Suriye’den Gelen Sığınmacılar Bakımından Türkiye’de Durum

Nejat Taştan

Suriye’de on binlerce insanın hayatını kaybetmesi, yaralanması ve milyonlarca insanın yerlerinden edilmesine neden olan çatışma ortamının başlamasının üzerinden yaklaşık iki buçuk yıl geçti. 2011 yılı Mart ayında başlayan çatışmalar başta Suriye’ye sınırı olan komşu ülkeler ve giderek tüm Ortadoğu’yu etkileyen insani sonuçlar da yaratmaya devam ediyor. Bu yazının ana eksenini Suriye’den gelen sığınmacıların Türkiye’deki durumunun İnsani sonuçlar bakımından değerlendirmektir. Suriye’deki çatışmalar için yapılabilecek siyasi analizler bu yazının çerçevesi dışında olmasına rağmen, başlangıçta hükümet güçleri/rejim muhalifleri arasında cereyan eden çatışmaların giderek Suriye’de yaşayan farklı etnik ve inanç grupları arasında çatışmaya dönüşmüş olmasını bir tespit olarak akılda tutmamız ve altını çizmemiz gerekiyor. Çünkü bu durum ülke dışına çıkan sığınmacıları, sığınmacıların bulunduğu ülkelerin insani politikalarını, bu politikaların sonuçlarını doğrudan etkileyen ve Türkiye’deki durumu analiz etmemizi kolaylaştıracak bir faktördür.

Suriye’de çatışmaların başlaması ile birlikte Lübnan, Mısır, Irak, Ürdün ve Türkiye hükümetleri insani amaçlarla “açık kapı” politikası uygulayacaklarını açıklamış, bu politika çoğunlukla açık sınır haline dönüşmüş ve bu durum sınırları geçerek giriş yapan sığınmacıların kayıtlarını tutmayı giderek olanaksız hale gelmiştir. Zaman içinde sığınmacıların sayısının hızla artması karşısında bazı ülkeler sınır geçişlerini zorlaştıran önlemler almaya başlamışlardır. Türkiye Hükümeti de sınırı geçerek Türkiye’ye sığınan insanların sayısının hızla artması, çatışmaların Suriye’nin kuzeyine yayılması ve Reyhanlı’da meydana gelen bombalı eylem sonrasında ve özellikle son altı aylık dönemde açık kapı politikasını kısmen terk etmiş ve Suriye sınırını yeniden kontrol almaya yönelmiştir. Bu değişiklik sonrasında sınırın Suriye tarafında kamp alanları oluşturulması ve insani yardımların Suriye içine taşınması çalışmalarının ortağı olmuştur.

Türkiye, Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi ve Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin New York Protokolü’ne çekince koyarak taraf olmuştur. Bu çekincelere göre Türkiye halen sadece Avrupa’dan gelen kişilere mültecilik statüsü tanımakta, Avrupa dışından gelen kişilere ise sadece üçüncü ülkelere gitmelerine kadar Türkiye’de sığınma hakkı vermektedir.

Türkiye Suriye’den gelen sığınmacılara mültecilik statüsü tanımamakta, ancak açık kapı, zorla geri göndermeme, Türkiye’de kalma sürelerine kısıtlama getirmeme ve kamplarda insani yardım sağlamayı içeren geçici koruma sağlamaktadır.

Türkiye hükümeti Suriye’den gelen sığınmacılarla ilgili koordinasyondan sorumlu kuruluş olarak Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nı (AFAD) belirlenmiştir. AFAD’ın koordinasyonunda; İçişleri, Dışişleri, Sağlık, Milli Eğitim, Tarım ve Köyişleri, Ulaştırma ve Maliye Bakanlıkları, Genelkurmay Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Gümrük Müsteşarlığı ve Kızılay ortak çalışmalar yürütmektedir. Ayrıca 21 Eylül 2012 tarihinde Başbakanlık tarafından çalışmaların koordinasyonundan sorumlu bir vali görevlendirilmiştir.

AFAD tarafından özellikle Suriye sınırındaki il ve ilçelerden başlayarak sığınmacılar için barınma merkezi kurulmuştur. Eylül 2013 tarihi itibariyle Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Osmaniye, Adana, Adıyaman, Mardin ve Malatya illerinde 15 çadır kent ve 6 konteyner kent olmak üzere toplam 21 barınma merkezi bulunmaktadır. Türkiye’de kurulan Barınma merkezlerinde sığınmacılara sunulan olanaklar diğer ülkelere kıyasla daha iyi durumda olduğu bilinmektedir. Kamplarda sığınmacıların sağlık, eğitim, yiyecek, iletişim vb. İnsani ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmaktadır.

