Gerçek hedefler yanlış çözümlere karşı: COP26’daki esas tehlike ne?

Analiz

COP26, yıkıcı sonuçları olan sağlık politikalarının, iklim için harekete geçmek ve buna verilen finansal desteği artırmakla ilgili gerçekleşmemiş vaatlerin gölgesinde, daha önce eşi benzeri görülmemiş şekilde yanlış çözümlerle tüm dünyanın dikkatinin fosil yakıtlardan acilen vazgeçilmesi dışında konulara çekildiği bir ortamda gerçekleştiriliyor.

Başlangıçta 2020’de gerçekleşmesi planlanan COP26’nın karar anı olması gerekiyordu. Paris’ten beş yıl sonra, devletlerin 2015 Anlaşması’nda belirlenen üç hedefi yerine getirme niyetini sınayacak bir turnusol testi olacaktı: Daha tehlikeli küresel ısınma seviyelerinden kaçınmak için sera gazı emisyonlarının artışını sınırlamak, dayanıklılığı artırmak ve finansal akışları tüm ekonominin karbonsuzlaştırılması ile uyumlu hale getirmek.

COP26, COVID-19 pandemisinin neden olduğu 12 aylık bir gecikmeyle, yıkıcı sonuçları olan sağlık politikalarının, iklim için harekete geçmek ve buna verilen finansal desteği artırmakla ilgili gerçekleşmemiş vaatlerin gölgesinde, daha önce eşi benzeri görülmemiş şekilde yanlış çözümlerle tüm dünyanın dikkatinin fosil yakıtlardan acilen vazgeçilmesi dışında konulara çekildiği bir ortamda gerçekleştiriliyor.

Hükümetler, COP26’nın Paris Anlaşması’na ölümcül bir darbe olarak tarihe geçmesini ve iklim felaketinin ortak kaderimize mühürlendiği bir anı önlemek istiyorsa, dünyanın yanmakta olduğunu anladıklarını göstermeliler. Bilim ve hakkaniyetle, tutarlı, kararlı ve acil eylemin olmaması sebebiyle, sürekli daha da kötüleşecek ve felakete yol açacak olağanüstü bir iklim meselesi söz konusu: başlıca emisyon kaynaklarını durdurmak – fosil yakıt üretimi ve kullanımı, ormansızlaşma ve endüstriyel tarımı durdurmak, iklim değişikliğinden en çok etkilenen ve iklim değişikliğinden en az sorumlu olan topluluklardaki kayıp ve hasarları ve uyum önlemlerini karşılamak için yeterli ve adil finansman sağlamak; gerçek, gerekli ve akılcı çözümden tehlikeli sapmalar haline gelen, sözde teknolojik düzeltmelerden, karbon denkleştirmelerinden ve yüzyıl ortasından kalma “net sıfır”ın gerçekleşmeyecek vaatlerinden vazgeçmek gerek.

Masada bir yer: Meşru ve iddialı sonuçlar adil katılım gerektirir

COP26 benzeri görülmemiş zamanlarda gerçekleşiyor. Yıkıcı COVID-19 salgını iklim krizinin etkilerini artırırken küresel eşitsizlikleri de hem büyütüyor hem de karşılıklı olarak güçlendiriyor. COVID kaynaklı ekonomik şoklar, iklim krizine karşı zaten savunmasız olan ülkeler üzerinde baskı oluşturuyor. Sanayileşmiş ülkeler “COVID sonrası toparlanma” aşamasına girerken, zengin ulusların aşı milliyetçiliği, şirketlerin aşıya adil erişimini engelleyen açgözlülüğü ve de ilaç şirketlerinin kârı ve mülkiyet haklarını halk sağlığı ve hakkaniyetin önüne koymasına izin vermesi sonucu düşük ve orta gelirli ülkeler asıl zararı görüyor. Mevcut borç krizinin üstüne eklendiğinde, pek çok ülke bu sağlık krizleri ve aşırı iklim olayları ile aynı anda baş edemez hale geldi.

