden çok farklıydı.

Mahkeme ‘cinayetin arkasında örgüt yok’ diyordu ama ‘devletin cinayetteki parmak izi’ olan Trabzon Emniyeti’nin resmi istihbarat elemanı Erhan Tuncel’i beraat ettirerek aslında ‘örgütün’ gücünü gösteriyordu.

Bu cinayetin üstünün örtüldüğü alanlardan birisini de medya oluşturdu. Cinayette sorumluluğu olan istihbaratçıların yönlendirdiği gazeteciler gerçeği aramak yerine oyuna ortak edildi. Medyada Dink cinayetiyle ilgili dezenformasyon, 2009 yılı Ocak ayında kaleme aldığım ‘Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları’ kitabıyla son buldu.

Beş yılda bir arpa boyu yol alındı

Hrant Dink 19 Ocak 2007 tarihinde öldürüldü. Dink’in öldürülüşü o kadar siyasi idi ki; öldürülüş biçimi bile bir intikam mesajı taşıyordu. Tıpkı, 15 Mart 1921 tarihinde Berlin’de sokak ortasında Ermeniler’in öldürdüğü İttihat ve Terakki Partisi kurucularından Talat Paşa gibi başının arkasından vurulmuştu. Ermeni kökenli gazeteci Hrant Dink İstanbul’un göbeğinde Şişli’de Agos gazetesinin önünde gündüz saat 14.57’de herkesin gözü önünde öldürüldü.17 yaşındaki katil yakalanmak ister gibiydi. Hatta olay yerinde ‘Ben öldürdüm’ diye bağırmıştı. İstanbul’un en kalabalık caddesinde kolayca tanınmak ister gibi başında beyaz bir bere taşıyordu.

Zayıf, çelimsiz 17 yaşındaki çocuk elindeki silahla etrafa hiç ateş açmadığı halde kimse onu yakalamak için üzerine atılmamıştı. Silahı beline koydu, İstanbul’daki yakınlarının yanına gitti. Geceyi orada geçirdi. Ertesi sabah beyaz beresi ve üzerinde taşıdığı Türk bayrağı ile memleketi Trabzon’a dönmek üzere otobüse bindi. Katil Ogün Samast yakalanacaktı ama olay yerinden kaçmıştı. Plan bozuldu. Trabzon’da durumu haber alan birileri katil çocuğu öldürmek için Giresun’a doğru yola çıktı. Ancak katil Samast, Samsun’da yakalandı. Üzerinde beyaz beresi, İstanbul’a gelirken yanında getirdiği ve cinayetin alametifarikası Türk bayrağı yanındaydı. Zaten Türkiye’de tüm siyasi cinayetler, ‘vatan millet ve bayrak’ adına işlenmez miydi? Bu kez de öyle oldu. Katil Samsun’da verdiği ilk ifadede Ermeni kökenli gazeteci Hrant Dink’i ‘Türklüğe hakaret ettiği’ gerekçesiyle öldürdüğünü söyledi. 1979 yılında gazeteci Abdi İpekçi’yi öldüren milliyetçi katil Mehmet Ali Ağca gibi cinayeti tek başına, miliyetçi duygularca işlemişti.

Hrant Dink’i öldüren katilin verdiği ifadeyi dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah de tekrar etti. Ona göre de ‘Cinayet milletçi duyularla tek başına işlenmişti.’ Faili meçhul cinayetler tarihinde bir sahne yıllar sonra tekrarlanıyordu.

