Futbolda bir devrim

Futbol dünyanın her yerinde erkeklerin egemenliğinde bir oyundur desek, herhalde malûmu ilan etmiş oluruz. Ancak bu popüler oyun evrenselleştiği ve endüstriyelleştiği oranda, kadın futbolu gibi somut demokratik kazanımların ötesinde, ırkçılık karşıtı kampanyalarda olduğu gibi, nefret söylemlerinin, ayrımcılıkların karşısında siyaseten doğrucu prensiplerin en verimli yayılma alanlarından biri de olabiliyor. Gerçi futbolun en görünen yüzünde, Şampiyonlar Ligi, Dünya Kupası gibi organizasyonlarda bu türden vurguların dozu artsa da, dünyanın bin türlü liginde böylesi vitrinlerdeki gibi bir atmosfer olduğunu söylemek herhalde mümkün değil. Ama gay’likle bu oyunun icrasının, oyundan alınan zevkin bir ilintisini aramak dünyanın her yerine özgü bir şey de değil. Gay’liği ifşa olan futbolcuyu veya hakemi göz göre göre dışlamak da öyle.

Bir de tabii futbolun, oynandığı toplumun aynası olduğu olgusu var. Türkiye Süper Ligi ve diğer liglerimiz bu açıdan mükemmel bir ders özeti niteliğinde. Nitekim cinsel yönelimle spor hazzı arasında bir korelasyon bulmaya çalışan sığ homofobi, belki de buraya has bazı özellikler yüzünden, kendini resmî kravatıyla en iyi Türkiye’de gösterdi. 2009’da Trabzon il hakemi Halil İbrahim Dinçdağ, ordunun zorunlu askerliği dayatırken eşcinselliği “hastalık” sayıp “çürüğe” ayırmasına cevaz veren raporunun futbolun bürokratik katlarında fark edilmesiyle birlikte fiilî bir ayrımcılığa maruz kaldı, maçlardan alıkonuldu, meslekten dışlandı, profesyonel hakemlik sınavlarına sokulmadı, Trabzon gibi bir yerde kimliği açık edilerek adeta ortada bırakıldı.

Şöyle anlatıyor o süreci Dinçdağ: “2008 yılında askere çağırdılar, gittim, rapor aldım. Döndüğümde Trabzon İl Hakem Kurulu bana bir ay boyunca görev verdi, daha ‘şu tarihler arasında askerlikten muaf tutulmuştur’ yazısını görmemişlerdi. Bunu fark edince görev vermeyi kestiler. Sorunumun sağlık sorunu olmadığını defalarca söyledim, raporumu gösterdikleri doktorlar ‘hakemlik yapmasında sağlık yönünden sakınca yoktur’ dedi, buna rağmen bana hakemlik yaptırmadılar. Merkez Hakem Kurulu da hiçbir incelemeye gerek duymadan ‘şu maddeye göre hakemlik yapamaz’ diyerek hakemliğimi bitirdi. Böyle başladı her şey.”

Böylece hakemlik müessesesi, yani futbol maçının hukuk ve adalet kurumu, dışlayıcı ve ayrımcı militarist dili ve kabulü spor sahalarına aynen devşirmiş oluyordu. Böylece toplumun bünyesine tamamen sinmiş, milyonları ilgilendiren bir oyunda en büyük iltifatı “adam gibi adam”, “on numara adam” olan bir bürokratik elit, kamu adına davranarak bir ayrımcılık şahikasına, bir nefret suçuna imza atabiliyordu. Halil İbrahim Dinçdağ yılmadı, bir hukuk mücadelesine girişti. Türkiye Futbol Federasyonu’na açtığı tarihî dava Aralık ayında, 19. duruşmada sonuçlandı.