Tüm bunlar olurken, Birleşik Krallık ve UNFCCC kapsayıcılık eksikliği ve sağlık güvenliğine yönelik endişeler nedeniyle dünyanın her yerinden 1.000’den fazla STK’nın COP26’yı erteleme talebini göz ardı ederek iklim zirvesine yüz yüze devam etme kararı aldı. Birleşik Krallık yönetimi alınan önlemlerin bu endişeleri yanıtlamak için yeterli olduğuna inanıyor. Ancak etkili olabilecek ve uluslararası işbirliğine bağlılığı gösteren tek önlemi alamadı: Küresel aşı eşitliğini teşvik etmek. Büyük bir ekonomi ve G7 başkanı olarak Birleşik Krallık, herkesin aşıya erişimini sağlamak için uluslararası ticaret rejimi kapsamında fikri mülkiyet haklarından feragat ederek COVID ile ilgili bilimsel bilginin kullanılmasının önündeki uluslararası engelleri kaldırmak için çalışmalı. Bunun yerine diğer birçok zengin ülkeyle birlikte, şirketlerin kârını insanların sağlık hakkının önüne koyan bir sistemde aşı milliyetçiliğinin hüküm sürmesine izin verdi.

İklim krizine karşı en savunmasız olanlar,

Glasgow’a güvenli bir şekilde ulaşmada en büyük engelleri yaşıyor

Sonuç olarak, seyahat kısıtlamaları, vize sorunları, karantina gereklilikleri, aşırı yüksek konaklama maliyetleri ve sağlık ve güvenlik endişeleri COP26’ya eşit katılımı neredeyse imkânsız hale getiriyor. COP26’da alınan kararların en büyük etkilerine maruz kalan iklim krizine karşı en savunmasız olanlar, Glasgow’a güvenli bir şekilde ulaşmak ve evlerine güvenli bir şekilde geri dönmek için en büyük engelleri yaşıyorlar. Bu eşitsizlik, özellikle COP’ta en az temsil edilen ülkelerdeki toplulukları ve Yerli Halkları doğrudan etkileyen gündem maddeleri konusunda COP26’da alınan herhangi bir kararın meşruiyetini kaçınılmaz olarak sorunlu hale getirecektir. Bu gündem maddeleri karbon ticaretini, uyum için finansman hedeflerinin gözden geçirilmesini ve kayıp ve hasarı içeriyor, ancak bunlarla sınırlı değildir.

Tutmayan Hedefler: Sıcaklık artışını 1,5°C’nin altında tutma hedefini yükseltmek için zamanımız tükeniyor

Altı yıl önce Paris Anlaşması’nın kabulü bir başarı olarak kamuoyuna sunuldu. Hükümetlerin iklim eylemi konusunda hedefi yükselteceği beş yıllık döngüler yaratacağı varsayılıyordu. COP26, hükümetlerin Paris Anlaşması’nın hedeflerine ulaşma konusundaki kararlılığına ilişkin ilk durum raporu olarak hizmet etmeyi amaçlamıştı.

COP’tan önceki aylarda yayımlanan endişe verici raporlar, ulusal hükümetlerin iklim planları ve politikalarının, kolektif eylemin kapsamı ile Paris Anlaşması’nın hedefleri arasındaki boşluğu kapatmada ne yazık ki yetersiz kaldığını doğruladı. Üç ay önce, tüm hükümetler rotayı değiştirmezsek gezegenimizin karşılaşacağı etkilerin ölçeğiyle ilgili IPCC tarafından yayımanan ciddi uyarıları oybirliğiyle onayladı. IPCC, hükümetlerin şimdiki ve gelecek nesillerin güvenli bir iklimde yaşama haklarını ancak acil ve sistematik eylemde bulunurlarsa koruyabileceklerini vurguladı. Bu sert uyarıya rağmen çoğu hükümet ulusal iklim taahhütlerini ve enerji politikalarını bilimle uyumlu bir şekilde gözden geçirmekte başarısız oldu. Paris Anlaşması’nın hedeflerini gerçekleştirme ihtimalini korumak için Glasgow’da toplanan hükümetler, azaltma önlemlerini destekleyen ve etkin bir şekilde hedefi yükselten eylem odaklı kararlar almalı. Bu, diğer sonuçların yanı sıra, sıcaklık artışını 1,5°C’nin altında tutma gerekliliğinin yeniden teyit edilmesi, ulusal hükümetlerin her beş yılda bir daha ileri düzeyde taahhütlerde bulunması ve azaltma hedefi açığı kapanana kadar gelişmiş eylemi harekete geçirmek için yıllık bir hedef geliştirme mekanizmasının oluşturulması gerektiği konusunda anlaşmaya varılması anlamına gelir. Bunu yapmamaları, hükümetlerin Paris hedeflerine ulaşma sorumluluklarından vazgeçtiğine işaret eder.