Türkiye’deki sığınmacıların sayısı tam olarak bilinmemektedir. AFAD tarafından 26 Eylül 2013 tarihinde yapılan resmi açıklamaya göre bugüne kadar Türkiye’ye giriş yapan sığınmacı sayısı 381.274’tür. Bu sığınmacılardan 181.240 kişi Suriye’ye geri dönmüş 200.034 sığınmacı ise yukarıda belirtilen barınma merkezlerinde bulunmaktadır. Bu resmi veriler kamplara kayıt yaptıran sığınmacılara ilişkin verilerdir. Sınırdan geçerek kamplara kayıt olmadan Türkiye’de bulunan sığınmacılara ilişkin verileri içermemektedir ve durumda olan sığınmacılara ilişkin net bir rakam bulunmamaktadır. Çeşitli kaynaklar halen Türkiye’deki sığınmacı sayısının 600 ila 800 bin arasında olduğuna ilişkin veriler açıklamaktadır1. Ve bu sayı her geçen artmaktadır. En iyimser tahminle 400 bin sığınmacı özellikle İstanbul, İzmir, Mersin, Ankara gibi büyük kentler ile Şanlıurfa, Mardin, Diyarbakır, Batman gibi Kürt illerinde yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Sadece İstanbul’da yaşamakta olan sığınmacıların sayısının 100 bin civarında olduğuna ilişkin bilgiler mevcuttur. Ancak kamplara girmeyen sığınmacılar için bir kayıt mekanizmasının olmaması sayılarının ve ihtiyaçlarının tespitini olanaksız kılmaktadır. UNHCR2 tarafından Ürdün, Irak, Lübnan ve Kuzey Afrika’da yürütülen kayıt altına alma çalışması Türkiye’de yapılmamaktadır.

Türkiye hükümeti sığınmacı hareketliliğinin başlamasından itibaren 1,5 yıl boyunca uluslararası yardım örgütleri ve sivil toplum örgütleri işbirliği yapma konusunda istekli davranmamıştır. Örneğin WFP3 ile ilişkiyi ancak bir yıl önce kurmuştur. Türkiye’de kamplarda çalışmalar yapmak isteyen sivil örgütleri ile halen işbirliği yapılmamaktadır.

Yapılan alan araştırmalarına göre sığınmacılar kamplara girmeme nedenleri olarak şunları ifade etmektedir;

İş Bulup Çalışma İsteği; Sığınmacıların bir bölümü büyük şehirlerde çalışarak kamplara oranla daha iyi daha özgür koşullarda yaşayabileceklerine inanmaktadır.

Fiziki koşullar ve güvenlik; Bazı kamplarda maddi olanakların yetersizliği nedeniyle aynı çadır veya konteynerde birden fazla aile barınmak zorunda kalmaktadır. Sınıra yakın kamplar güvenlik açısından risk taşıyan ve çatışma ortamına yakın bölgelerde bulunmaktadır.

İzolasyon ve hareket özgürlüğünün engellenmesi; Kamplardaki giriş çıkışların özel kontrol altında olması, merkezlerde barınanların dışarıyla ilişkisinin kontrol altında olması ve kampların Türkiye’den veya uluslararası sivil toplum örgütlerine kapalı tutulması.

Etnik ve dini kökene dayalı ayrımcılık riski; Farklı etnik kökene veya dini inanca (Hristiyanlar, Aleviler, Kürtler, Romanlar, Çerkezler vd) sahip sığınmacılar kampların Arap/Sunni kökenlilerin kontrolü altında olması sebebiyle ayrımcı muamele göreceklerine dair inançları nedeniyle kamplara girmemektedir.

Cinsiyete yönelik ayrımcılık ve şiddet; Kamp ortamının kadın ve kız çocukları bakımından cinsel istismar, taciz, tecavüz ve şiddete uğrama risklerine açık olması, özellikle yalnız kadınlar ve çocuklarıyla olan sığınmacıları kamplara gitme fikrinden uzaklaştırmaktadır.

Kampların tarafsızlığına dair çekinceler; Birçok aile çocuklarının kamplardaki politik grupların baskısı ve etkisi altına kalması endişesi ve kamp ortamında politik olarak taraf seçmek zorunda bırakılma kaygısı taşımaktadır.

