4 ŞUBAT 2016 İTİBARIYLA DİYARBAKIR-SUR’DA YAŞANANLAR; Şimdi ses çıkarmazsak, ne zaman!

Teaser Image Caption
3 Şubat, 2016. Sur'un 9 mahallesinde haftalar süren sokağa çıkma yasağının bir kaç saatliğine kaldırılmasından yararlanan ailelerin bir kısmı evlerini boşaltırken bazıları da evlerine geri dönüyor.

26-27 Ocak 2016’da, Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen Kürt Konferansı’nın katılımcılarından ve aynı zamanda konferansın moderatörlerinden olan Nurcan Baysal, Diyarbakır-Sur’da ilan edilen sokağa çıkma yasağıyla birlikte yaşananların, ardı arkası kesilmeyen hak ihlâllerinin ilk elden tanığı. Baysal’ın tanıklığını dikkatlerinize sunuyoruz. 

Diyarbakır-Sur’da uzun süredir uygulanan sokağa çıkma yasağı sırasında çok sayıda kişi hayatını kaybetti. İçeriden sağlıklı bilgi almaksa çok zor. 4 Şubat itibarıyla, Diyarbakır’da durum nedir, Sur’da neler yaşanıyor?

Nurcan Baysal: Diyarbakır-Sur’da son yasak 2 Aralık 2015’ten beri devam ediyor. Sadece 11 Aralık’ta 17 saatlik bir ara verildi. O zaman birçok insan Suriçi’ni terk etti. Buna sokağa çıkma yasağı dememek lâzım belki. Sokağa çıkma yasağıyla birlikte açlık, susuzluk var, evlerin alt katlarına sığınmaya mahkûmsunuz, çünkü üst katlara bomba, kurşun daha fazla isabet ediyor. Sur içindekiler tank ve top ateşinin, kurşunların altında açlık ve susuzlukla mücadele ediyor. Sur’un dışındakiler olarak bizlerse Sur’un içine giremiyoruz. Sur’un içindeki yasaklı mahallelerdekilere yemek, gıda ya da herhangi bir şey ulaştırma imkânı yok. Eylül-Ekim aylarındaki yasaklar daha kısa süreliydi, muhtarlar kaymakamlıktan aldıkları onayla ekmek dağıtıyorlardı. Fakat iki ay önce muhtarlarla yaptığımız bir toplantıda, muhtarlar mahallere ekmek dağıtmak için kaymakamlıktan izin aldıklarını, ancak özel timin dağıtıma izin vermediğini söylediler. Devlet  tarafından şöyle düşünülüyor olabilir: Ekmek, gıda olduğu müddetçe bu insanlar buradan çıkmayacak, yani YDG-H’lılar (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) da bir şekilde karnını doyuracak. YDG-H’lıların çoğu mahallelerin gençleri, dışardan gelenler de var, ama onların sayısı çok az. Gıdayı kesmek bu nedenle düşünülmüş olabilir. Genel durum şöyle: Gazi Caddesi’ni merkez alırsak, soldaki sokaklar, yani Hasırlı, Fatihpaşa, Savaş mahalleleri sokağa çıkma yasağının sürekli olduğu yerler. Sağdaki sokaklarda ise, İskenderpaşa ve çevresinde, sokağa çıkma yasağı bir ara kondu, sonra kaldırıldı. Ama sokağa çıkma yasağının olmadığı yerlerde de fiili bir yasak var, insanlar evlerinden çıkmıyor. Sokağa çıkma yasağının olmadığı mahallelerden birinde, bir kadının sofrada yemek yerken başına top atışı isabet etti ve başı koptu. Düşünebiliyor musunuz, evinde yemek yiyen bir kadının çocuklarının yanında başı kopabiliyor.

Telefonla  iletişim kurmak mümkün mü?

