ÇED raporları çevresel etkiyi değerlendirebilir mi? - Yayınlar

Gonca Yılmaz

Türkiye’de Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreci
dendiğinde, mevzuat açısından aklımıza ilk olarak ÇED Yönetmeliği ve Çevre
Kanunu gelir, zira ÇED raporu hukukî dayanağını önce Çevre Kanunu’ndan, daha
sonra da bu kanuna uygun olarak çıkarılmış ÇED yönetmeliğinden alır.
 

Çevre Kanunu 1983 yılında yürürlüğe girmiştir. Çevre
Kanunu’nun 10. maddesi, gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetler sonucu çevre
sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmelerin, ÇED raporu almasını
şart koşmuş ve bu sürecin Bakanlık tarafından çıkartılacak bir yönetmelikle
düzenleneceğini ifade etmiştir.

ÇED Yönetmeliği olarak anılan bu yönetmeliğin
yürürlüğe girmesi ise maalesef 1993 yılını bulmuştur. İlk yönetmelikten bu
zamana kadar geçen süre içinde, ÇED yönetmeliğinde 1997’de bir kez, 2002’de iki
kez, 2004, 2008 ve 2009’da birer kez ve 2011’de iki kez olmak üzere toplam
sekiz defa değişikliğe gidilmiş, yönetmelik üç kez tamamıyla yürürlükten kaldırılmıştır.

Yönetmelikte yapılan bütün değişiklikleri
incelediğimizde, 1993 tarihli ilk yönetmeliğin en iyi yönetmelik olduğunu
söyleyebiliriz. Zira daha sonra yapılan ve yatırım ve enerji sektörünün baskılarıyla
ortaya çıktığını düşündüğümüz değişiklikler her geçen yıl biraz daha çevre
koruması amacından uzaklaşmış, her yapılan değişiklik biraz daha yatırımcıların
önünü açmaya meyletmiştir. 1997 yılından sonra yapılan değişikliklerle ÇED
yönetmeliğinin Çevre Kanunu’nda yer alan amaçtan giderek uzaklaştığı açıkça
görülmektedir.

Siyasî iktidarların ÇED sürecini yatırımcının önünde
bir “engel” olmaktan çıkaran politikalarının sonuçları, ÇED Genel Müdürlüğü ÇED
istatistikleri ile de açıkça görülmektedir.

ÇED İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü tarafından tutulan
1993-2010 yılları arasındaki ÇED kararları istatistiklerine göre, 17 yıllık
dönem içinde verilen 33 bin 824 ÇED kararından sadece otuz ikisi “ÇED olumsuz”
olarak verilmiştir. “ÇED gerekli değildir” kararı sayısı ise 31 bin 285’tir.
Aşağıdaki tablo ÇED Genel Müdürlüğü web sitesinden alınmıştır.

Bu grafik yoruma gerek bırakmıyor. Ancak, kısaca şunu
söyleyebiliriz; dört bir yanı doğal sit alanı, koruma havzası, orman, tarihî
sit alanı olan ülkemizde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı birimler
binlerce, hatta yüzbinlerce proje içinden maalesef sadece otuz ikisinin doğaya
ve çevreye zarar verebileceğini öngörmüştür. Bu arada, ÇED olumsuz raporu
verilen bu otuz iki projenin iptal olduğu gibi bir yanlış anlamaya yol açmayalım.
Bu projeler muhtelif şekillerde değiştirilerek, bir kısım projeler parçalara
bölünerek yeniden başvuruda bulunulmuş, önemli bir kısmı da ÇED olumlu veya ÇED
gerekli değil kararları ile uygulanmaktadır.