Yukarıda belirtilen nedenlerle kamplara girmeyen sığınmacılarla ilgili hükümet tarafından geliştirilmiş herhangi bir politika yoktur ve bu sığınmacılar kendi sınırlı olanakları ve düzenli olmayan bireysel insani yardımlarla yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Kamp dışında yaşayan sığınmacılara herhangi bir devlet yardımı yapılmadığı gibi bu sığınmacılar için faaliyet gösteren sivil yardım organizasyonu da bulunmamaktadır. Aslında Türkiye’ye girişte kayıt altına alınmamış, farklı kentlere yayılmış olan sığınmacıların ihtiyaçlarını tespit etmek artık son derece zorlaşmıştır.

Sığınmacıların büyük çogunluğu Türkçe konuşamamakta ve olumsuz durumda karşısında nereye başvuracağını bilmemektedir. Yaşadıkları il ve ilçelere göre değişiklik gösteren sorunlarla yüzyüze olan sığınmacıların ortak sorunları yeterli barınma, sağlık ve beslenme olanaklarına sahip olmamaları, kültürel uyumsuzluk ve çocukların eğitimlerine devam edememeleri ve sosyal dışlanmaya maruz kalmalarıdır4.

Sağlık hakkına erişim bakımından, hükümet daha önce kampların bulunduğu 9 ilde uygulanan sığınmacıların tedavilerinin hastanelerde ücretsiz yapılması kararını tüm illeri kapsayacak şekilde uygulanması emrini Eylül 2013’te vermiştir. Bu karar çok yenidir ve henüz uygulamaya nasıl yansıyacağı bilinmemekle birlikte olumlu bir karardır.

Bu kararın alınmasına kadar geçen süreçte sığınmacılar sağlık hizmetlerine ücret karşılığında erişebiliyorlardı. Tedavi için gereken ücretleri ödeyemeyecek durumda olan sığınmacılar tedavilerini yaptıramıyor ya da yarım bırakmak durumunda kalıyordu. Sığınmacılar arasında sürekli tedavi gerektiren hastalıklara sahip bireyler, hamile kadınlar, engelliler, küçük çocuklar ve yaşlılar bulunmaktadır5. Genel olarak barınma ve hijyen koşulları ile yetersiz beslenmeleri hastalık riskini artıran etkenlerdir. Kaldı ki çok sayıda kişinin aynı evde barındığı düşünülürse herhangi bir salgın hastalığın hızla yayılma riski vardır.

Sığınmacıların bir kısmı bulundukları kentlerde parklarda veya derme çatma çadırlarda barınmaya çalışmakta ya da kiraladıkları oda ve evlerde birden çok aile birarada yaşamaktadır. Kiralanan evler çogunlukla yeterli hijyen ve sağlık koşullarını taşımamakta buna rağmen sığınmacılara yüksek bedellerle kiralanmaktadır. Bulundukları mahallelerde yerleşik halk tarafından sosyal dışlanmaya zaman zaman ayrımcılığa uğramaktadırlar. Yerleşik halk sığınmacıların bölgeye gelmesinden sonra ev kiralarının yükselmesi, sığınmacı çocukların sürekli sokakta olması ve yardım toplamaya çalışması, kültürel farklılıkların yarattığı sorunlar gibi bir dizi nedenle sığınmacıları dışlamaktadır. Bazı durumlarda kiralık evler sığınmacılara kiralanmamaktadır.

Ev kiralama olanağı bulamayan sığınmacılar parklarda, otobüs duraklarında, köprü altlarında barınmaya çalışmaktadır. Son üç ay içinde İstanbul’da bu konudaki haberler gazete ve televizyonlara da yansımıştır. Durum diğer açısından da farklı değil ve yaklaşan kış koşulları bu sığınmacılar bakımından acil önlemlerin alınmasını gerekli kılıyor.

Türkiye’de artık başlayan kış koşulları başta evsiz olanlar olmak üzere sığınmacıların hayatlarını daha da zorlaştıracaktır. Kış koşulları çadır kamplarda da yeni ihtiyaçlar doğuracaktır. Isınma ve kışlık giyecekler gibi temel ihtiyaçlar yanında çok sayıda insanın birlikte koşullarda hijyen koşulları yaratmanın daha zor olacağını ve özellikle gribal enfeksiyonların yaygınlaşacağını tahmin etmek güç değil.