Devletin parmak izi

Ama çok geçmedi. Cinayette devletin parmak izi ortaya çıktı. Adı Erhan Tuncel’di. Trabzon Emniyet Müdürlüğü Yardımcı İstihbarat Elemanı (YİE) idi. Tuncel, cinayetin işleneceğini bir yıl öncesinden haber vermişti. Cinayetten Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek dahil, tüm polislerin haberi vardı. Hatta cinayet ihbarı 17 Şubat 2006 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne, yine aynı tarihte Ankara’da İstihbarat Dairesi Başkanlığı’nda azınlık ve sağ terör örgütleriyle ilgili olan C Şubesi’ne gönderilmişti. Tam bir yıl önce Trabzon, Ankara ve İstanbul polisi Hrant Dink’in öldürüleceğinden haberdardı. Katil Ogün Samast’ın yakalanması ardından onu azmettirdiği gerekçesiyle Yasin Hayal ve arkadaşları Trabzon’da yakalanarak İstanbul’a gönderildi. Bir gün sonra da Erhan Tuncel Trabzon’da yakalandı ve İstanbul Emniyeti’ne teslim edildi. Cinayetten üç gün sonra 22 Ocak 2007 tarihinde Erhan Tuncel, devlet ile bağlantılarını anlattı. Cinayeti Yasin Hayal’ın planladığını söyledi. Ancak Yasin Hayal ve diğer sanıklar, başka şeyler anlatıyordu. İddialara göre, cinayet fikrini Erhan Tuncel ortaya atmış, Hrant Dink ile ilgili adres, fotoğraf gibi tüm bilgileri Tuncel sağlamıştı. Zaten Yasin Hayal ve katil Ogün Samast Hrant Dink’i tanımadığını, hayatlarında Agos gazetesi okumadağını söylüyordu. İddiaya göre devletin istihbarat elemanı, ‘Av’ı’ (Hrant Dink) ve ‘Avcı’yı’ (Yasin Hayal, Ogün Samast ve arkadaşları) belirlemişti.Bu, cinayetin planlanması aşamasında devletin parmak izinin tespit edilmesiydi. İşte bu noktada Trabzon Emniyeti’nin başındaki Ramazan Akyürek, İstihbarat Dairesi C Şubesi Müdürü Ali Fuat Yılmazer, İstanbul Emniyeti’nin başındaki Celalettin Cerrah ve İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler başta olmak üzere, bu cinayette sorumlu noktadaydılar. Trabzon Jandarma Alay Komutanı Albay Ali Öz ve elbette Milli İstihbarat Teşkilatı da (MİT) hem cinayeti biliyor hem de gerçekleşmesi için gözlerini kapatıyordu.

Onlar cinayete gözlerini kapatıyordu, cinayetten sonra da soruşturma ve inceleme yapan diğer devlet birimleri de onların suçlarını örtüyordu.

İşte size bir bilanço: Bugüne kadar devlet bu konuda 28 tane rapor yazdı. Mahkeme ve savcılıklar 50 civarında görevsizlik, yetkisizlik, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar verdi. Cinayetle ilgili iki iddianame yazıldı. Cinayete azmettiren ve planlayanların yargılandığı davada yalnız Yasin Hayal ile katil Ogün Samast ceza aldı. Polisin istihbarat elemanı olan ve cinayette sanıkları yönlendirdiği iddia edilen Erhan Tuncel, beş yıl süren yargılama sonrasında beraat etti.

Yalnızca Trabzon’da Jandarma personeli hakim karşısına çıktı ve dört kişi hakkında dört ay hapis, bir kişi hakkında altı ay hapis, iki kişi hakkında ise beraat kararı verildi.

Hrant Dink’in öldürüleceğini 2003 yılından beri bilen MİT’ten hiçbir kişi bırakın yargılanmayı, savcı karşısında ifade bile vermedi. 2004 yılında Dink’i tehdit ettiği iddia edilen MİT İstanbul Bölge Başkan Yardımcısı Özel Yılmaz hakkında soruşturma açılmazken görevden alınmak yerine terfi ettirilerek İzmir iline Bölge Başkanı yapıldı.

Gelelim polise... Hrant Dink cinayetinde en fazla ihmali, hatta ölüme varan ihmali olan Trabzon, İstanbul ve Ankara’daki polislerden hiçbirisi yargılanmadı. Hiçbirisi mahkemeye çıkmadı, hatta savcıya ifade bile vermedi. Oysa cinayetin planlandığı ilk günden beri işin içinde olan kuruluşların başında polis geliyordu. Devletin hazırladığı 28 tane raporun çoğu da polislerin aklanmasına yönelikti. Gizli bir el polisleri hep korudu. Bugüne kadar polislerden yalnız bir kişi uzun süreli terfi durdurma cezası aldı. Beş polis aylıktan kesme, üç personele kınama birine de uyarma cezası verildi. Tam 31 kişi hakkında da soruşturmaya gerek olmadığı kararı çıkmıştı.