Odadaki Fil: Fosil yakıt üretimini durdurmadan felaket düzeyinde bir iklim değişikliğinden kaçınamayız ve BM iklim müzakerelerinin bu gerçeği kabul etmesinin zamanı geldi

Bu COP, bazı tarafların “f” ile başlayan kelimeyi söylemeye ilk kez cesaret ettikleri yer olabilir: fosil yakıtlar. Ne Paris Anlaşması ne de önceki COP’lar tarafından kabul edilen herhangi bir karar fosil yakıtlardan söz ediyordu. Bu da bugüne kadar kabul edilen en önemli küresel iklim anlaşması olarak görülen bir belge düşünüldüğünde bariz bir ihmaldir. Devletler fosil yakıtları hızlı, kararlı ve adil bir şekilde aşamalı olarak kullanımdan kaldırmak için acil eylemde bulunmadıkça, Paris hedeflerinin ulaşılmaz olacağı hiç bu kadar net görülmemişti. Geçtiğimiz yıl yeni petrol, gaz ve kömür arama ve geliştirme faaliyetlerinin durdurulması ve mevcut operasyonların azaltılması ve aşamalı olarak durdurulmasına yönelik acil adımlar atılması için fosilsiz bir gelecek çağrılarının arkasından istikrarlı bir ivmeye tanık olduk. Sadece 2020’de 5,9 trilyon ABD Doları tutarında zararlı fosil yakıt sübvansiyonu yapılmış, dolayısıyla fosil yakıt üretimi için kamu finansmanı bir an evvel durdurulmalı. Kaldı ki, bu çağrılar sadece aktivistlerden gelmiyor.

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) 2021 Mayıs’ında yayımlanan çok önemli bir raporda ısınmayı 1,5°C ile sınırlamak için petrol, gaz ve kömürde yeni yatırım yapılamayacağı sonucuna vardı. Geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) 2021 Üretim Boşluğu Raporu’nu yayımladı ve fosil yakıt üretimini derhal ve hızla azaltmak yönündeki iklim şartını vurguladı. Bununla birlikte rapor, hükümetlerin 2030 yılına kadar ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırmak için olması gerekenden yaklaşık “yüzde 240 daha fazla kömür, yüzde 71 daha fazla petrol ve yüzde 57 daha fazla gaz” üretmeyi planladığını ortaya koyuyor. 101’i aşkın fazla Nobel Ödülü sahibi, 2000’in üzerinde bilim insanı ve dünyanın dört bir yanından seçilmiş 100’den fazla resmi yetkili, Fosil Yakıtların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nın ilkelerini onayladı ve hükümetlerin buna uymasını talep ediyor. Durum çok net: Fosilsiz bir geleceğe adil bir geçiş olmadan iklim dönük hedefler konulamaz. Ve bu geçiş petrol, gaz ve kömür üretimindeki artış bitene kadar başlayamaz.