“Haklıydım, haklılığım tescillendi”

Halil İbrahim Dinçdağ davasının neticesi, toplumsal güvenilirliği yerlerde sürünür hale gelmiş Türkiye hukuku açısından kısmî bir devrim niteliğinde. Mahkemenin Futbol Federasyonunu tazminata mahkûm etmesine rağmen Dinçdağ kararda eksiklikler olduğu görüşünde:

“Davayı özel hayatın ihlâlinden dolayı, cinsel ayrımcılık yapıldığını iddia ederek 2010 yılında açmıştık, altı yıla yakın sürdü, 29 Aralık 2015’te neticelendi. Gerekçeli kararda bu süre içerisinde görev alamadığım kabul ediliyor ama, cinsel ayrımcılık ve özel hayatın ihlâli diye bir ibare yok. Yani böyle bir şeyin olmadığı söyleniyor gerekçeli kararda. Temyize başvurduk, bunun bir ayrımcılık olduğunun söylenmesini istiyoruz. Bu sürede hiçbir şekilde çalışamadığım gibi gerekçeleri de itirazımızda sunduk.  Artık Yargıtay’dan gelecek kararı bekleyeceğiz. Gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar bu davayı taşıyacağız. Yine de bu aşamada önemli olan, davayı kazanmaktı. Haklıydım, haklılığım tescillenmiş oldu. Bununla beraber, bu süre içinde, çalıştığım işten çıkarıldım, iş de bulamadım. Sosyal medyada ‘1500 liraya iş bulabilir, suçu kendinde arasın’ diye yazanlar oluyor, bulaşıkçılık da dahil 150’nin üzerinde iş başvurusu yaptım. Bu olaylar olduğunda üç gün dışarıda, banklarda kaldım. Yine bu süre içerisinde kanser oldum ve atlattım, annemi yine kanserden kaybettim. Maddi manevi, her türlü tahribat var. Bunun karşılığı bu komik tazminat rakamları olmamalı. Bari gerekçeli karar doğru düzgün yazılsaydı, o da yok.”

Tazminat altı sene zarfında kendi klasmanında bir hakemin Trabzon’da kazanabileceği ortalama miktar baz alınarak hesaplanmış. 14 yıllık hakemlik hayatının ardından 33 yaşında birdenbire toplumsal dışlanmaya maruz kalmanın verdiği ağır yükün bu hesaba katılmaması bir garabet elbette. Yine de, kararın olumlu tarafları hem kişisel hem toplumsal açıdan büyük:

“Her ne kadar ‘cinsel ayrımcılık yok’ dese dahi, bence bu karar futbolda bir devrimdir. Bu karar futbolda erkek egemen bakış açısının duvarlarını yıktı. Ayrıca, aşırı homofobinin olduğu yerlerin çok dikkatli incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Endüstriyel futbol en popüler spor dalı, bu sporun içinde ve izleyicisi olan milyonlarca insan arasında eşcinsel yok mu? Futbol alanı bir sahnedir, heteroseksüellik maskesini takıp sahneye çıkıyorlar, ama perde arkasında kendi kimliklerine dönüyorlar. Kimse kalkıp eşcinsel olduğunu söylemek zorunda değil, ama olanın da dışlanmaması lâzım. 14 yıl bu mesleği yaparken eşcinsel olarak yaptım. ‘O zaman’ demiştim federasyondakilere de, ‘14 yıl boyunca yönettiğim bin iki yüz küsur maçı da iptal edin’. Tabii hiç ses çıkmadı, görmezlikten, duymazlıktan geliyorlar. Onlar böyle oldukça ben de onların gözüne gözüne soktum. Bu davanın pek çok konuda emsal teşkil edeceğine inanıyorum. Bir işveren cinsel veya herhangi bir ayrımcılıktan dolayı elemanını işten çıkaracağı zaman bir kere düşünüyor idiyse, şimdi üç kere düşünecek.”

