Türkiye'de İltica Hukuku - Temel bilgiler / Aralık 2015 AB-Türkiye Mülteci Zirvesi

Teaser Image Caption
Türkiye'deki Suriyeli mültecilerin yoğun olarak yaşadığı yerler

II. Dünya Savaşı sırası ve sonrasında yaşanan büyük nüfus hareketlerinin doğurduğu şartlara istinaden, “iltica hakkı”, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 14. maddesi kapsamında ve özel bir Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ile düzenlendi. 28 Temmuz 1951’de Cenevre’de bir araya gelen 26 ülke temsilcisinin imzaladığı, “Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Sözleşme” (1951 Cenevre Sözleşmesi), mülteci kavramını, ilticaya ilişkin hakları ve devletlere düşen yükümlülükleri tanımladı ve düzenledi. Türkiye bu Sözleşmenin tarafıdır. 1951 Sözleşmesi’nin girişinde yer alan “1 Ocak 1951’den once Avrupa’da meydana gelen olaylar” ibaresinden kaynaklanan kısıtlama, 1967 New York Protokolü ile –kısmen– kaldırıldı. 1967 Protokolü, Sözleşmenin zaman bakımından getirdiği kısıtlamayı kaldırmışsa da, coğrafi kısıtlama aralarında Türkiye’nin de bulunduğu kimi ülkeler tarafından halen uygulanıyor. Dolayısıyla Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesini coğrafi kısıtlama ile uygulayarak, Avrupa dışından gelen göçmenlere mülteci statüsü tanımıyor. 4 Nisan 2013 tarihinde kabul edilen 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası

Koruma Kanunu (YUKK), Türkiye’de iltica hukuku alanında yapılan ilk yasal düzenlemedir. Kanun, 1994 Yönetmeliğinin belirlediği sığınmacı kavramı yerine “şartlı mülteci” kavramını getirmiş, şartlı mültecilerin üçüncü bir ülkeye yerleştirilene kadar Türkiye’de kalmalarına izin vereceğini kararlaştırmıştır. Ancak coğrafi kısıtlama, bu kanunda da söz konusudur. Kanunun 62. Maddesine göre “Şartlı mülteci, Avrupa ülkeleri dışında meydana gelen olaylar sebebiyle, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı haklı zulüm korkusu yaşayan kişidir”. Buna karşın Madde 61/1’de “mülteci” aynı durumlara “Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle” maruz kalan kişi olarak tanımlanmıştır. Aynı kanunun 91. Maddesinde “Geçici Koruma, ülkesinden ayrılmaya zorlamış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak Türkiye sınırlarına gelen veya sınırları geçen yabancılara sağlanabilecek korumadır”. Bu madde doğrultusunda Suriyeli göçmenlerin durumunu düzenleyen “Geçici Koruma Yönetmeliği” Ekim 2014’te yürürlüğe girmiştir. Yönetmelik, Suriye’deki savaşın doğurduğu göç hareketlerine istinaden hazırlanmış olsa da, uygulama alanı Suriyeliler ile sınırlı değildir.

(Kaynak: Türkiye'deki Suriyelilerin Hukuki Durumu, Seta Raporu, 2015)

Aralık 2015 AB-Türkiye Mülteci Zirvesi

29 Kasım 2015 tarihinde, Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk’ın“Türkiye ile ilişkilerin yeniden canlandırılmasını sağlamayı ve sığınmacı akışını durdurmayı hedeflediğini" söylediği Avrupa Birliği-Türkiye Zirvesi gerçekleşti.

Zirvede AB ülkeleri ve Türkiye liderleri, büyük kısmı Suriyeli mültecilerden oluşan göçmenlerin AB ülkelerine akınını control altına almak için birlikte çalışma ve işbirliği yapma konusunda uzlaşmaya vardı. Brüksel'de düzenlenen zirvede AB, mülteciler konusunda işbirliği yapması karşılığında Türkiye'yle ilişkilerini üç temel alanda geliştirme

taahhüdü verdi:

  • AB'ye üyelik sürecinin hızlandırılması
  • 3 milyar Euro finansal destek
  • Türkiye vatandaşlarına Schengen Bölgesi'nde vize serbestisi
  • 400 bin Suriyeli mültecinin yasal yollarla AB'ye alınması

Türkiye'den işbirliği talep edilen konular ise şunlar:

  • Ankara'nın sınır güvenliğini artırması
  • İnsan kaçakçılığıyla etkin mücadele
  • Geri Kabul Anlaşması'nın imzalanması

Zirveyi değerlendiren AB Komisyonu eski başkan yardımcısı Verheugen’e göre, “AB’nin Türkiye ile ilişkilerini bir üst seviyeye taşıdığı açık ancak bunu Türkiye’ye üyelik taahhüdünü yerine getirmek için değil; bir krizin, mülteci krizinin aşılmasında Türkiye’ye duyduğu ihtiyaç sebebiyle yaptı. AB’nin bazı liderleri açıkça ‘Türkiye ile zorunlu olduğumuz için konuşuyoruz’ açıklamasını yaptı. Ben bu yaklaşımla güvenin yeniden inşa edilebileceğine inanmıyorum. AB’nin Türkiye politikalarında, esasa ilişkin bir tutum değişikliği gerçekleşmedi.”