Hükümetlerin iklim eylemlerinin temel bir parçası olarak petrol ve gaz üretimindeki düşüşü yönetme ihtiyacını ele alan ilk diplomatik girişimin Petrol ve Gaz’ın Ötesi İttifakı’nın (BOGA) COP26’da hareket ilk geçen bazı ülkelerden resmi destek alması bekleniyor. Buradaki gerçek sınav, bu ülkelerin yeni arama ve üretim lisanslarını tam olarak yasaklayıp yürürlüğe koyup koymadıkları, İttifak’ın bütünlüğünü koruyup korumadıkları ve Küresel Kuzey ve Güney’deki ülkeler arasında aşamalı olarak kullanımdan kaldırmak için eşitlik ve farklı yaklaşımlara olan ihtiyacı tanıyıp tanımadıkları konularında olacak.

İngiltere’nin yurtdışında fosil yakıtlar için kamu finansmanını sona erdirme konusunda bir duyuruya öncülük etmeyi hedeflediği bildiriliyor. Tüm fosil yakıt sübvansiyonlarının acilen sona erdirilmesi gerektiği düşünüldüğünde, yeni petrol, gaz ve kömür projelerine yapılan yatırımlarla ilgili bu haber umut verici. Bununla birlikte, Birleşik Krallık’ın ülke içindeki politikaları göz önüne alındığında, kulağa boş gelebilir: İklim liderleri, Birleşik Krallık’ın Kuzey Denizi’nde yaptığı gibi yeni petrol sahaları kiralamayacaktır.

Dikkati Dağıta Tehlikeli Unsurlar: Yanlış çözümlerle zaman kaybetmekten kaçınmalıyız

Belki de COP26’daki çabalara yönelik en büyük tehdit, “net sıfır” konseptinin tehlikeli bir şekilde dikkati dağıtması ve üstünü örttüğü yanlış çözümler: Gereksiz, etkisiz ve riskli olan karbon yakalama ve depolama, doğrudan hava yakalama ve hidrojen gibi sözde teknolojik düzeltmeler ve karbon denkleştirmeleri gibi diğer yanıltıcı yaklaşımlar, işlerin her zamanki gibi devam etmesi için kirliliği aşamalı olarak sonlandırmak yerine dengelemeyi vaat ediyor. Yakın vadeli “gerçek sıfır” hedeflerinden ziyade yüzyıl ortasından kalma “net sıfır” hedeflerine ulaşmaya odaklanma iklim konusundaki eylemsizliğini maskeliyor. Bu ayrıca fosil yakıt üretiminin ve kullanımının aşamalı olarak durdurulması, endüstriyel tarımın dönüştürülmesi ve ormansızlaşmanın durdurulması yoluyla emisyonları kaynağında keserek, ısınmayı 1,5°C’nin altında tutmak için alınması gereken acil önlemleri geciktiriyor ve değersiz kılıyor. Birleşik Krallık başkanlığı dönemi bunun bir örneğidir. Bu yönetim enerji yoksulluğuyla mücadelede başarısız olurken, 2050 yılına kadar Net Sıfır planına ayrılan fonun önemli bir kısmını fosil yakıt endüstrisindeki yatırımları yenilemeye ayırıyor. Uyarılar giderek daha şiddetli hale geldikçe, halkın boş vaatlere sabrı ve yeşille göz boyamaya karşı toleransı azalıyor. İklim felaketinin önlenmesi, mevcut en iyi bilimsel yaklaşımı, küresel adaletle uyumlu acil eylemleri ve iddialı yerel mücadele önlemlerini gerekli kılıyor.

Müzakereler içinde 6. Madde, Paris Anlaşması kural kitabının henüz tamamlanmamış tek parçası olarak öne çıkıyor. Altı yıllık müzakereler şimdiye kadar Paris Anlaşması’nın uygulanmasına yönelik “işbirlikçi yaklaşımlar” ile ilgili birçok önemli konuda açmazla sonuçlandı.

Bununla birlikte, 6. Madde müzakerelerinin bugüne kadarki yavaş temposu, COP26’daki görüşmelerle ilgili olarak her ne pahasına olursa olsun bir anlaşmaya varma yaklaşımını geçerli kılmaz. Özellikle 6. Madde faaliyetlerinden en fazla etkilenmesi muhtemel birçok ülkenin temsilcilerinin COP26’da olmadığı düşünülürse, sadece bir karara varmış olmak başarı ölçüsü değildir. Aksine, sadece bir karar uğruna onlarca yıl belirsiz kurallara mahkûm kalmak, Paris Anlaşması’nın bütünlüğünü baltalama riski taşıyor.