Evet,  bazı yasaklarda telefonla iletişim kurmak mümkün değildi, ama son yasakta telefonla içeridekilerle iletişim kurdum. Bulgur, makarna isteyenler oldu. Ben de bulguru, makarnayı nasıl getirebileceğimizi sordum. “Sokağa çıkma yasağının olmadığı bir yer söylerseniz oraya bırakayım” dedim. Sur içi birbirine geçişli çok dar sokaklardan oluşan farklı yapıya sahip bir alan. Ancak çok iyi bilenlerin hakim olabileceği, yol bulabileceği sokaklar.

Hevsel Bahçeleri Sur’un alt kısmında, oradan sebze, yiyecek almak mümkün müdür?

Orası da abluka altında. Herhalde bu yasak bir gün bitecek, o zaman oradakilere soracağımız ilk soru nasıl hayatta kaldıkları, bu ablukayla nasıl baş ettikleri olacak. Bir stok vardır elbette, ama iki buçuk aylık stok kimse yapmamıştır. Ayrıca, fırın da yok. Önceki kısa süreli yasaklarda, bir-iki fırının açık kalmasına izin vermişlerdi. Hatta on yaşındaki Helin ekmek almaya giderken vurulup öldürülmüştü. Şu an hiçbir fırın açık değil. Sur’un içinde hayat böyleyken Sur’un dışında hayat mecburen akıyor, ama herkesin yüzünde büyük bir mutsuzluk, büyük bir acı var. Evet, çocuklar okula gitmeye, insanlar işlerine gitmeye çalışıyor, ama sanki donmuş bir halktan bahsediyoruz. Bütün yüzlerde aynı donmuşluk var. Sokakta sürekli kurşun ve bomba sesleri altında yürüyorsunuz, yaşama devam etmeye çalışırken orada insanların öldüğünü her an biliyorsunuz. Benim bürom Sur dibine çok yakın. Bomba seslerini duyuyoruz. Üç hafta önceydi, pazardan domates alıyordum, bomba sesi o kadar şiddetliydi ki, ilkin bize atılıyor sandım. Sonra birden, bu koşullarda ben domates alabiliyorum diye geçirdim içimden. İnsan bir an kendisinden utanıyor ve bıraktım domatesleri, yiyemeyeceğim bunları diye düşündüm. Belki o patlama ile bir ev yıkıldı. Büromun olduğu binanın sekizinci katına 15-20 kurşun isabet etti. Hemen yanımdaki binada, yedinci katta bir kadın evinin içinde boynundan giren kurşunla yaralandı. Bu da şunu gösteriyor, yüksek bir yerlerden çok pervasızca atılıyor bu kurşunlar. Sokağa çıkma yasağının olmadığı çevredeki sokaklara da kurşunlar gelebiliyor.

Kurşunların rastgele atıldığını mı düşünüyorsunuz?

Bazen rastgele atıldığını düşünüyorum. Her an her yerden kurşun gelebilir. “Çekin gidin, yaşamayın buralarda” mesajının verilmeye çalışıldığını düşünüyorum. Oğlum bir haftadır İstanbul’da. “Anne bak burada bomba ve kurşun sesi yok” diyor. Çocuklar ders çalışırken, okulda, evde sürekli bomba sesi altında. Algıları çok açık, okulda da bütün bunları konuşuyorlar.

Durumu çocuklarınıza siz nasıl anlatıyorsunuz?

Ders durumları kötüleşti, her şey kötüye gidiyor. Konuşuyorum onlarla, anlatmaya çalışıyorum: Evet bir savaş var, ama ayaklarımızın üzerinde durmaya mecburuz. Biliyorum kolay değil, ama daha güçlü olmaya çalışacağız. Çünkü hepimizin, herkesin, bu şehrin ayakta kalan insanlara ihtiyacı var. Sur’un içindekilerin de bizlere ihtiyacı var. Ben bunları anlattıktan sonra, oğlum “Anne kek yap da Sur içine götürelim” dedi. Şu an şehirde her şey Suriçi için yapılıyor. Okullar Suriçi için kermes yapıyor, dernekler Suriçi için yardım topluyor, fırına gidince “Suriçi için de alın” yazısı görüyorsunuz. Markette, bir file de Suriçi için alıyorsunuz...