Bu çerçevede 2008 tarihli ÇED yönetmeliğinin de barındırdığı
geçici 3. maddeden mutlaka söz etmemiz gerek. Başlığı “Kapsam dışı projeler”
olan bu madde şöyle:    

“GEÇİCİ MADDE 3 – (1) 7/2/1993 tarihli ve 21489 sayılı
Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi yönetmeliğinden önce
uygulama projeleri onaylanmış veya çevre mevzuatı ve ilgili diğer mevzuat uyarınca
yetkili mercilerden izin, ruhsat veya onay ya da kamulaştırma kararı alınmış
veya yatırım programına alınmış veya mevzi imar planları onaylanmış projelere
veya bu tarihten önce üretim ve/veya işletmeye başladığı belgelenen projelere
Çevre Kanunu ve ilgili diğer yönetmeliklerde alınması gereken izinler saklı
kalmak kaydıyla bu yönetmelik hükümleri uygulanmaz.”

Bu madde neden önemlidir? Çünkü şu anda halen çevre açısından
en önemli zararları barındıran büyük çaplı yatırımlar, Ilısu barajı,
Gebze-İzmir otoyol projesi ve benzeri pek çok büyük proje 1993 tarihinden önce
yatırım programına alınmış olduğu gerekçesiyle çevresel etkileri analiz
edilmeden, hesaplanmadan ve özetle devlet tarafından çevre umursanmadan
uygulamaya konmuştur.

ÇED sürecinin işleyişi

“ÇED süreci nasıl işler?” sorusuna bu bilgiler ışığında
cevap vermek gerekirse... Öncelikle, ÇED yönetmeliğinin ekinde bulunan birtakım
listelerden söz etmek gerekir. Bu listelere biz hukukçular kısaca Ek1 ve Ek2
diyoruz. Ek1 listesinde bulunan yatırımlar ÇED raporuna, Ek2 listesindekiler
ise seçme ve eleme kriterlerine ve Proje Tanıtım Dosyası’na tâbidir. Proje Tanıtım
Dosyası ile yapılan başvurular sonucu, o projeye  “ÇED gereklidir” veya  “ÇED gerekli değildir” kararı verilir. Ki bu
başvurular Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bir yetki devri ile projenin
gerçekleşeceği ilin valiliğine bırakılmıştır. Eğer proje hakkında “ÇED
gereklidir” kararı alınırsa, bu kez ÇED raporu hazırlanarak başvuru yine ÇED
Genel Müdürlüğü’ne yapılır. ÇED raporu ile yapılan başvurularda ise Bakanlık
birimleri  ÇED olumlu veya ÇED olumsuz
kararı vermektedir. Bu süreç şöyle ilerler; Ek1 listesine tâbi projelerde ÇED
başvuru dosyasıyla başvuru yapılır. Bakanlık üç işgünü içinde başvuru dosyasını
oluşturarak bir komisyon oluşturur ve ÇED sürecinin başladığını halka duyurur.
Halkın katılımı toplantısı için gün belirlenir ve bu toplantı tarihinden en geç
on gün öncesi olacak şekilde, biri yerel, biri de ülke genelinde gazete ilanıyla
uygun şekillerde halka duyurulur. Aslında mevzuat “Halkın katılımı toplantısında
halka projeyle ilgili bilgi verilir” demektedir. Ama aslında, uygulamada proje
henüz yeni ve başvuru aşamasında olduğu için halkın katılımı toplantısına katılan
ilgili kişiler dahi proje hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadıklarından bilgi
verme denen süreç, halktan bilgi alma sürecine dönüşür. Halkın itirazları
dinlenir, bu itirazlar not alınır ve ileride bu itirazları gidermeye yönelik
raporlar oluşturmak üzere kayda geçirilir. Bu nedenle, uygulamada aslında çok
kritik bir öneme sahip olması gereken halkın bilgilendirilmesi toplantısı bir
formalite olarak yerine getirilmekte, adeta yasak savulmaktadır. Bu toplantının
ardından yedi gün içinde özel format ve kapsam belirleme toplantısı yapılır. Bu
toplantıda projenin durumu değerlendirilir. Toplantıya katılan bütün kuruluşların
görüşleri alınır, tutanak tutulur. Firmaya söz konusu faaliyetiyle ilgili hangi
hususlara dikkat etmesi gerektiğine dair bir “kapsam” verilir ve bu kapsama
göre bir ÇED raporu hazırlaması beklenir. ÇED raporu Bakanlığa sunulduktan
sonra, halkın görüş ve önerilerine açılır. Eğer itirazlar olursa ve ciddiye alınırsa,
bu itirazlar da ÇED raporuna eklendikten sonra, “ÇED olumlu” veya “ÇED olumsuz”
kararı verilir ki, grafikten de anlaşılacağı üzere, “ÇED olumsuz” kararı
verilmesi pek de yüksek bir olasılık değildir. “ÇED olumlu” kararından sonra,
yatırımcı şirketin yedi yıl içinde yatırıma başlaması gerekir. 