Geçmişteki örneklerin gösterdiği üzere, piyasaya dayalı mekanizmalar toplulukları tehdit eder ve hedefleri sekteye uğratır. Çoğu zaman denkleştirme programları yoluyla yapılan karbon ticareti, en büyük karbon salımı yapan sektörlerin dünyayı kirletmesine ve bundan ayrı düşünülemeyecek insan hakları ihlalleri ve çevresel zararlara olanak tanıyor. Sağlam korumalar olmadan piyasalar, Yerli Halkların ve yerel toplulukların haklarını tehlikeye atarak toprak gaspını teşvik ediyor. Yasal boşluklar, doğrulanmış veya kalıcı indirimler olmadan karbon kredilerinin kullanılmasını mümkün kılıyor ve denkleştirmelere güvenmek, bir yerdeki bir iklim faydasının başka bir yerde devam eden emisyonlara karşı sayılabileceği yanılgısını sürdürüyor. İklim kısıtlaması olan bir dünyada emisyonların azaltılmasına yönelik “ya şu ya da bu” yaklaşımına yer olamaz. Ayrıca iklim mücadelesini yalnızca bir karbon muhasebesi sorunu olarak ele almak, indirgemeci olmakla kalmayıp aynı zamanda kirliliğin yoğunlaştığı ön saflardaki toplulukların deneyimlerini göz ardı ederek karbon emisyonları arasında yanlış bir denklik olduğunu da gösterir. Sıcaklık artışını 1,5°C’nin altında tutmak gerçek ve acil bir yerel eylem gerektirdiğinden, piyasa mekanizmalarının oynayacak uzun vadeli bir rolü yok.

Sağlam kurallar olsa bile, riskler çok. Ülkeler COP26’daki 6. Madde için usulleri ve prosedürleri kabul ederse, insan haklarına ve Yerli Halkların haklarına saygı gösterilmesini, korunmasını ve teşvik edilmesini ve hedefin sekteye uğratılmamasını şart koşmalı. CDM’yle (Clean Development Mechanism [Temiz Kalkınma Mekanizmaları]) ilgili olanlar gibi geçmişteki hataları tekrarlayacak zamanımız yok. Piyasa temelli bir ticaret rejimi veya Sürdürülebilir Kalkınma Mekanizması gibi bir proje bazlı finansman programının ya da piyasa dışı işbirliklerinin kuralları hak temelli sosyal ve çevresel koruma mekanizmaları oluşturmalı, yerel toplulukların katılımını garanti altına almalı, Yerli Halkların proje süresince özgürce ve gerekli bilgiye sahip olarak rıza vermesini temin etmeli ve bu durumdan etkilenen insanların hakkını arayabileceği bir tazminat mekanizması oluşturmalı. 6. Madde kuralları aynı zamanda emisyon azaltımının mükerrer sayımını ve önceki mekanizmalardan (CDM gibi) kredilerin devrini de zorunlu olarak engellemeli. Kabul edildiği takdirde, 6. Madde mekanizmaları takas edilen kredilerin bir yüzdesinin denkleştirme olarak hesaba katılmadan iptal edilmesini zorunlu kılarak küresel emisyonların genel olarak azaltılmasını devam ettirmelidir. Bu unsurların tümü 6. Maddenin Paris Anlaşması’nın hedefini baltalamamasını veya bütünlüğünü tehlikeye atmamasını sağlamak açısından gerekli.