Diyarbakır dışından dayanışma, destek var mı? Devlet kurumlarının desteği oluyor mu?

Suriçi’nden diğer mahallelere taşınanların valilikten 500, Sur Kaymakamlığı’ndan da 200 lira olmak üzere birer kerelik kira yardımı aldıklarını duydum. Bu mahallelerde yaşayanlar evet yoksullardı, evet evleri belki kötü durumdaydı, ama kendi evleriydi. Şimdi hepsi kiracı oldu. Valilikten ve kaymakamlıktan aldıkları paraları toplarsanız, ancak bir ya da iki aylık kiralarını karşılar. Evlerine girseniz yerde bir kilim ve bir de soba görürsünüz, hepsi bu. Diyarbakır bu sene eksi 17 dereceyi gördü, çok soğuk bir kış geçirdi, bütün bunlar çok yetersiz. Sur’un yasaklı olmayan mahalleleri üzerinden battaniye ulaştırmaya çalıştık bir ara. Sur’un yasaklı olmayan mahallelerinden aileler gelebiliyor, siz de oralara girebiliyorsunuz. Çok dikkatli girip çıkmanız gerekiyor o mahallelere. Zaten kimlik kontrolü de yapıyorlar. Ben bir ara sürekli battaniye taşıyordum, hep duvar diplerinden yürüyerek tabii. Çünkü kurşunlar üzerinizden geçiyor. Ama, bunu göze alarak giriyorsunuz oraya.

Kısa süreliğine kaldırılan sokağa çıkma yasağı sırasında birkaç poşet, çanta, bavulla evlerini terk edenler nerelere gitti?

Çok az eşyayla, hızla çıkıyorlar. Ev bulmaları zor. Genellikle Gazi Caddesi’nin bir tarafından diğer tarafındaki mahallelere taşınıyorlar. Gene Suriçi civarında kalıyorlar. Biraz daha uzağa gidebilmek için daha çok para gerekiyor. Çoğu yoksul aileler.

Geri dönme umutları var mı?

Bir kısmının var, bir kısmının yok. Buradan biraz daha uzaklaşanlar, Bağlar semtine, toplu konutlara gidenler var. Ciddi bir kısmının, en azından yarısının geri döneceğini düşünüyorum.

Diyarbakır ‘90’larda çok göç almıştı. Şimdi bu ikinci bir zorunlu göç oldu. Bununla nasıl baş ediliyor?

Sur’da yaşayanların çoğunluğu ‘90’lı yıllarda gelenler. Ben buna “Kürdün kaderi” diyorum. Bir yandan, evleri başlarına yıkılıyor, öte yandan da hep yeniden kuruyorlar. Burada bir azim de var. Ben uzun yıllar köylerde çalıştım. Sürekli evlerini yapıyorlardı. Önce bir odayı, sonra diğer odayı yapıyorlar. Kürtlerin evleri hep başlarına yıkılıyor, ama tekrar kurmayı başarıyorlar. İnsanların geri dönüp evlerini yeniden yapacaklarını düşünüyorum, en azından bir kısmının. Toledo1  moledo gibi şeylere izin vereceklerini zannetmiyorum. Sur içindeki evler bu insanların evleri, onların dönüp burada yaşama hakkı var. Toledo’dan önce barışa ihtiyacımız var. Biz Sur içini bu haliyle seviyorduk. Bizim için Toledo’dan daha kıymetliydi beş bin yıllık şehrimiz. Suni bir Toledo istemiyorum ben.

Diyarbakır’ın geri kalanında eğitim, iş, ekonomi, hayatın geneli nasıl etkilendi?