Şok ve aktivist tedavi

Askerlikten sağlık sorunları nedeniyle muaf tutulduğunu esas kabul edip Halil İbrahim Dinçdağ’ın profesyonel hakem olma imkânını ortadan kaldıran Futbol Federasyonu’nun kararına itiraz için Tahkim Kurulu’na başvuran Dinçdağ’ın dilekçesi hemen ertesi gün spor medyasının eline düşünce, Dinçdağ da dört bir yandan gelen basın salvosunun, röportaj taleplerinin hedefi olmuştu. Ancak bu tanınırlık biçimi sadece futbol dünyasında değil, yakın çevresinde de problem olabilecek nitelikteydi elbette. Trabzon’da, dindar bir çevrede büyüyen Dinçdağ’ın lisede cemaat yurtlarında kalmışlığı var; abisi ve ablası ilahiyat fakültesi mezunu. Ancak, uzaktan bir ilk bakışın düşündürebileceğinin aksine, ailesinden ve yakın çevresinden köstek değil, destek görmüş. Konuşmakta uzun süre zorlandığı babası dahi hakkını araması gerektiğini söyleyerek arkasında durmuş. Türkiye’de şiddete yatkınlık ve namus kaygısının belirleyiciliği dikkate alındığında sıradışı denilebilecek bu davranış, öğrendiği ve sürdüregeldiği din anlayışına uygun Dinçdağ’a göre: “Muhafazakârlıktan, dindarlıktan ne anlıyoruz, bu çok önemli. Hep şunu söylüyorum: Bu ülkede dindarlardan zarar gelmez, ‘dinidar’lardan zarar gelir. Kendi çıkarları ve menfaatleri doğrultusunda dini kullanan, insanlara empoze etmeye çalışan zümrelerin bir araya geldiği bir düzendeyiz.”

Federasyonla olan mücadelesi ayyuka çıktığında radyodaki işini kaybetti, hakemlik mesleğinden oldu, yaşadığı şehri değiştirdi, ama yılmadı Halil İbrahim Dinçdağ. Bu açıdan bir tür Don Kişot gibi, ama hak bildiği yolda yalnız dahi yürüse mücadelenin  gücünü göstermesi açısından da Türkiye’de benzerine çok rastlanmayan bir örnek, özellikle cinsiyet ayrımcılığıyla ilgili davalarda.  Gerçi Dinçdağ bu süreçte arkasına büyük bir toplumsal desteği almakta da gecikmedi:

“Pat diye birdenbire aktivizmin içine girmiş oldum. İlk kez başıma böyle bir şey geliyor tabii, kimse böyle bir şey yaşamaz normalde, nasıl bir durumun içinde düştüğümü önce tam anlayamadım. Hakemlik hayatı aktif olarak devam ederken böyle bir şey yaşayan tek örneğim zaten. Sonraları fark ettim ki, ben hayatım normal devam ederken de aktivistmişim. Haksızlığa uğrayan hakem arkadaşların, iş arkadaşlarımın haklarını arardım sürekli. Her zaman haksızlıklara itiraz eden biriydim, ama bu olayla birlikte her geçen gün olgunlaştım, piştim, çok şey öğrendim. En tepeden açılmış biri olarak sıradan açılmış birinin yaşadıklarını analiz edecek, neler yapılması, nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini anlatabilecek bir tecrübeye eriştim. Sosyal medyadan bana ulaşan çok insan oluyor, özellikle aileler, anneler. Çocuklarına nasıl davranmaları gerektiğini soruyorlar. Davayı bırakmamamı, benden güç aldıklarını söyleyenler var. Bu da bana güç veriyor.”

