Toprak Reformu: MÜLKİYETİN İKTİDARI: AZINLIĞIN AYRICALIĞI

Feodal derebeyleri, aşiret reisleri, köyün ağaları, “hacienda” sahipleri, çiftlik sahipleri ya da plantasyon baronları... devasa topraklara sahip olageldiler, hâlâ da olmaya devam ediyor ve iktidarın iplerini ellerinde tutuyorlar. Toprak Atlasından bir makale;

Son yıllarda gelir dağılımındaki eşitsizlik tekrar ilgi çekmeye başladı. Oxfam’a göre dünyanın en zengin 85 insanın serveti, insan nüfusunun en fakir %50’sinin sahip olduğunun toplamına eşit.

Fakat bir kaynak var ki, gelirden de daha adaletsiz şekilde dağılmış; toprak. Toprak sadece bir ülkede, Fildişi Sahilleri’nde herkese eşit olmasa da yaklaşık miktarlarda dağılmış. Toplam 50 ülkeden konuyla ilgili veri toplanabilmiş ve buna göre kalan 49 ülkede toprak mülkiyeti çoğunlukla zenginlerin elinde. Toprağa erişim, açlığın en belirleyici unsurlarından biri. Açlıkla mücadele eden hanelerin yarısı küçük toprak sahibi, %20’sinin ise hiç toprağı yok. Kronik fakirlik üzerine yapılan araştırmalar toprağa erişimin, hanelerin fakirliğe mahkum olmaları ile daha iyi bir yaşam elde etme şansına sahip olmaları arasındaki ayrımı belirlediğini ortaya koyuyor. Azıcık fazla toprağa sahip olmak bile elde edilen gelir miktarında ciddi farklara sebep olabiliyor. Bu durum ulusal ekonomiye de yansıyor. 1960-2000 yılları arasında eşit toprak dağılımına sahip ülkelerde yaşanan ekonomik büyüme daha fazla oldu.

 

Bütün dünyada küçük toprak sahibi çiftçi hareketlerinin temel talebi toprak reformudur. Bu kavram toprağı insanlar arasında daha eşit dağıtmak, insanları hazine arazilerine yerleştirmek ya da geleneksel hakları korumak ve tanımak gibi çeşitli önlemleri içeriyor. Kırsal bölgelerde toprağa erişmek sıklıkla siyasi güce erişmek anlamına geliyor. Fakat reform çabaları genellikle mevcut iktidar yapıları sebebiyle başarısızlığa uğruyor. Açlık ve fakirlikte mücadele haricinde kırsal demokrasi isteği de toprak reformu ve toprağa adilce erişim için diğer bir argümanı oluşturuyor.

Her ne kadar daha eşitlikçi bir toprak dağılımı doğrudan daha geniş bir siyasi katılım anlamına gelmese de toprağa erişim özellikle kırsal toplumlarda demokratikleşmenin en önemli unsuru. 1980’lerde merkezi hükümetler doğal kaynaklar ve benzeri konularda sorumluluğu yerel yönetimlere devrederek pek çok hizmeti, ademi merkezileştirmeye başladılar. Bu kaynakların kullanımı için kuralların müzakere edilmesi gerekti. Bu durum toprağa erişim ile toplumdaki karar alma gücü arasındaki bağlantının ortaya çıkmasını sağladı. Kenya’daki bir projede, doğal kaynakların topluluk temelli olarak idare edilmeye başlanmasından en çok kâr edenlerin, en çok toprağa sahip haneler olduğu görüldü. Nepal ve Tanzanya’daki araştırmalar da kaynakları kullananlar arasında en fakir olanların yaşadıkları dezavantajlara dikkat çekiyor. Bu kullanıcılar ya yeterince temsil edilemiyor ya da tamamen görmezden geliniyor.

Hindistan’daki iki eyalette ciddi toprak reformlarına imza atıldı. Kerala’da ekilebilir toprakların %74’ü hanelerin %99’u tarafından ekilip biçiliyor. Batı Bengal’de ise bu oran %85’e %99 olarak kaydediliyor. Yine Batı Bengal’de oy verenlerin %51’i yerel hükümete yüksek seviyede güven duyuyor. Toprak reformu daha zayıf olan komşu eyalet Bihar’da ise bu oran %30.

 

Brezilya’ya baktığımızda eski askeri diktatörlük zamanında Amazon havzasında başlatılan büyük ölçekli yerleşim programının, büyük ölçekli serbest hayvancılığın da başlangıcı olduğunu görüyoruz. Askeri yönetim sona erdiğinde, hükümetin yeniden yerleştirme programının artık küçük toprak sahiplerini de kapsıyor olmasına rağmen Para eyaletinde, hanelerin %18’i toplam tarım arazisinin %82’sini ekip biçiyordu. Yeni toplulukların oluşma süreci askeri rejimden beslenip büyümüş olan kereste şirketlerine ve büyük çiftliklere kalmıştı. Şimdi ise Amazon’daki pek çok topluluk illegal olarak ağaç kesen ve tarım yapanlar tarafından kontrol ediliyor ve bu insanlar büyük ölçekli yasadışı ağaç kesimi ile suçlanıyor. Hukuk sistemi de kirli. Amazon’daki pek çok topluluk illegal olarak ağaç kesen ve tarım yapanlar tarafından kontrol ediliyor ve bu insanlar büyük ölçekli yasadışı ağaç kesimi ile suçlanıyor. Hukuk sistemi de kirli. 1972-2005 yılları arasında Para’da arazi kavgası yüzünden 772 cinayet işlenmesine rağmen katliam emirlerini veren patronlar bu olayların sadece üçünde cezaya çarptırılmış. 2008’deki dünya gıda krizi sonrasında araziye yapılan yatırımlar arttı. Bunlara çoğu zaman insan hakları ihlalleri de eşlik etti. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü “Arazi, Balıkçılık ve Ormanların Ulusal Gıda Güvenliği kapsamında kullanımının Sorumlu Yönetişimi Üzerine Gönüllü Prensipler” başlığıyla bir tavsiye metni hazırladı. Bu belge kırsal arazilerin insan haklarına dayalı bir şekilde yönetişimi prensiplerini belirleyen uluslararası alanda müzakere edilmiş ilk anlaşma olma özelliğine sahip. Bu, aynı zamanda daha eşit toprak dağılımı ve kırsal alanda daha fazla demokrasi yönünde bir girişim olma özelliği de taşıyor. Doğru yönde atılmış tek ama yine de önemli bir adım. 

---------------------------

Kaynak bilgisi:

s.46: Klaus Deininger, Land Policies for Growth and Poverty Reduction, 2003, s.18, http://bit.ly/11yjPmq. s.47: Klaus DeininTOPRAK
ATLASI 2015 83 ger et al., Asset Distribution, Inequality, and Growth. Policy Research Working Paper 2375, s.24, http://bit.ly/1Hm5lXZ.
Dünya Bankası, Dünya Kalkınma Raporu 2008, s.87, http://bit.ly/1qt2Des.