Ankara’nın derin dehlizleri

Devletin hazırladığı bu raporlar içerisinde iki tanesi oldukça önemli. Bunlardan birincisi 10 Ekim 2008 tarihli Başbakanlık Teftiş Kurulu (BTK) raporudur. İkincisi ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hazırlattığı DDK raporudur.Başbakan’ın hazırlattığı raporda İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek, İstihbarat Dairesi C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer açık olarak suçlanmaktadır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da 2 Aralık 2008 tarihinde bu raporu imzalamıştır. Ancak bu rapor, hiçbir zaman yargılama konusu olmadı. Aksine Ankara’da bürokrasi çarkları içinde yok edildi.

Başbakan Erdoğan, 17 Ocak 2012 tarihinde cinayeti işleyen örgütün beraat etmesinden sonra Hrant Dink cinayeti konusunda şöyle önemli bir teminat vermişti; ‘Dink cinayeti Ankara’nın derin dehlizlerinde kaybolmaz, kaybolamaz.’

Ancak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün büyük bir hassasiyet göstererek hazırlattığı DDK raporu, Başbakan Erdoğan’ın imzasını taşıyan en önemli raporun o delhizlerde nasıl kaybedildiğini gözler önüne serdi.

DDK raporunun 304 ve 313’üncü sayfaları arasında bu süreç tüm ayrıntıları ile anlatılıyor. Şimdi tarih tarih bu süreci özetleyeyim:

 10 Ekim 2008: BTK Hrant Dink cinayetinde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı personelinin ihmali olduğuna dair rapor hazırladı.

 28 Aralık 2008: Başbakan Erdoğan kendisine bağlı BTK’nin raporunu imzaladı. Bu, Hrant Dink cinayetinde görevi ihmal ettiği belirlenen Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı personeli hakkında ön inceleme yapılması, yani adı geçen polisler ve ismi belirlenecek diğerleri hakkında rapor hazırlanıp savcılıklara bildirilmesi anlamına geliyordu.

9 Ekim 2009: İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri, Başbakanlık’ın talebi olan ‘ön inceleme’ yerine adı geçen polisler hakkında bir araştırma raporu hazırladı.Müfettişler, ‘ön inceleme yapmak’ yerine Başbakanlık’ın araştırdığı konu hakkında yeniden bir araştırma yaptı. Mülkiye Müfettişleri bu raporda, İstihbarat Daire Başkanlığı personeli hakkında ‘görevi ihmal’ iddialarıyla ilgili yapılacak bir işlem bulunmadığını yazdı. Yani polisleri akladılar.

8 Aralık 2009: İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişler; polisleri akladığı bu raporu Başbakanlık’a gönderdi.

18 Ocak 2010: BTK Başkanlığı Mülkiye Müfettişleri’ne bir yazı göndererek polisleri aklayan raporun hukuksuz olduğunu bildirdi.

22 Ocak 2010: Başbakanlık, Mülkiye Müfettişleri’ne, ‘Göreviniz araştırma raporu yazmak değil, kişiler hakkında ön inceleme yapmak’ diyerek raporun gereğinin yapılması için itiraz yazısını İçişleri Bakanlığı Mülkiye Teftiş Kurulu’na gönderdi.

17 Mart 2010: Birbiriyle çelişen iki raporun ortaya çıkması üzerine dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Başbakanlık’a bir yazı göndererek, ‘Mülkiye Müfettişleri ile Başbakanlık Müfettişleri’nden ortak bir inceleme ve araştırma ekibi oluşturulması’ talebinde bulundu.

30 Nisan 2010: BTK Başkanı bir yazı ile bu talebi reddetti. BTK Başkanı, yazısında ‘Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından yapılan inceleme neticesinde tespit edilen konularda görev, yetki ve takdirin İçişleri Bakanlığı’nda olduğu’nu hatırlattı. Yani Başbakanlık’ın raporunun gereğinin yapılmasını istedi.