Gazoz Ligi, Efendi Lig ve zevkine hakemlik

Bu kararın ardından Dinçdağ hakemlik haklarının iadesi için Merkez Hakem Kurulu’na başvuracak. Bu yaşananlardan sonra Dinçdağ’a profesyonel hakemlik hakkını yaş sınırına rağmen yeniden vermek Türkiye’nin maço futbol kültürünün terbiye görmesi açısından ancak büyük bir ödül olur. Hem bu süre zarfında antrenmanından geri kalmış da değil:

Tabii ki yeniden hakemlik yapmak isterim, ama sağlığım elverir mi, onu bilmiyorum. Aslında Gazoz Ligi ve Efendi Lig’de de tatmin oluyorum. Bu bir ego tatmini değil. Eğleniyorum, sporumu yapıyorum, güzel insanlar tanıyorum. 14 yıllık hakemlik hayatım boyunca bu olaylardan dolayı ve bu liglerde edindiğim kadar çevre edinmiş değildim.”

Gazoz ve Efendi ligleri, bu aralar Beylerbeyi Stadı’nda oynanan, sezon başında belirlenen bir fikstüre, her hafta değişen bir puan tablosuna sahip organizasyonlar. Profesyonel takımlar gibi eşten dosttan toplama her takım 11 kişi sahaya çıkıyor, üç puan esası uygulanıyor, ofsaytlar dikkatli gözlerle süzülüyor. Bazen bu takımlarda bir Süper Lig kadrosuna koysanız sırıtmayacak kabiliyette oyuncular olmakla beraber, profesyonel lisansı olanların oynaması yasak. Bunun dışında, hırs, açgözlülük, gereksiz sertlikle yıldırma, küfür, rakibi küçümseme, yani futbol endüstrisinde ne varsa reddediliyor, maçlar “gazozuna” veya sembolik bir kupa uğruna oynanıyor, dostluğun kazanması ümit ediliyor. Halil İbrahim Dinçdağ, kuruluşlarından beri bu iki kardeş organizasyonun orta hakemliğini yürütüyor, bu da haftanın beş günü üçer maçta santrada yerini alması ve düdüğünü konuşturması demek.

“Hakem camiası öyle bir hale geldi ki…”

Bu işle fiilen uğraşan tecrübeli bir isim olarak Türkiye’deki hakemlik üzerine söyleyecekleri var elbette. Son yıllarda hep olduğu gibi bu sene de kulüp başkanlarının, gazete köşelerinin birincil meselesi hakemler ve hatalarıyken üstelik:

“Türkiye’de hakem camiası öyle bir hale geldi ki, yöneticilere itiraz edemezsin, yöneticiler de dediğim dedik. Merkez Hakem Kurulu başkanlığına Bülent Yavuz gelmeden önce bıyıklı hakemler vardı, o gelince bütün bıyıklar kesildi örneğin. Bir arkadaşlarının başına bir şey geldiğinde sesleri çıkmayan bir camia haline geldiler. Kendi iç dünyalarında itiraz etseler de, görev almamaktan korkuyorlar. Bir il hakemi klasman hakemine saygı duymak, o ne derse onu yapmak zorunda, böyle bir hiyerarşi var.”

Üstelik bu sene hakem camiası bazı ilginç gelişmelere de sahne oluyor. Yolsuzluklardan maden facialarına, onlarca, yüzlerce vakada standart demokrasilerin istifa mekanizması asla işlemezken bir hakem bir maçtaki hatalı kararlarından dolayı istifa edebildi mesela: “Deniz Çoban yanlış karar verdi, vicdanına yediremedi, istifa etti. Ama ondan daha fazlasını yapanlar istifa etmeyip hakemlik yapmaya devam ediyor bu ülkede. Onurlu bir duruş sergiledi Deniz Çoban, ama kaçmak yok derim ben hep, o da orada kalıp mücadelesini vermeliydi. Kaçmak en kolayı; kaçıp gittin, yine ortam onlara kaldı. Hakemlik yaptırmıyorlarsa gözlemci olacaksınız, yine kalacaksınız orada. Ama maalesef kin ve nefret üzerine oturan, bizden olan / olmayan diye ayrılan bir camia haline geldi. Son 10-15 yıldır da babadan oğula geçen bir saltanata dönüştü.”