“Önerilen bu teknolojik düzeltmeler, bizi iklim krizinin temel nedeni olan

fosil yakıtları ele almak gerekliliğinden uzaklaştırıyor”

Güneş radyasyonuna müdahaleden atmosferden büyük ölçekli teknolojik karbondioksit ayırmaya (CDR) uzanan jeomühendislik yaklaşımları insan hakları ve çevre için belirgin riskler sunar. Bu tür teknolojilerin test edilmesi, geliştirilmesi ve devreye alınmasıyla ilişkili bu riskler, iddia edilen ancak son derece belirsiz uzun vadeli iklim yararlarından daha ağır basmaktadır. Önerilen bu teknolojik düzeltmeler şimdiki ve gelecek nesiller için yeni riskler yaratırken, bizi iklim krizinin temel nedeni olan fosil yakıtları ele gerekliliğinden uzaklaştırıyor. Sonuç olarak, diğer uluslararası çevre çerçeve anlaşmaları bu teknolojilerin devreye alınmasına ilişkin fiili moratoryumları veya yasakları benimsemiştir. Jeomühendislik yaklaşımlarını teşvik eden kurumsal fon sağlayıcıların ve hükümetlerin, özellikle en büyük sera gazı salıcılarının ilgisi geçmiş aylarda arttı. Buna karbon yakalama maskesi altında yapılan büyük fosil yakıt yatırımları ve güneş jeomühendisliği teknolojileri ve teknikleri ile ilgili açıkhava deneyleri de dahil. Yanlış çözümleri benimsemekten kaçınmak için COP26, ister resmi süreçte isterse paralel etkinliklerde olsun, Paris Anlaşması’nın uygulanmasında jeomühendisliğin bir rolü olduğu fikrine kapı açmamalıdır.

Bir Diğer Hedef Eksikliği: Gelişmiş ülkeler finansman sağlayarak güveni ve eşitliği yeniden sağlamalı

Gelişmiş ülkeler on yıldan fazla bir süre önce 2020 yılına kadar azaltma ve uyum için yılda 100 milyar dolarlık iklim finansmanı sağlama sözü verdi. 2021’e geldiğimizde bu söz 20 milyar dolar açık vermiş durumda. Bu arada iklim krizi daha da kötüleşti ve siyasi olarak belirlenen 100 milyar dolarlık hedeften önemli ölçüde daha fazla finansman ihtiyacı doğdu. Pandemi ve ivmelenen borç krizleri bu ihtiyacı daha da büyüttü. İklim krizi yükünün çoğunu taşıyan, ancak bu konuda çok az sorumluluğu olan gelişmekte olan ülkelere yeterli finansman sağlamak, hem gelişmiş ülkelerin ahlaki ve yasal yükümlülüklerini yerine getirmek hem de hedefin temel taşları olan güven ve eşitliği yeniden sağlamak için büyük öneme sahip.

Bu COP’ta, ülkelerin yalnızca mevcut fon miktarını artırmak için vadesi geçmiş vaatleri acilen yerine getirmeleri yetmiyor, aynı zamanda sıklıkla kredi olarak ve çoğunlukla azaltma için sağlanan finansmanın kalitesini toparlamaları gerekiyor. Bu ülkelerin önümüzdeki dört yıl boyunca azaltma, uyum ve kayıp ve hasar için finansman sağlamaya dönük hatasız bir plan geliştirmeleri elzem. Ancak tüm göstergeler gelişmiş ülkelerin önerdiği adımların yetersiz kalacağı yönünde. Aynı zamanda 2025 sonrası dönem için yeni bir yüksek toplu finansman hedefi üzerine tartışmalar başlatılmalı. Finansman fosilsiz olmalı (yukarıda tartışıldığı gibi) ve karbon yakalama ve depolama gibi, fosil yakıt sistemlerini kilitleyen ve kirletici endüstrileri uzatan, aşamalı olarak kullanımdan kaldırma ve değiştirmeyi hızlandırmak yerine, yanlış çözümlere yönelik desteği dışlamalıdır.