Çalışmak için iş arayan sığınmacıların Türkiye’de çalışma izinleri bulunmamaktadır. Birçoğu çalışma izni alabilmek için gerekli belgelere bile sahip değildir. Bu nedenle kayıt dışı olarak ağır çalışma koşulları ve düşük ücretlerle iş bulabilmektedir. Bu koşullarda dahi çalışmayı kabul edenler günde en az 10 saat çalıştırılmakta bazı durumlarda ücretleri ödenmeden işten çıkarılmaktadır6. Sıgınmacılar kayıt dışı çalıştıkları ve hakları konusunda bilgilere sahip olmadıkları için bu durumu çaresizce kabullenmektedir.

Sığınmacı kadınlar ya gündelik temizlik işlerinde çalıştırılmakta ve Türkiyeli bir kadının aynı işi yaparken kazandığı ücretin 1/5’ni kazanmaktadır ya da kendi evlerinde fason üretim işleri için evden çalıştırılmakta ve yine düşük ücretler ödenmektedir.

İstanbul’da çok sayıda sığınmacı çocuk da ağır çalışma koşullarında düşük ücretler karşılığında çalışmaktadır.

Ayrıca yeterli gelir elde edemeyen ailelerde yaşamak için gerekli parayı sağlamak, ev ya da ev/oda kiralarını ödemek için çoğunlukla çocuklar ve kadınlar sokaklarda çalışmaya veya yardım toplamaya çalışmaktadır7. Bu kadın ve çocuklar sokaklarda her türlü risk altında bulunmaktadır. Kadınlar ve çocuklar bakımından koruyucu herhangi bir mekanizma bulunmamaktadır. Çoğu eğitim çağındaki sığınmacı çocuk eğitimine devam edememektedir.

Türkiye medyasında bir yandan kamp dışında yaşayan sığınmacıların sorunları hakkında haber yapılırken diğer yandan sığınmacıları ötekileştiren haberler de yer almaktadır. Bu haberler çoğunlukla sokaklarda yardım toplamaya çalışan çocuklar ve kadınlar üzerinden yapılmakta ve sığınmacılar için dilenci vb. sıfatlar kullanılmaktadır.

İstanbul’da yaşayan sığınmacılar ile yapılan alan araştırması sonuçlarına göre bu insanların büyük bölümü savaşın sona ermesi halinde ülkelerine döneceklerini beyan etmektedir. Ancak Türkiye’de kalıcı olarak yerleşmek isteyen veya üçüncü bir ülkeye gitmek isteyen sığınmacılar da bulunmaktadır.

Bugün yarattığı sonuçlar üzerinden Türkiye’nin sığınmacılara ilişkin politikasını değerlendirmek gerekliliği açıkça ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin Suriye’de çatışmaların başlamasından itibaren çatışmalardan kaçan insanlara kapıları açmış olması gerekli ve yerinde bir karardır. Ancak sığınmacıların Türkiye’ye giriş anından itibaren bir dizi yanlış peş peşe yapılmıştır;