“Hakem psikiyatrdır, sosyal bilimcidir”

Öte yandan, ilk defa çıktığı derbi maçında yaptığı fahiş hatalar sonucunda kamuoyunun büyük tepkisini çeken bir hakemin elindeki kırmızı kartı alıp bizzat ona doğrultan futbolcu da gördük. Futbol sahalarında pek rastlanmayan bu hareket dünya basınına bolca malzeme olduğu kadar Trabzon kulübü tarafından tişörtlerin üzerine de bastırıldı:

“Futbolcunun yaptığı bana göre saygısızlık, ama belli bir patlamanın sonucu tabii ki. En eskilerden bugüne kadar gelip bakın, Süper Lig’de 16 maç yönetmiş olup da FIFA kokartı alan başka bir hakem var mıdır? Bir tek Deniz Ateş Bitnel var. Daha derbi maçı yönetmemiş hiç. Gençtir, yeteneklidir diyorsunuz, ne oldum delisi oluyor. Ve maalesef Galatasaray-Trabzon maçında çok çok kötü bir yönetim sergiledi. İpin ucunu kaçırdı, kontrolü sağlayamadı. Ben onun adına da üzüldüm şahsen. Ama sadece Süper Lig’de değil, görünmeyen liglerimizde öyle hatalar oluyor, o kadar çok takımın, insanın canı yanıyor ki. Aslında hakem psikiyatrdır, bir sosyal bilimcidir. Galatasaray-Trabzonspor maçında top Özer’in yüzüne çarpıyor, hakem el veriyor. Öyle görmüş olabilir. Özer’e ‘kusura bakma, yanlış görmüş olabilirim’ demiş olsa idi, Özer de ‘tamam hocam’ deyip gidecekti. Ama sen ısrarla azarlar gibi el işaretleri yapar, bağırır, yüzünü öyle sertleştirirsen, futbolcuyu kışkırtmış olursun. Sadece Deniz Ateş Bitnel değil, birçok başka hakemin de üslûbu böyle. Hakem sporcunun psikolojisini çok iyi bilmek durumundadır. Tam tersine, ‘ben buradayım, benim dediğim olur’ demek istiyorlar, ama bunu da ağababalarından öğreniyorlar. Baktın ki sporcu seni rencide ediyor, senin zaten kartın var, kullanırsın, raporunda da yazarsın. Ama raporunu sonra değiştirmeyeceksin. Raporlar çok fazla değişiyor Türkiye’de. O maçta bu kadar infial olmasa Deniz Ateş Bitnel’in alacağı puan en az 8’di. Avrupa’daki maçlarda bizim hakemlerimiz çizgi hakemliği dahil görevlerini en iyi şekilde yerine getiriyorlar, ama bana ne! O zaman ya buradaki ligi önemsemiyor ya da diyorlar ki buradaki maçı böyle yönet. Bir insanın göbeği hakemlikte mi kesilmiştir? Birkaç maça daha gidebilmek için kendi arkadaşlarını dahi satan bir camiadır hakemlik camiası.”

33 yaşında yeniden doğdum

Halil İbrahim Dinçdağ, başına gelenlerin adı konuncaya ve hakları tam anlamıyla iade edilinceye kadar hukuk mücadelesini sürdürecek. Dayatmalar karşısında yılmanın, susmanın bir işe yaramadığının, ama tek başına dahi kalınsa mücadeleden vazgeçilmezse bunun büyük bir toplumsal faydaya dönüşeceğinin canlı bir timsali bugün. Bu yüzden de, muhafazakâr bir toplumun önüne atıldıktan sonra bu maceradan başı dik çıktığı için keyfi yerinde:

“Düşünün, 33 yıllık hayatımı futbol federasyonunun yapmış olduğu ayrımcılıkla silmek zorunda kaldım. 33 yaşında yeniden doğdum, emeklemeye, yürümeye başladım, şimdi koşuyorum. Herhalde deparı da atarım yakında. (gülüyor)”