5 Mayıs 2010: İçişleri Bakanlığı raporun gereğini yapmak yerine, Bakan Atalay’ın imzasıyla ‘BTK raporundaki iddiaların işleme konulmaması kararı’ aldı.

2 Şubat 2012: Cumhurbaşkanlığı DDK, Başbakanlık’ın raporunun sümen altı edildiğini belirledi. Ancak Başbakanlık’ın raporunun gereğinin yapılmasını talep etmek yerine, raporda ‘Dink ailesinin avukatlarının bu duruma idari yargı yoluyla itiraz etmediği gerekçesiyle İstihbarat Dairesi Başkanlığı personeli hakkında yapılacak bir işlem bulunmadığı’ sonucuna yer verdi. Böylece Başbakan Erdoğan’ın imzasını taşıyan rapor, Başbakanlık’la İçişleri Bakanlığı arasında gide gele ‘Ankara’nın derin dehlizlerinde’ kaybolup gitti.

Cumhurbaşkanı raporu da gölgelendi

Cinayetin başından beri devlet görevlilerinin korunması alışkanlığı ne yazık ki Cumhurbaşkanlığı DDK raporunda da sürdü. DDK raporunun tam bir tarafsızlıkla objektif ve kamuoyunun vicdanına uygun çıkması beklenirdi. Ancak görüldü ki, yine polislerin özellikle Başbakanlık’ın raporuna rağmen istihbaratçı polisleri aklayan onları sorumluluktan kurtaran bir rapor yazılmış. Bunun en büyük nedenlerinden birisi de DDK raporunu hazırlayacak ekip arasında Mehmet Ali Özkılıç’ın olmasıdır. Mehmet Ali Özkılıç, Mülkiye Başmüfettişi Şükrü Yıldız ile birlikte beş yıl önce 5 Şubat 2007 tarihinde, Hrant Dink cinayetinde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı görevlilerinin sorumluluklarının olmadığına dair (sayı138/12,93/11) araştırma raporu yazmıştı. Aradan geçen süre içinde Mehmet Ali Özkılıç, İçişleri Bakanlığı müfettişliğinden Cumhurbaşkanlığı DDK üyeliğine atandı. Dolayısıyla, Hrant Dink cinayeti hakkında yapılacak bir araştırmada Özkılıç’a görev verilmemesi gerekirdi. Çünkü, Özkılıç’ın imzasını taşıyacak bir DDK raporunun inandırıcılığı zayıf olacaktı. Bu polisler hakkında aklama raporu yazan Özkılıç’ın hatası olduğundan değil, DDK raporu hakkında soru işareti oluşmaması için gerekliydi. Ancak, Özkılıç bu araştırma ekibine dahil edildi. Sonunda 2 Şubat 2012 tarihini taşıyan ve Özkılıç’ın da imzası bulunan DDK raporuna, tıpkı beş yıl önceki rapor gibi Emniyet İstihbarat Dairesi görevlileri hakkında ‘Dink cinayeti nedeniyle yapılacak bir işlem bulunmadığı’ yazıldı.

Sonuç: Devlet devleti suçlamaz

Sonunda geldiğimiz nokta kocaman bir sıfırdır. Çünkü iki sanık cinayetten mahkum olmuş, Jandarma personelinden dört kişi hakkında dört ay, bir kişi hakkında altı ay hapis cezası verilmiştir. Para cezaları dışında hiçbir polis ceza almamış, tamamına yakını hakkında soruşturma dahi açılmamıştır. Ben bile bu polislerin ihmallerini kitap halinde yayınladım diye 30 yıl hapis istemiyle yargılandım, beraat ettim. Hatta bu polislerin başında olduğu Ergenekon operasyonunda ‘intikam’ amaçlı olarak tutuklandım, 13 ay boş yere hapis yattım ama ne bir tek Jandarma, polis, MİT’çi, ne hakim ne de savcı önüne çıktı. Anladım ki, ‘Devlet; devleti suçlamaz.’ Anladım ki artık ‘istihbarat yalanlarının’ yerini ‘devlet yalanları’ almıştır. Gazeteci olarak da görevim, tıpkı istihbaratçıların olduğu gibi devletin yalanlarını da ortaya çıkarmaktır; ‘Hrant için Adalet için...’