Güveni yeniden tesis etmek ve acil ihtiyaçları karşılamak için taraflar esas olarak hibe şeklinde ve uyum amacıyla yeni ve artırılmış bir iklim finansmanı taahhüt etmeli. Daimi Finans Komitesi tarafından sunulan iki yeni UNFCCC raporu, gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaçlarını trilyonlarca dolar olarak değerlendiriyor ve mevcut iklim finansmanı akışlarının yetersizliğini ortaya koyuyor. Bu değerlendirmeler tarafların vadesi geçmiş meblağları nasıl ödeyecekleri konusundaki değerlendirmelerine rehberlik etmeli ve 2025 yılına kadar ve sonrasında ihtiyacın ölçeğini ve kapsamını karşılayacak yeterli finansman sağlanmalıdır. Taraflar ayrıca acilen ihtiyaç duyulan bir kayıp ve hasar finansman aracı oluşturmak için bir süreç başlatmalı. Hazlihazırda muazzam bir kayıp ve hasar oluşuyor ve toplulukların bekleme şansı yok. İhtiyaç duyulan finansmanın sağlanması söz konusu olduğunda, daha fazla gecikme ölümcül olacaktır.

Son olarak, COP, dünyanın önde gelen iklim finansmanı mekanizması olan Yeşil İklim Fonu’na (GCF) ve en çok ihtiyaç duyan ülkelerde erişimi genişletmeye ve basitleştirmeye odaklanarak petrol, gaz veya kömürün yanı sıra fosil yakıtları değiştirmek yerine düzeltmeye çalışan ve ön saflardaki toplulukları tehdit eden riskli karbon yakalama veya karbon giderme teknolojilerine destek vermeden, denetlediği diğer fonlara rehberlik etmelidir. Bu rehberlik, GCF’nin en çok ihtiyacı olan ülkelere, topluluklara ve insanlara doğrudan erişim kuruluşları aracılığıyla hibe temelli finansman sağlama çabalarını artırmasını sağlamaya, finansmana toplumsal cinsiyete duyarlı erişimi sağlamaya, uyum finansmanını artırmaya ve uygulayıcı ortaklarının (GCF jargonunda: “Akredite Kuruluşlar”) 2. maddede belirlenen hedefi yükseltmek için üzerlerine düşeni yapmalarını sağlamaya odaklanmalıdır. Ülkeler bütün portfolyolarını fosil yakıtlardan uzak, düşük emisyonlu ve dayanıklı kalkınma sağlayacak sistemlere yöneltmeli.

En Çok Etkilenenlerin Taleplerine Yanıt Vermek: COP26 kaynakları kayıp ve hasar için etkin bir şekilde seferber etmek için kurumsal çerçeveyi güçlendirmeli

2021 yılı Çin, Almanya ve Belçika’daki ölümcül sellerden, Kuzey Amerika, Akdeniz ve Avustralya’daki büyük yangınlardan, Madagaskar’ın iklim kaynaklı bir kıtlığın eşiğinde olmasına kadar acil iklim koşullarında yaşadığımızı açıkça ortaya koydu. İklim etkileri sert vuruyor, küresel eşitsizliği körüklüyor ve insan haklarını tehdit ediyor. Ön saflardaki topluluklar genellikle iklim krizinden en az sorumlu olan ve bunun sonuçlarıyla başa çıkmak için yetersiz donanıma sahip olan topluluklar. Kayıp ve hasar çağına girdik ve uluslararası toplumun, özellikle de gedikli kirleticilerin, bununla başa çıkma zamanı geldi. Paris, kayıp ve hasarı iklim eyleminin üçüncü ayağı olarak kabul ederken, daha zengin ülkeler şu ana kadar gerçek ihtiyaçları karşılamak için çok az şey yaptı.