Diyarbakır’da hayat durmuş, ekonomi durmuş durumda. Kendi babamdan örnek vereyim. Babam Sur içinde manav. Hayatta tek bildiği yer orası. Orada doğmuş, büyümüş. Ben de oralarda büyüdüm. Her gün Sur’un çevresinde dolanıyor, geri geliyor. 85 yaşında bir adam, tek bildiği yaşam bu. Arkadaşları orada. Onların dükkânları yıkıldı. Ekonomi tamamen bitti. Sur dışında da sıkıyönetim gibi bir hal sürüyor. Her caddede, her sokakta tanklar var. Polislerin yüzleri kapalı, sadece gözlerini görüyorsunuz. Her tarafta RoboCop gibi giyinmiş adamlar, ellerinde Kalaşnikoflar, sadece bir çift göz görünüyor. Bütün bunlar insanlar üzerinde ciddi psikolojik baskı ve travma yaratıyor. Kadınlar ve çocuklar daha da farklı etkileniyor. Hamile kadınlardan çocuklarını kaybedenler oldu. Karnındaki bebekle vurulanlar oldu. Çocuğunuzu bu ortamdan korumaya çalışmak da çok zor. Düşünün, bir evin bodrumuna sığınıyorsunuz, 65-70 gün karanlıktasınız, belki sadece bir mum var, o mum da bir süre sonra bitiyor. Çocuğa bir şekilde anlatmak durumundasınız. Tüm bunlarla baş edebilmek çok zor. Bazı yerlerde erkekler zaten yok. Mesela Nusaybin’de, erkeklerin çoğu kamyon şoförüdür. Aylarca sokağa çıkma yasağı oldu, kadınlar ve çocuklar yalnız kaldı. Günlerce annelerinin ölüsüyle kalmak zorunda olan çocuklar oldu. Ölüler gömülemedi. Sokak ortasında, günlerce kaldı. Sur’da şu an kaç cenaze yerde bilmiyoruz. Bu çok acı. Altı ay önce hepimizin gidip kahve içtiğimiz yerlerdi. Şimdi yerlerde ölü bedenler var. Bir de oradaki insanlar açısından düşünün!

Geçenlerde Brüksel’deydiniz. Avrupa Parlamentosu’ndan görüştüğünüz kişiler oldu mu? Oradan destek alabildiniz mi?

Avrupa Parlamentosu’ndaki Kürt Konferansı’nın katılımcılarından biriydim, aynı zamanda konferansın moderatörlerindendim. Avrupa Parlamentosu’ndan katılanların, mülteciler politikası yüzünden Kürt sorununa gözlerini kapadıklarını hissettim. Ve çok üzüldüm. Benim modere ettiğim panelde cep telefonundan Cizre’ye canlı bağlandık, Cizre’dekiler durumu anlattılar, Avrupa Parlamentosu’na konuşmuş oldular. Buna rağmen, oradaki katılığı görmek beni büyük hayal kırıklığına uğrattı. Avrupa mülteci politikası açısından tüm bunlara göz yumuyorsa bence yanılıyor, çünkü bu savaş böyle devam ederse milyonlarca insan Avrupa’ya doğru gidecek, daha fazla mülteci olacak. Ölülerin dahi yerden kaldırılamadığı bir dönemden geçiyoruz. Sadece Avrupa’dakilere değil, Türkiye’nin batısında yaşayanlara da söylüyorum: Şimdi ses çıkarmazsanız ne zaman ses çıkarmayı düşünüyorsunuz? Ölüler yerde! Batı’dan öncelikle, sokağa çıkma yasaklarının, insan hakları ihlâllerinin derhal son bulmasına dair hükümete, Türkiye devletine baskı yapmasını bekliyoruz. Belki eskisi kadar değil ama, Türkiye halkının hala önemli bir kısmı ufkunu Avrupa Birliği yönünde görüyor. Kürtlerin ise çok ciddi bir kısmı için bu geçerli. Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye baskı yapma gücü var. Hatırlayalım, OHAL nasıl kalktı bu ülkede? Avrupa Birliği’nin ciddi rolü oldu. Bugün eğer Avrupa Birliği’nden güçlü bir ses çıksaydı, belki Cizre’deki insanlar yaşıyor olacaktı. Türkiye’nin batısı nasıl suça ortak oluyorsa Avrupa Birliği de bu suça ortak oldu. Bundan sonra Avrupa kendi halklarına dönüp nasıl insan haklarından, ahlaktan, etikten bahsedebilir?