  • Türkiye’nin baştan itibaren sığınmacıları homojen bir grup olarak algılanması ve Suriye’deki etnik, kültürel ve dinsel çeşitliliğin ve bu gruplar arasındaki ilişkilerin dikkate alınmamış olmasıdır. Kamplar ve kamplarda sunulan hizmetler Arap/Sünni ekseni üzerinden dizayn edilmiş kampların bu yapısı birçok etnik ve dinsel grubun kamplara girmekten imtina etmesine yol açmıştır. Türkiye kamplara girmek istemeyen grupların eğilimlerini görmezden gelmiştir.
  • Suriye’deki etnik ve inanç gruplarının Türkiye’deki etnik ve inanç grupları ile ilişkilerinin analiz edilmemesi,
  • Ülkeye girecek sığınmacılar için bir kayıt sistemi oluşturulmaması ve bu konuda başta UNHCR olmak üzere uluslararası kuruluş ve ilgili sivil örgütlerin vereceği katkıların göz ardı edilmesi,
  • Oluşturulan barınma merkezlerinin Suriye sınırına çok yakın hatta çatışma bölgelerine yakın yerlerde kurulması ve tam bir izolasyonla dış dünyaya kapatılması. Bu durum aynı zamanda kampların çatışmalar için lojistik merkezler olarak kullanıldığı iddialarını da gündeme getirmiştir,
  • Barınma merkezi oluşturulan illerde yerleşik halkın yeterince ve açık olarak bilgilendirilmemesi, Hatay örneğinde olduğu gibi kamp yerlerinin tespitinde bölgenin sosyal ve kültürel dokusu dikkate alınmaması,
  • Suriye’deki çatışmaların zamana yayılması ihtimalini de dikkate alan sürdürülebilir insani yardım programı oluşturulmaması,
  • Suriye’de etnik/dini gruplar arasında çıkan çatışmalarda sık sık taraf olma pozisyonu alması,
  • İnsani yardımların organizasyonu ve dağıtımında şeffaflık ilkelerini yok sayması, özellikle Suriye’ye gönderilen yardımların ağırlıklı olarak belirli bölgelere yapılması,
    Kamplara girmeyen sığınmacıların uzun süre yok sayılması, açıklanan resmi istatistiklerde dahi yer verilmemesi ve özellikle sağlık ve istihdam alanında gerekli düzenlemelerin yapılmasında geç kalınması,
  • İl Valilikleri bünyesinde Kamplara girmek istemeyen sığınmacılar için kayıt ve sosyal destek merkezleri oluşturulmaması ve yerel kaynakların zamanında harekete geçirilmemesi,
  • Uluslararası sivil organizasyon ve Türkiye’deki sivil organizasyonlarla işbirliği olanaklarının dikkate alınmaması sonucunda uygulanan insani yardım politikası en azından sığınmacıların bir kısmı için insani dram riskini ortaya çıkarmış görünmektedir.

Türkiye’nin hızla sığınmacılar için daha uzun vadeli, uluslararası ve sivil işbirliğine açık, sürdürülebilir bir insani yardım programı oluşturması bir zorunluluktur.
Nejat Taştan, ESHİD

Dipnotlar:

1. “10 ilde bulunan 22 kampta 200 bin civarında resmi olarak kalan var kamplarda, tahmini 600 bin kişi var, hatta bu 800 bin bile olabilir.” Koordinatör vali Veysel dalmaz ile görüşme, İHD Sınır Raporu, Eylül 2013
2. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği
3. Dünya Gıda Programı
4. “Bizi burada pek sevmezler, bazen gelip camdan içeri bir şeyler atarlar, niye geldiniz buraya derler.” (Eminönü, Kadın 56 yaşında), İstanbul Araştırması, Eylül 2013

5. “7 kişiyiz, 4’ü çocuk, çocukların 1’i kız 3’ü erkek. Kız hasta ağır soğuk algınlığı, erkek çocuklardan birinin beyninde tümör var. 2 aydır Türkiye’deyiz.”, Gözardı Edilenler İstanbul’da Yaşayan Suriyeli Sığınmacılar, Mart 2013

6. “çalışan 2 oğlu önce başka işe girmiş, iş yerinde kötü davranmışlar, işten çıkarılmışlar, paralarını da alamamışlar.” İstanbul Araştırması, Eylül 2013
7. “Aile İstanbul’a geleli 15 gün olmuş, çok az eşya ile bir inşaatın içinde yaşıyor. 11 aylık bebekte karaciğer rahatsızlığı var. Muayene için gittikleri hastanede kendilerine bebeğin yaşayabilmesi için kan değişimi yapılması gerektiği söylenmiş. Muayene ücreti olarak 36 YTL ödeyen aile asıl tedavi için 4000 TL istendiği için bebeklerini bir daha hastaneye götürmemişler.” İstanbul Araştırması, Eylül 2013

-------------------------------------------------

Nejat Taştan
1964 Adıyaman doğumlu. 1986’dan bu yana insan hakları hareketi içinde. Bağımsız Seçim Platformu 12 Haziran 2011 Milletvekili Genel Seçimi Gözlem Raporu (yazar), Türkiye’de Engellilerin Eğitim ve İstihdam Durumları (Konrad Adenauer Vakfı, makale), Türkiye’de Irk ve Etnik Kökene Dayalı Ayrımcılığın İzlenmesi Raporu (İstanbul Bilgi Üniversitesi, ortak yayın) ve Türkiye’de Engellilere Yönelik Ayrımcılık ve Hak İhlalleri Raporu (ESHİD Yayınları, ortak yayın) hazırlanmasında yer aldı. İHD, TİHV ve ESHİD üyesi.