ÇED süreci bir formalite midir?

Yukarıda bahsettiğimiz gibi, ÇED sürecine mevzuat açısından
eleştirilerimiz olmakla birlikte, esas sorun uygulamaya dairdir. Mesela, yukarıda
bahsettiğimiz gibi, halkın bilgilendirilmesi toplantısı tamamen işlevini
yitirmiş ve bir formaliteye dönüşmüştür. Günümüzde hidroelektrik santral veya
termik santral projelerinde halkın bilgilendirilmesi toplantılarının artık
yerel halk tarafından protesto edilerek yaptırılmak istenmemesinin nedeni
budur. Halk demokratik bir hakkını kullanmakta ve yasalar ile öngörülen bir
hakkın formaliteye dönüştürülmesine karşı onayının olmadığını ortaya koymaktadır.

Formaliteye dönüşmüş ikinci bir süreç ise ÇED
raporunun hazırlanışıdır. ÇED raporu güvenilirliği ve tarafsızlığı kendinden
menkul birtakım özel şirketler tarafından hazırlanmaktadır. Tabii ki bu
şirketler yatırımcı şirket ile müşteri ilişkisi içinde ve ekonomik olarak da
onlara bağlı durumdadır. Hayatın olağan akışı içinde ücretini kendisinden aldığınız  yatırımcı şirket olan müşterinizin aleyhine
bir rapor hazırlamanız mümkün müdür?

Diğer bir formalite ise, Bakanlığın kendilerine
sunulan ve “olağanüstü çevreci” ÇED raporlarının lafzını temel alarak, projenin
yapılacağı alana dahi gitmeden kâğıt üzerinde “ÇED olumlu” kararı vermesidir.
Bu da Bakanlığın değerlendirmelerinin doğruluğuna ve bilimselliğine dair
şüpheleri ciddi bir şekilde artırmaktadır.

ÇED olumlu kararı verilmeden, projenin yapılacağı
alana gidilmiş olsa bile, projenin uygulama safhasında Bakanlık yetkililerinin
herhangi bir inceleme için proje alanına gitmiyor oluşu, başka bir formalite
görüntüsü daha ortaya çıkarmaktadır. Öyle ki, ÇED raporundaki taahhütler,
teminatlar ve garantiler hayata geçmezken, bunun herhangi bir yaptırımının ve
engelinin olmaması yatırımcıların proje alanında adeta at koşturmasına neden
olmaktadır. Karadeniz bölgesinde gerçekleştirilen, “ÇED olumlu” kararı verilen
bir HES projesinde (Darıca-Çambaşı), inşaat alanı çökmüş, açılan tünel patlamış
olmasına rağmen, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bu gelişmeden bihaber oluşu
ve “ÇED olumlu” kararını yeniden değerlendirmeye dahi almayışı manidar bir
örnektir.
 

ÇED raporu hazırlayan firmalar

ÇED başvuru dosyası, ÇED raporu ve proje tanıtım
dosyası hazırlamak amacıyla faaliyet gösteren kuruluşlara ilişkin yasal usûl ve
esaslar, 17.07.2008 tarihli ve 26939 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan ÇED
Yönetmeliği’nin 18. ve 26. maddelerine dayanarak Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından
hazırlanan 18.12.2009 tarih ve 27436 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmış
“Yeterlik Belgesi Tebliği” ile düzenlenmiştir.