COP26’daki kararlar bunu değiştirmeli. Gerçek anlamda sorumluluğun kabulü, Santiago Ağı gibi kayıp ve zararı ele almak için tesis edilmiş kurumların tam ve hak temelli olarak operasyonel hale getirilmesini gerektiriyor. Ayrıca, COP26 sadece kayıp ve zararı müzakerelerin sabit bir gündem maddesi haline getirerek hak ettiği siyasi ağırlığa sahip olacak ve bunun sürekli olarak gerçekleşmesini sağlayacaktır. Her şeyden önce, kayıp ve hasarı ele almak için acil olarak kaynağa ihtiyaç var. En savunmasız ülkeler paylarının çok az olduğu bir krizle başa çıkmak için borç biriktiriyorlar. Bu ülkelerin üzerindeki yükü kaldırmak için yeterli ve ek kaynaklara ihtiyaç var. 2025 sonrası finans hedefiyle ilgili tartışmalar kayıp ve hasarı hesaba katmalı ve ayrıca yakın vadede iklim değişikliğine en çok katkıda bulunan endüstrilerden fon toplamak da dahil olmak üzere yeni ve ek finansal kaynakları harekete geçirmek için çözümler bulmalı. Uygun bir finansman mekanizması bu araçların en savunmasız topluluklara ulaşmasını sağlamalı. Tüm dünyada bu durumdan etkilenen topluluklar COP26’nın gerekeni yapmasını bekliyor. Ülkelerin tüm dünyada milyonlarca insanın iklim krizinin halihazırda verdiği zararla başa çıkmasına yardımcı olmak için insani bir yükümlülüğü bulunuyor.

İnsan Merkezli İklim Eylemine Doğru: Yerli Halkların hakları, cinsiyet eşitliği ve sosyal içerme dahil olmak üzere insan hakları, artık iklime dönük çabaların merkezinde yer almalıdır.

Geçtiğimiz aylarda insan hakları ve çevre konularını bütüncül bir şekilde daha iyi ele alma ihtiyacı konusunda ivme arttı. 2021 Ekim’inde Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, sivil toplum ve Yerli Halk örgütlerinin on yılı aşkın süredir devam eden çabaları sonucu iki önemli kararı kabul etti. Konsey temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkını tanıdı ve iklim değişikliği bağlamında insan haklarını tanıtmak için yeni BM Özel Raportörlüğü kurdu. Bu kararlar devletlerin etkili düzenlemeler yoluyla insan haklarını iklimin neden olduğu zararlardan koruma görevi olduğunu teyit eden ve sayısı giderek artan mahkeme kararlarını da yansıtıyor.

“İklim eyleminin merkezine halkları ve toplulukları yerleştirmek”

Taraflar COP26’da bu temel üzerinde hareket etmeli ve ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeyde iklim eyleminin kapsayıcı, etkili, insan haklarına dayalı olmasını ve adil bir geçişe katkıda bulunmasını sağlamalı. İnsanları ve toplulukları iklim eyleminin merkezine yerleştirmek, etkili iklim eylemini baltalama ve özellikle kadınların veya Yerli Halklar gibi etkilenen toplulukların haklarını tehlikeye atma potansiyeline sahip “doğa temelli çözümler” de dahil olmak üzere iklim politikalarının ve ekosistemlerin finansallaştırılmasını artırmaya yönelik girişimlerle mücadeleye de katkıda bulunacaktır. İnsan haklarının yanı sıra sosyal ve çevresel güvenceler ve tazmin yolları bu tür eğilimlere karşı koyabilir, bu mekanizmaların insan haklarına tehdit oluşturmamasını ve ihlaller durumunda çözüm için yeterli sistemlerin mevcut olmasını sağlayabilir.

Geçtiğimiz yıllarda, iklim eylemi ile insan haklarının desteklenmesini uzlaştırma ihtiyacı, İklim Güçlendirme Eylemi (ACE), Yerel Topluluk ve Yerli Halkların Platformu (LCIPP), Toplumsal Cinsiyet Eylem Planı (GAP) ve müdahale tedbirlerine ilişkin Katowice Komitesi gibi BM İklim Anlaşmaları kapsamında kurulan tematik iş akışları ve uzman kuruluşlar aracılığıyla giderek daha çok ele alındı. COP26 yalnızca bu yetkileri genişletmekle kalmamalı, aynı zamanda ulusal iklim eylemini adil ve kapsayıcı ve insan merkezli politikaları bir hedefe etkili bir şekilde yönlendirmek için Yerli Halkların hakları, cinsiyet eşitliği ve adil bir geçiş dahil olmak üzere insan haklarının COP’un tüm sonuçlarına yeterli şekilde yansıtılmasını sağlamalıdır.

Yazarlar bu metni inceleyen Lili Fuhr ve Liane Schalatek’e teşekkür eder.