Barış İçin Kadın Girişimi’nden farklı illerden kadınlar dayanışma amacıyla Diyarbakır’a, Cizre’ye, Silopi’ye, Silvan’a gitti. Bu eylemlerin bir karşılığı oluyor mu?

Olduğunu düşünüyorum. İnsanlar “Cizre’ye gitsek de giremeyeceğiz. Oradaki yaralıları kurtaramayacağız” diye düşünebilir. Ama böyle dönemlerde insan daha fazla yalnızlık hissediyor, yalnız olmadığını bilmek istiyor. “Yalnız değiliz” duygusu çok önemli. Mücadelenin farklı biçimleri var, kimimiz yazarak, kimimiz Suriçi’ne bir koli yiyecek yollayarak, kimimiz çocuklarla resim çizerek gösteriyoruz bunu, bütün bunlar mücadelenin bir parçası. Eleştirerek zayıflatmak yerine mücadeleyi güçlendirmekten yanayım. El ele verirsek bu dönemin üstesinden gelebileceğimizi düşünüyorum. O yüzden çok kıymetli buluyorum insanların buraya gelişini.

Barışın inşasında kadınların özel bir rolü olabilir mi?

Tabii ki. Nasıl kurulacak bilmiyorum ama, ileride barış masası mutlaka kurulacak. Masadan başka bir yol yok. Barışın toplumsallaşması, mahallelerimize inmesi için o masada muhakkak kadınların sesinin, sözünün olması gerekiyor. Hem o evlerin her birinin düşüncelerinin masaya yansıması, hem de imzalanacak anlaşmanın bir gün o mahallelere, o evlere girebilmesi için çok önemli kadınların sözü. Barış anlaşmalarının toplumsal cinsiyet gözlüğüyle yazılmasının, uygulamaya konmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Barışın toplumsallaşması anlamında da kadın örgütlerine, örgütlü gruplara çok şey düşüyor. Biz birbirimize dokunmadığımız müddetçe, barış imzalansa bile hiç merak etmeyin, savaş bir gün bir yerden çıkar. Senin gidip oraya dokunman, o mahalledeki kadına, çocuğa dokunman gerekiyor.

Barışın yakın gelecekte sağlanabileceğinden umutlu musunuz?

Kısa vadede bir umut görmüyorum. Hükümetin içinde de “Bu böyle gitmez” diye düşünenler olduğunu sanıyorum. Ama kısa vadede, birkaç ay içinde masaya dönüş olmasa da, sonuçta tek çare masa. Orta vadede masaya dönüşün olacağını düşünüyorum. Bana bölge dışından çok fazla mektup geliyor, insanlar ne yapabileceklerini soruyor. Herkesin yapabileceği bir şey mutlaka var. Bir kere sesinizi çıkarmanız çok önemli. Her ses çok kıymetli. Bu sesi savaşa karşı yükseltmeniz lâzım. Aksi takdirde, birbirimizin yüzüne bakamayacak duruma geleceğiz. Herkesin yapabileceği bir şey var. Öğretmenseniz bir dersi barışa ayırabilirsiniz, tiyatrocuysanız bir oyununuzu barışa adayabilirsiniz. Hiçbir şey yapamıyorsanız Sur’a, Cizre’ye yardım gönderebilirsiniz. Yazabilirsiniz, çizebilirsiniz. Buralarda yaşayan arkadaşlarınızı arayıp “Nasılsınız?” diyebilirsiniz. Öyle bir dönemden geçiyoruz ki, insanların her insani şeye, bir “Nasılsın”a bile ihtiyacı var.

 

1    Başbakan Ahmet Davutoğlu, 1 Şubat’ta Suudi Arabistan ziyaretinde gazetecilere Sur ilçesi için "Diyarbakır- Sur'u öyle inşa edeceğiz ki, aynen Toledo gibi mimari dokusuyla herkesin görmek istediği bir yer haline gelecek" dedi.