Bu tebliğ incelendiğinde görülecektir ki, bu kadar
önemli bir rapor hazırlayan kuruluşlar ciddi anlamda bir denetime tâbi olmadıkları
gibi, caydırıcı nitelikte herhangi bir yaptırımla da karşı karşıya
bulunmamaktadır. Tebliğ incelendiğinde sadece ÇED Başvuru Dosyası veya ÇED
Raporlarında veya Proje Tanıtım Dosyasında imza uyuşmazlığı olması durumunda,
ÇED firmaları hakkında ilgili makamlara suç duyurusunda bulunulması
öngörülmüştür.

Yine aynı tebliğin ceza tablosu incelendiğinde, sahte
evrak düzenlenmesi halinde bile, bir vize süresi içerisinde ancak altmış ceza
puanına ulaşılması halinde kuruluşun yeterlik belgesi komisyon tarafından iptal
edilmektedir. Bu ihtimalde bile, yeterlik belgesi iptal edilen kuruluşların
iptal tarihinden bir yıl sonra yeniden belge almak için müracaat edebilme hakkına
sahip olduğu hükmü konmuştur.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, ÇED firmalarının hizmetlerine
karşılık gelen ücretin yatırımcı tarafından ödenmesi, ÇED firmalarının
verdikleri raporlarda tarafsız davranamamalarına yol açmaktadır.

ÇED firmalarında görev alan bazı bilirkişilerin
akademik çalışmalarında daha farklı düşünceler ortaya koyarken, ÇED raporu hazırlarken
aynı görüşleri savunmamaları bilimsel özgürlüğün zedelenmesine yol açmakta, ÇED
firmalarının tarafsızlığına zarar vermektedir.

ÇED raporlarının uygulamada maalesef çoğunlukla, yatırımın
uygulanacağı sahaya gidilmeden, bazı makale ve bilimsel yayınlardan, daha önce
hazırlanmış ÇED raporlarından alıntılarla kes-kopyala-yapıştır yöntemiyle hazırlandığını
görmekteyiz.

Özellikle
yakın bir zamanda hazırlanan ve Akkuyu nükleer santrali için hazırlanması
hasebiyle dikkat çeken bir ÇED dosyasıyla gündeme gelen Ankara merkezli bir ÇED
firması, daha önce bir termik santral projesi için hazırladığı raporda termik
santralin ne kadar çevreci olduğundan bahsederken nükleer santral için “çevre
düşmanı” gibi bir sıfat kullanırken, Akkuyu nükleer santrali için hazırladığı
raporda, “Sera gazı, asit yağmuru etkisi sıfır” diyerek nükleer santrali
çevreci ilan edip diğer tip enerji santrallerine “tu-kaka” yakıştırmasında
bulunması herkesin hafızasındadır. Buradan da, anılan ÇED firmasının aslında
hangi tür enerji yatırımı ve hangi tip santral için ÇED raporu hazırlama işini
almışsa o enerji yatırımını çevreci ilan ettiği sonucu aşikâr bir şekilde
ortaya çıkmaktadır. Bu şekilde hazırlanan ÇED raporlarının bilimselliğinden
bahsetmek ne kadar mümkün, takdiri okuyuculara bırakıyorum.

----------------------------------------------------------------------------

Gonca Yılmaz

1975 Malatya doğumlu. İzmir 9 Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde hukuk eğitimi aldı. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans yapıyor. Çevre ve Ekoloji Hareketi Avukatları (ÇEHAV) üyesi, Denge Ekolojik Yaşam Derneği kurucularından. Çevre hukuku ve ekoloji dışında, alternatif eğitim, kadının güçlendirilmesi, temel haklar ve özgürlükler alanlarında çalışıyor, eğitimcilik ve proje koordinatörlüğü yapıyor.